İlahi Olanın İnsanileşmesi Süreci

Ömer AĞAÇLI

Din bir var oluş sorunu olarak insanlığın halk olmasıyla başlamıştır. İlk Peygamber Adem A.S. ile Son Peygamber Hz. Muhammed arasında geçen zaman içinde insanlığa inmiş ve Hz. Muhammed ile tamamlanmış hakikat bilgileridir. Her Peygamber Allah’ın mesajını birbirlerini tamamlayacak şekilde insanlığa indirmişlerdir. Her Peygamberin getirdiği din farklı değil, Allah’ın mesajının bir bölümüdür. Yani din tek’tir ve bunun ismi “İslam” dır.

Son Peygamber Hz. Muhammed ile tamamlanan din, Hz. Muhammed’e vahyedilinceye kadar ilahi, Hz. Muhammed’in dilinde ise beşerileşmiştir. Çünkü Peygamber ilahi olan bilgileri karşısındaki beşere, beşerin dil ve zihin formuna uygun onların anlayabileceği seviyede tebliğ etmiştir. Bu nedenle Kur’an’daki ayetlerin çoğu sembol ve metaforik ifadelerdir. Gazali bunu “ Arabı’ın dili müteşabihattır. Arab teşbihten anlardı.” Diye açıklamıştır.

İlahi olan hakikatlar, beşerin içinde bulunduğu çevre koşullarına göre oluşmuş aklı, idrak seviyesine göre açıklamıştır. Artık bu noktadan sonra ilahi olanlar insanileşmeye başlamıştır.

Değerli kelamcı İlhami Güler’in yerinde ifadesiyle “ Hz. Peygamber sonrası din alanındaki sözlerin, anlayışların tümü insan dolayımlı yorumlardır.”

Şu kadar var ki; Her Peygamber tek olan ilahi lisanı, kendi dönemlerinde tebliğ ettiği beşerin diline çevirmiştir. Her Peygamber Allah’ın lisanının tercümanı gibidir.

Şimdi Hz. Peygamber’den sonra müslümanların inanç ve amel hayatlatının nesil bir süreç gösterdiği üzerinde durmak gerekiyor. Ben İlahiyatçı olmadığım için bu süreci derli toplu açıklamam mümkün değildir. Bu nedenle Kelam Bilgini Değerli Hüseyin Atay’ın “ İslamı Yeniden Anlamak” adlı muhtevalı eserinden aktarmalarla anlatmak istiyorum. Sayın Atay diyor k: “  Hz. Peygamber zamanında bilgi ve hüküm kaynağı iki idi. Vahiy ve akıl. Bir meselede ayet varsa onu ortamın ve durumun gereğine göre Hz. Peygamber uygulardı. Eğer ayet yoksa o hususta akılla işe çözüm getirir ve uygulardı. Böylece hem ayet hem de akıl dinin iki bilgi ve hüküm kaynağı idi. Dört halife döneminde de aynı yol uygulanmıştır.

Dört halife döneminden sonra müslümanlar yavaş yavaş Kur’an’ı da , aklı da bilgi kaynağı olarak ihmal etmeye başladılar. Kur’an’ı ve aklı hüküm kaynağı almayı bıraktılar. Bu ikisinin yerine hadis leri koymaya başladılar. Daha önce hadisler, Kur’an’ı açıklamaya yardımıc oluyorken, bu defa hadisi esas aldılar. Kur’an’ı kenara bıraktılar.

İslam’da fırkalaşmalar başladıktan sonra her bir fırka kendini desteklemek için hadis aramaya koyuldular, bulamayınca da hadis uydurmaya başladılar. Ne de çok uydurdular. Yukarıda izah edildiği gibi lafızcılar olarak adlandırılan mezhepci, gurpucu insanların tutumu siyasilerin de işine yaradı. Lafızcılar akılcıları, siyasilerde halkı susturdu ve böylece İslam’ı ondört asır boyunca bu duruma düşürdüler.

Hadisciler Kur’an’ı ve aklı ihmal etmekte başarı kazanınca ortaya çıkan mezhepler de teşekkül edip kemikleşince hadisin yerini mezhep imamlarının içtihatları aldı. Böylece hadisler fıkıhın içine girdi. Fıkıh, hadisi kendi içinde eritti ve bir kenara itti ve sonuçta Din, mezheplerin fıkıhından ibaret oldu. En azından onbir asır böyle idare edildi. Din deyince fıkıh, şeriat denilince fıkıh anlaşılır oldu. Ortada din olarak ne Kur’an ne de akıl kaldı. Kur’an yaşayanların , canlıların şeriatı olmaktan çıkarıldı, ölülerin şeriatı oldu. Onbir asırdır Kur’an ölülere yol göstermektedir. Canlıların dini fıkıhtır….

Evet! Allah’ın din, beşerin, insanın elinde “ fıkıh” a dönüştü ve dini sonunda kendi şalıyla örttü, perdeledi. Dün olduğu gibi bugünde müslüman milletlerin din diye bildikleri ve hükümler fakihlerin sözleri, onların anlayışları ve yorumlarıdır. Bu Kur’an’daki ilahi metinden çok farklıdır. Bu din ALLAH’IN DİNİ DEĞİL, fakihlerin dinidir, yani beşerin dinidir.

Her insan kendi zamanının çocuğudur. Her insan kendi zamanının ve mekanının müşahididir. Her insan kendi zamanına göre düşünmek ve açıklamak zorundadır. Bugün İslam dünyasına bakıldığında 12 asır önceki anlayışların yani fıkıhın Allah’ın sözü gibi itibar görmektedir. Bu geleneksel din anlayışı olan fakihlerin din anlayışından kurtulmak gerekmektedir. Bugün geçmiş dönemin fıkıhlarına bakarak bugünün sorunlarını çözmek mümkün değildir.

Eski fıkıhlarda yani kaihlerin dininde ne yönetim sistemi ne fikir hürriyeti ne din hürriyeti gibi konuları bulmak mümkün değildir.

Kur’an’a bakınca Kur’an, din ve şeriat konusuna ilaveten muamelata ilişkin konular vardır. Muamelat hükümleri fıkıhın konusudur. Bu hükümler genel ilkeler ve değerlerdir. Bu dine inananlar bu evrensel, zaman ve mekan üstü bu değerlere göre beşeri sistemlerini kurmak durumundadırlar. Yani beşeri işler insana bırakılmıştır. Siyaset, ekonomi ve sosyal hayata ilişkin sistemler insanlara bırakılmıştır.

Şimdi son sözler olarak şunları söylemek mümkündür: Bugün müslüman dünya geçmişin çerçevesine hapsolmuş durumdadır. İşin en trajik tarafı da geçmişin kültürü din kabul edilmektedir. Din alanındaki sözlere bakıyorm da, bu sözlerin çoğu eski çağların anlayışı üzerine olduğunu görüyorum. Geçmiş olan geçmişe aittir, olmuş bitmiş şeylerdir. Dünün gerçekleri düne aittir, bugünün gerçekleri bugüne aittir. Geçmişin/ dünün kültürünü din olmaktan çıkarmak, akla ve vahye dayanarak yeni bir teoloji geliştirmek zorunludur. Bu konu da kelam alimlerinin görevidir. Yoksa geçmişi körü körünr taklit etmek durumunda kalmak mukadder olur. Bu da insanı kör kuyuya götürür.

Yazar
Ömer AĞAÇLI

Aksaray doğumlu, Ankara Devlet Mühendislik Akademisi İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunu. Daha sonra işletme masteri yaptı. Kamu da çalıştı... Emlak Kredi Bankası’nda mühendislik, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde imar başkanlı... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen