Hakkı Suat YILMAZER
Teknoloji çağındayız. Hayatımızın birçok noktasında yaptığımız eylemler en hızlı şekilde sonuca bağlanıp karşımıza çıkıyor. Bir parmak ucu hareketimizle ve hatta birkaç “tık” ile ne istersek yapabiliyoruz. Tek bir dokunmayla fotoğraf ve video çekebiliyor, internet üzerinden gişede sıra beklemeden tüm işlemlerimizi yapabiliyoruz. Gazeteleri internet üzerinden okuyabiliyor, tanış olduklarımız ya da olmadıklarımızla dilediğimiz zaman birçok internet üzeri platformlarda iletişim kurabiliyoruz ve daha niceleri… Bu durumdan şikâyetçi miyim? Hayır, kesinlikle değilim.
Fakat huzursuzum…
Sahip olduğumuz bu gelişmişliğin, ruhsal yapımızda gerçekleştirdiği değişiklikler sonucu daha evvel yapabildiğimiz şeyleri artık yapamayacağımız endişesinden dolayı huzursuzum.
Mücadele gücümüzü azalttığını düşündüğüm bu gelişmişlik, “doyumsuzluk” gibi bir “hastalığa” da yol açıyor. Her an her şeye ulaşabilmek, emek harcamadan sonuca gidebilmek bir süre sonra insan psikolojisinde ağır tahribatlar yapabileceğini düşünüyorum.
Emek harcamak…
Zihnimde bir başka karşılığı ise çalışmak…
“Çalışmak” deyince de aklımda iki şey canlanıyor. Biri Sakıp Sabancı’nın “Çalışmak, çalışmak, çalışmak” deyişi, diğeri ise Balzac’ın; “ Bilginin efendisi olmak için, çalışmanın kölesi olmak gerekir.” Sözü…
Balzac’ın bu sözü birçok alanda geçerlidir fakat bu noktada “edebiyat” camiası üzerinden gitmeyi düşünüyorum.
Bundan belki otuz-kırk yıl evvel edebiyat denildiğinde, “okuma” tarafından yaklaşılırdı mevzuya fakat günümüzde daha çok “yazma” tarafı üzerinde duruluyor. Edebiyat ile temas içinde bulunan bir kişiyle karşılaştığınızda, neleri okuduğunu, hangi yazarı beğendiğini, yazarların eserlerine yansımalarını konuşuyorduk. Şimdi ise işler değişti. Artık “yazmak” o kadar kolay ve erişilebilir bir seviyeye geldi ki, edebiyat ile ilişkisi olan biriyle sohbetinizin hemen hepsi o kişinin yazma serüvenini dinlemekle geçiyor.
Çünkü artık herkes yazar…
Alabildiğince internet sayfaları mevcut ve buralarda yazan binlerce yazar var. Yine aynı şekilde elinizi sallasanız bir yayınevine çarpıyor. Küçük çaplı bu yayınevlerinin yayınladığı birçok eser var yani yine birçok yazar var. Bir de “dijital baskı” denilen ve kişiye kendini “yazar” hissetmesinde destek olan bir faaliyet zinciri mevcut. Kim üç beş sayfa bir şey karalasa, hoop dijital baskı yapanların kapısını çalıyor. Sonra ortaya bir “eser” çıkıyor ve kişi çevresine gururlanarak dağıtıyor ve artık “ben yazarım” diyebiliyor. Yere basan ayakları yavaştan göğe doğru yükselmeye başladığında tehlike çanları işte o zaman çalmaya başlıyor. Çünkü kendini olmadığı bir noktada konumlandıran bu kişiler, gerçekler ile yüzleştiği anda afallıyor ve çeşitli merhaleler neticesinde “bunalıma” sürükleniyor.
Nedir bu kişileri bunalıma sürükleyen gerçekler?
Kişi, gayret göstermeden yani çalışmadan, kısa yoldan edindiği bilgi kırıntıları ile yazdığı köşe yazısı yahut “edebi” eser ile geniş bir kitle tarafından takdir ve takip edilmek istiyor. Sosyal hayat içerisinde yaptığı bu iş neticesinde hep “daha fazla” ilgi ve saygı görmeyi umuyor. Gündemdeki konularda hep bir yorum yapmayı ve bu yorumunun geniş bir kitleyi peşinden sürüklemesini bekliyor. İlk kitabıyla şaha kalkmış “edebi gücünün” ikinci kitabıyla arşı alayı aşmasını umuyor lakin gerçekler buna müsaade etmiyor.
Çünkü gerçekler daima haklıdır…
Çalışmadan edinilen bilgi kırıntılarının gücünü, gerçekler kişiden daha iyi bilir. Emeksiz hiçbir iş mutlak başarıya ulaşmamıştır/ulaşamayacaktır/ulaşmamalıdır.
İyi bir köşe yazısı yahut eser vermek isteniyorsa, mutlaka ama mutlaka çok çalışılması gerekmektedir. Söz konusu çizgide olan kişiler yapacağım benzetmeyi pek beğenmeyeceklerdir ama yapmak durumundayım. Okul hayatı bitmiş olsa bile tıpkı öğrencinin dersini çalışması gibi yazılacak konu çalışılması gerekmektedir.
Armut piş ağzıma düş!
İyi bir eser yazmanın yolu, düzenli çalışma ve çok okumadan geçer. Bunun şifresi budur. Telefonlarımızda, bilgisayarlarımızda kilidi açmak için koyduğumuz şifre gibi değildir bu. Çünkü diğerinde “şifremi unuttum” gibi bir seçenek vardır. Bizim kastettiğimiz durumda tek bir şifre vardır ve bilmeyen/hatırlamayan kilidi açamaz.
Çalışmanın samimi olduğu arkadaşları da vardır. “Sabır” bunlardan birisidir. İkisi kol kola ilerler. Ahbaplık edilecekse ikisiyle birlikte edilmelidir.
Söz sahibi olabilmek için önce konum kazanılmalıdır. Konum kazanabilmek için de bilmek şarttır. Bilmek için ise sabırla çalışmak gerekir.