Montesquieu, 1748’de “Kanunların Ruhu”nu yayınlayacak, “kuvvet ayrılığı”nı savunacaktı.
İslam dünyasında da 19. Yüzyılda siyaset-din karışıklığının sakıncalarını görenler oldu, bizde Tanzimatçılarla İkinci Meşrutiyet İslamcıları böyledir. Türkiye’nin hukuki ve kurumsal modernleşme geleneği vardır; diğer İslam toplumlarında bu çok daha cılızdır.
Toplumsal düzeyde ise asırların yarattığı bu karışıklık hâlâ hayli etkilidir. Hâlâ siyasi propagandada dini motifler çok yoğun olarak kullanılıyor, somut sorunlar ve rasyonel çözümler bu ölçüde konuşulmuyor.
*****
Taha AKYOL
Falanca siyasi partiye oy vermenin “mahşerde berat belgesi olacağını” söylemek, bütün İslam tarihinde yaşanan bir problemin dışavurumudur: Siyasi gücü artırmak ve meşrulaştırmak için dinin kullanılması…
Zihnimizi güncel kavgalarla kısıtlamayıp daha kapsamlı düşünmeliyiz bu fevkalade ciddi problemi: Din-siyaset ilişkilerinde ve din-hukuk ilişkilerinde yaşanan karışıklık…
Bu, İslamiyet’in tabiatından gelen bir problem değildir. Avrupa’da da 18. Yüzyıla kadar mutlak kralların “Tanrı tarafından atandığı”na inanılıyor, kralların meşruiyeti bu varsayıma dayanıyor, kanlı din savaşları yaşanıyordu.
Hadisler bile uyduruldu
İslam tarihinde din-siyaset ilişkilerindeki ağır sorunları anlamak için değerli hadis âlimi Mehmed Said Hatiboğlu hocamızın “Siyasi İçtimai Hâdiselerle Hadis Münasebeti” adlı eserini mutlaka okumak lazım. (Otto Yayınları)
Hz. Ali’ye karşı Muaviye’nin iktidar mücadelesinden başlayarak nasıl siyasi hadisler uydurulduğunu örnekle anlatır. Peygamber Efendimizin Muaviye’yi, hatta Yezid’i öven sözler söylediğine dair Emeviler zamanında hadisler uydurulmuştu.
Abbasiler zamanında da onları öven uydurma hadisler.
Mezhep taassubuyla, İmam-ı Azam’ı lanetleyen uydurma hadisler ortaya atılmıştı.
Güç ve taraftar kazanmak için…
Sünni-Şii kutuplaşmasının temelinde hilafet yani iktidar kavgası vardı.
Bugünkü Müslüman toplumlara bu tarihin aktardığı en önemli sorun, dini referanslarla karışmış siyasi kültürdür. Onun için hâlâ siyasi güç mücadeleleri dini referanslarla veya karşıt radikal tavırlarla yürütülüyor!
Allah’ın yeryüzündeki gölgesi!
Muhterem Hatiboğlu hocamız, bu din-siyaset karmaşasının eski âlimler tarafından eleştirilmediğine dikkat çekiyor. Din referanslı hilafet ve saltanat kavgalarını tahlil etmek, hatalarını tespit etmek ve dersler çıkarmak yerine “içtihat farkıdır” deyip geçtiler.
Hocamızın deyişiyle “onların muhakemesini Allah’a bırakarak bütün olmuş bitmiş şeyleri külleyivermek cihetine gidilmekle her şey hallolunmuş sanıldı.”(Aynı eser, s. 148)
Otoritenin böyle kutsanması hükümdara “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi”denilmesine kadar tırmandı. Kendini böyle gören hükümdarların egosunu ve boyun eğmeyen âlimlere yaptıkları zulümleri düşünün.
Cevdet Paşa dönemin hukukçularını kast ederek “ağız açmaya korkarlardı” diye yazar.
Bu siyaset-din karışıklığı yüzünden “kanun” fikri ve “kamu hukuku” gelişmedi. Osmanlı’nın yükselme dönemi İslam tarihinde hukuk bakımından da en ileri dönemdir ama nasıl bozulduğunu daha 17. Yüzyılda Koçi Bey risalesinde okuyabilirsiniz.
Gannuşi’nin sözleri
Avrupa’da ise tarihi ve sosyolojik sebeplerle 17. Yüzyıldan itibaren gelişen bilimsel düşüncenin bir boyu da “siyaset bilimi”nin ve “hukuk” düşüncenin gelişmesiyle otoritenin sorgulanması olacaktı.
Montesquieu, 1748’de “Kanunların Ruhu”nu yayınlayacak, “kuvvet ayrılığı”nı savunacaktı.
İslam dünyasında da 19. Yüzyılda siyaset-din karışıklığının sakıncalarını görenler oldu, bizde Tanzimatçılarla İkinci Meşrutiyet İslamcıları böyledir. Türkiye’nin hukuki ve kurumsal modernleşme geleneği vardır; diğer İslam toplumlarında bu çok daha cılızdır.
Toplumsal düzeyde ise asırların yarattığı bu karışıklık hâlâ hayli etkilidir. Hâlâ siyasi propagandada dini motifler çok yoğun olarak kullanılıyor, somut sorunlar ve rasyonel çözümler bu ölçüde konuşulmuyor.
Tunus’taki İslami hareketin âlim ve bilge lideri Raşit El Gannuşi bu ağır sorunu görüyor ve bakın ne diyor:
“Tunus artık bir demokrasidir. Dini faaliyetleri ve siyasi faaliyetleri birbirinden ayırmak istiyoruz. Bu siyasetçiler için iyi olacak çünkü artık çıkarları için dini manipüle etmekle suçlanmayacaklar. Din için de iyi olacak çünkü artık siyasetin rehinesi olmayacak.” (AFP, 29 Mayıs 2016)
Samimi dindar bir insan özel ve siyasi hayatında dinin manevi ve ahlaki kavramlarını normal olarak elbette kullanır ama bunun siyasi propaganda için kullanılması dine de hukuka da büyük zarar vermektedir.
Dindarlar, siyasi sorunların dine yüklenmesine sebep olmaktan özellikle sakınmalıdır, değil mi?
Din için de siyaset için de salim yol özgürlükçü demokratik laik hukuk devletidir.
——————————————-
Kaynak:
https://www.karar.com/yazarlar/taha-akyol/din-ve-siyaset-9084#