Etienne de La Boétie
Çeviri ve Yorum: Mehmet Ali Ağaoğulları
İmge Kitabevi, Ankara, 2014
Semanur ULU*
Siyasal iktidar nasıl olmalıdır ve nedir sorusu arasında tercihini bundan beş yüz yıl önce ikincisinden yana kullanan Machiavelli bu kararı sayesinde modern siyaset biliminin kurucusu unvanının da sahibi olmuştur. Ondan kırk yıl sonra ortaya çıkan bir isim olan Etienne de La Boétie bu tercihinde onu takip etti. Zira onun sağlığında basılmayan Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev adlı eseri olması gereken siyasal iktidarı değil siyasal iktidarın ne olduğunu ve nasıl pratiğe döküldüğünü inceliyor. La Boétie 1530 yılında Fransa’da kostüm soylusu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Daha sonra Orléans Üniversitesinde hukuk öğrenimi görerek 1554’te Bordeaux Parlementosu’nda danışman olarak göreve başlamıştır. Bordeaux La Boétie’nin dönemin ünlü düşünürlerinden Montaigne ile tanıştığı yerdir. La Boétie otuz üç yaşına girmeden 1563 yılında ölmüştür. Montaigne el yazmasına sahip olduğu “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev”i “Denemeler” adlı yapıtında kullanmak istese de kitabı Huguenotların bir şekilde ele geçirip yayımlamasıyla bu isteğinden vazgeçmek zorunda kalmıştır. Kitap monarkomaklardan başlayarak pek çok radikal akım tarafından dönem dönem ortaya çıkarılmış ve militanlara el kitabı olarak okutulmuştur. Bu kitabın adeta özgürlüğün manifestosu gibi algılanarak bu denli rağbet görmesinin pek çok nedeni var. Ancak hem dönemine hem de içinde bulunduğumuz döneme göre oldukça radikal düşünceler dile getirmesi onu cazip kılan başlıca etken olabilir.
Eserin merkezinde siyasal iktidar meselesi konumlanmış durumda. La Boétie siyasal iktidar deyimini hiç kullanmasa da onun güç ve gönüllü kulluk arasında kurduğu bağdan kast ettiği şeyin siyasal iktidar olduğunu anlıyoruz.[1] Hatta biraz daha ileriye gidersek onun siyasal iktidar derken o günlerde Fransa’da belirmeye başlayan modern devlet olgusunu kast ettiğini de söyleyebiliriz. Eserin temelinde her türlü siyasal iktidarın kötü olduğu ve biçimce nasıl olursa olsun özce hepsinin tiranlık olduğu fikri yer alıyor. Siyasal iktidar denilen şey halkı yönetenler ve yönetilenler olarak ikiye ayırdığı gibi onu bir hükmetme-boyun eğme ilişkisi içine sokuyor. Ancak hükmetme ve boyun eğme ilişkisi siyasal iktidarın kurulması için elzem olmakla beraber onu devam ettirebilecek niteliği haiz değildir. Siyasal iktidar devam edebilmesini ikinci aşama olan buyurma-onama ilişkisine borçludur. Yani yönetilenler yönetenlerce yapılan eylemleri ve alınan kararları onadıkça siyasal iktidar devam edecektir. Oysa La Boétie’ye göre insanın doğası özgürlüktür. Özgür olarak doğan insan bu özgürlüğünü korumak ister. Ama insanlar kendilerine öyle yabancılaşmıştır ki artık özgürlüğü hatırlamaz bile. Peki ona göre bu kötülüğün yani siyasal iktidarın kökeninde ne vardır? Ne olmuştur da insanlar doğalarını terk ederek siyasal iktidarı tercih yahut icat etmişlerdir. Buna net bir cevap vermez La Boétie bunun bir kaza olduğunu söyleyerek iddiasının bu bölümünü karanlık bırakır. Ancak bildiği bir şey vardır o da siyasal iktidarı onun deyişiyle gönüllü kulluğu var eden neden insanın çeşitli şekillerde ikinci bir doğa kazanmasıdır. İnsan birinci doğasını koruyamamıştır. Onun koruyamadığı doğasının yerine ise alışkanlık ve eğitim yoluyla ikinci bir doğa konulmuştur. Bu ikinci doğa köleliktir. İkinci doğayı insanlara kazandıran güç/iktidar bu kadarla kalmaz. Halka doğasını sevdirmek için onu hegemonize eder. Böylece gönüllü kulluk eden insanlar adeta özgürlüğü için savaşırmış gibi siyasal iktidar için canını seve seve feda eder. Ancak siyasal iktidarın sürmesi için bu gönüllüğü kulluğun sürekli yeniden üretilmesi gerekir. Bu yüzden de tiranlar insanlara gönüllü kulluğu sevdirecek bazı yöntemler izlerler. Mehmet Ali Ağaoğulları eserde bahsedilen üç yöntem olduğunu belirtir ve bunları şöyle sıralar:
- Halkın zevk ve eğlenceye düşürülmesi. Boş şeylerle uğraşmasının sağlanması: bu şekilde yaşamaya alışan insanlar siyasal iktidar nasıl olmasını istiyorsa öyle olurlar. Onlar bu şekilde meşgul edildikçe edilgen ve efemine bir hal alırlar. La Boetie buna örnek olarak Lidya’nın başkenti Sardes’i ele geçiren Kyros’u gösterir. O kendisine karşı ayaklanan halkı öldürmek ve şehri yakıp yıkmak yerine şehirde genelevler, tavernalar ve eğlence mekânları kurulması ve kent sakinlerinin bunları kullanması doğrultusunda emir verir. Böylece Sardes garnizonu rahata erişir.[2] Daha yakın dönemden buna örnek olarak Portekizli diktatör Salazar’ın halkı oyalamak için başvurduğu “3F” yani “Fado, Futbol, Fiesta” politikası gösterilebilir.
- İktidarın paternalist-popülist politikalar izlemesi ve halka belli maddi çıkarlar sağlaması: Romalı tiranların “her şeyden çok midesinin zevkine önem verip kendini koyuveren bu ayak takımını aldatmak için sık sık” askeri birliklere ziyafet çektiğini söyleyen La Boétie bunlardan en zekisinin bile özgürlük için bir tas çorbayı terk etmediğini de ekler.[3] Oysa yazara göre bu bir lütuf değildir. La Boétie’nin görüşü meşhur bir Türk deyimini anımsatacak niteliktedir. Ona göre tiran hakkı olmadan kepçeyle aldığını kaşıkla geri vermektedir. Günümüzde de paternalist-popülist politikaların pabucu dama atılmış değildir. Latin Amerika’dan Afrika’ya, Asya’dan Avrupa’ya dünyanın pek çok yerinde hala siyasal partileri iktidara taşıyan söylemler paternalist ve popülist söylemlerdir. Üstelik La Boétie döneminde de muhtemelen var olan ama adı henüz konmamış “clientalism” belası da bu başlık altında ele alınabilir. Nihayetinde halkın kısa vadedeki çıkarları uğruna özgürlüklerinden vazgeçtiklerini iddia eder La Boétie. La Boétie’nin gönüllü kulluk dediği ve I. Kant’ın ergin olmayış hali diye nitelendirdiği bu durumu İskender Öksüz de zekâ seviyesinin düşüklüğü ile açıklamaktadır.[4] Nitekim kısa vadeli çıkarlar somut oysa uzun vadeli çıkarlar soyuttur. Bugün için makarna ile karnının doyması, ısınmak somut, bundan birkaç kuşak sonraki nesillere özgürce yaşayabilecekleri, ihtiyaçlarını karşılama sıkıntısı çekmeyecekleri bir ülke bırakma amacı soyuttur. Soyutların kavranabilmesi için belirli bir zekâ seviyesi şarttır.
- Halk kültürünün cehaleti yaygınlaştırıcı bir nitelik taşıması: Tiranlar karşılarındaki en büyük tehdidin bilgelik olduğunu bilirler ve bu yüzden cehaleti bilgeliğe yeğlerler. Bilgiyi de kendi amaçlarına hizmet edebilir hüviyette tutabilmek için kendi yandaşı olan aydınlardan yararlanırlar. Burada La Boétie döneminin en güçlü devletlerinden biri olan Osmanlı’ya değinerek şöyle der: “Büyük Türk**, her şeyden çok kitap ve doktrinlerin, insanların kendilerini tanımalarına ve tiranlıktan nefret etmelerine yardımcı olduğunu çok iyi anlamıştır. Topraklarında, onun istemediğinden fazla bilge kişinin bulunmadığını duydum.”[5] Halkı cehalete itekleyen en önemli etmen olarak -hiçbir zaman “kilise” kelimesini kullanmasa da- hurafeleri yayan din adamlarını sayar ve bunları iktidarla beraber iş tutmakla suçlar. [6]
La Boétie herkesten farksız iki gözü, iki eli, iki kulağı olduğunu söylediği tirana insanların kendilerini ezmesi için sağladığı üstünlükten bahseder ve bu iddiasını şöyle açıklar:
“Eğer siz vermediyseniz sizi gözetlediği bu kadar gözü nereden buldu? Sizden almadıysa, nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar sizinkiler değilse bunları nereden almıştır? Sizin tarafınızdan verilmiş olmasa üzerinizde nasıl iktidarı olabilir? Sizinle anlaşmadıysa sizin üstünüze gitmeye nasıl cesaret edebilir? Kendinize ihanet etmeseniz, sizi öldüren bu katilin yardakçısı olmasanız ve sizi yağmalayan bu hırsıza yataklık etmeseniz o ne yapabilir?”[7]
La Boétie’nin dile getirdiği soru bir bakıma da tiranın tek başına bu kadar kişiyi nasıl yönettiğidir. Burada devreye devlet aygıtı girer. Machiavelli’den tamamen farklı bir fikir öne sürerek tiranın hükmetme gücünün onun kişisel yeteneğinden değil arkasındaki devlet aygıtından kaynaklandığını söyler.[8] Tiran heykelse devlet aygıtı onun mermer kaidesidir. Bu kaide de ona itaat edenlerce ayakta tutulur. Devlet erki itaat ilişkilerini piramit şeklinde örerek tüm topluma yayar.[9] Bu piramidin tepesinde tiran bulunur. Onun altında sırasıyla tiranın yardakçıları ve halk yer alır.
Herkes kendini tiranla özdeşleştirir ve bir başkası üzerinde iktidar kurabilmek için üzerinde iktidar kurulmasına razı olur. Böylece pek çok küçük tiran çıkar ortaya.
Günümüzde de La Boétie’nin bahsettiği siyasal iktidarın ve itaat ilişkilerinin modern biçimiyle karşı karşıyayız. Tıpkı onun söylediği gibi “birlik” masalıyla “bir”liğimizi kaybediyoruz. Ne kadar allanıp pullansa da, makyaj yapılsa da siyasal iktidar özce aynıdır. Üstelik La Boétie karamsar bir düşünürdür. Bu bataklıktan kurtuluşun mümkün olmadığını, devlet bir kez kuruldu mu artık devletsiz olunamayacağını söyler. Özgürlükten elden bir kez kaçtı mı bir daha dönmeyecek bir kuş gibi bahseder. Burada akla bazı sorular düşer, düşmelidir de. Çünkü insanı yaşatan umuttur. Hala yaşıyorsak ve yaşamak azmindeysek sorulması gereken sorular var. Bu kadar karamsar olunmalı mıdır? Devletin varlığı ikinci bir doğayla açıklanmak zorunda mıdır ve bu aygıta tapınma derecesinde bağlılıktan kurtulmak gerçekten de imkansız mıdır? Tanrı’nın sözünün ve Türk’ün töresinin tüm bağlılıkların önünde olması ve gerçek özgürlüğe yalnızca Tanrı’ya imanla ulaşılması bir hayalden mi ibarettir?
Dipnotlar
* Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, Lisans Öğrencisi, [email protected]
[1] Etienne de La Boétie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, Çev. Ve Yorum: Mehmet Ali Ağaoğulları, İmge Kitabevi, 4. Baskı, Ankara, 2014, s. 69
[2] A.g.e , s.43-44
[3] A.g.e. , s.45
[4] İskender Öksüz, Alt Akıl: Aptallar ve Diktatörler, Panama Yayınları, 2017
** Osmanlı padişahı
[5] La Boétie, A.g.e. s. 39
[6] A.g.e. , s. 101-104
[7] A.g.e. , s. 25
[8] A.g.e. , s. 111
[9] A.g.e.