Recep BOZ
Algısal dünyamızın hudutlarını çizenlere karşı koyamadığımız 21. Yüzyılın gündelik hayatında, kallavi müşkillerle karşı karşıya kaldığımız herkesçe (!) bilinen bir gerçektir. Sosyal medyanın amiyane jargonu içinde dilimiz değişmekte, Televizyon dizilerinin pespaye kurgusal hayatları, mukaddes aile değerlerimize aksetmekte, akıllı telefonlar yıllardır can çekişmekte olan sıcacık muhabbetlerimizi iyice bitirmektedir. Ve daha ne yazık ki yukarıda sayılanlara nice eklemeler yapılabileceği gerçeği muhtemelen sorunların en büyüğü olsa gerektir. Fakat burada ele alınması gerektiğine yürekten inandığım sadece bir sorunu irdeleyeceğiz. O sorun ise 7 den 70 e herkesin bir şekilde münasebette bulunduğu, kapitalizmin nur topu gibi yepyeni veledi olan A.V.M dünyasıdır. Bu dünya, hayatımıza utangaç bir giriş yapmış ve kendini kabul ettirmek için hatırı sayılır bir çaba sarf etmiştir. Fakat bugün toplumumuz A.V.M’ ye kendini kabul ettirmek için utangaç bir giriş yapmakta, A.V.M ile yaşayan modern topluma ayak uydurmaya çalışmaktadır.
2000’li yıllarda yavaşça “Alışveriş Merkezi” ismiyle dilimize ve toplumsal yaşamımıza giren bu gerçek çok geçmeden dilimizde olmayan bir özellik ile kısaltılmış ve “A.V.M” tabirini almıştır. Burada dikkat edilmesi gereken ilk tehlike özellikle İngilizcede gördüğümüz kelime oluşturma kuralının, Türkçemizde de oluşmaya başladığı gerçeğidir. İngilizce de bazı isimlerin sadece baş harfleri alınarak ondan kısa bir kelime türetilmekte ve türetilen bu kelime, uzun ismin yerine geçerek zamanla semantiğini kazanmaktadır. Örneğin dilimizde de uzun yıllar kullanılan “VCD”, “Video Compact Disc” isminin kısaltmasıdır. İlk vurgulanması gereken yer Türkçemizin engin kelime dünyasına yakışmayan bu özellikle karşı karşıya bırakılmasıdır. Bu basit kelime türetme işi dilimize şimdilik bir zarar vermemiştir. Fakat mezkur fiil başka kelimelerde tekerrür ettiği taktirde bu işleme alışılacak ve anamızın ak sütü gibi temiz olan Türkçemiz, yozlaşmaya doğru evrilecektir.
“-Lütfen üzerinizde olan metal eşyaları çıkarın” sesiyle adım attığımız bu kapıdan saatlerce sonra ellerimizde poşetlerle çıkarken çoğu gerçeği maatteessüf farkedememekteyiz. Afilli dükkanların alışveriş yapmaya odaklı auraları içinde bir dükkandan bir dükkana savrulurken, geçen beyhude zamanın uzun saatlerini, dakikalar olarak görmekteyiz. Çünkü bu binalar mimarisinden dizaynına zaman mefhumunu silme odaklı tasarlanmaktadırlar. Zamanın nasıl ve ne şekilde geçtiği anlaşılmamalı ve müşteri zaman ile olan ittisalini koparıp, tamamen A.V.M ile bütünleşmelidir. Bu bir reklam ve alışveriş hilesi olmakla beraber son derece başarıya ulaşmış bir taktiktir. Aynı zamanda farkedilmeyen bu hile, uzun yıllar boyunca insanları A.V.M’lere esir edeceğe benzemektedir. Ta ki bir gün insanlar “Bu kadar süs ve güzel göstermek uğruna her şeyin yapıldığı şu merkeze niçin büyük bir saat koyulmuyor? Hem nostaljik olur. Acep bunun sebebi ne olsa gerektir?” diye sorup, arkasında yatan gerçeği aramaya başlayana kadar.
A.V.M lerin bir başka ifsad edici tarafı ise yemek bölümlerinden topluma yayılmaktadır. Bu tehlikeye “Karnını doyur ve çık git mottosu” ismini verebiliriz. Bu anlayışa hangi tarafından bakarsak bakalım geleneklerimize uymamakta, “müşteri velinimetimizdir” anlayışını yerleyeksan etmektedir. Kadim esnaflık geleneğinde A.V.M yemek dükkanlarının tavrı gibi bir tavır bulmak imkansızdır, muhaldir. Güler yüzüyle seni karşılayan bir esnaf çorbacısı “Müşteri, Allah’ın bizim için ayırdığı rızkı kapımıza kadar getiren misafirimizdir” mantrası ile müşteriyi hoş sohbeti eşliğinde doyurmakta, akabinde bir çay ikram etmekte ve yine güler yüzüyle uğurlayıp, müşterinin: “Allah iş rastlığı versin” duasına mazhar olmaktadır. Fakat A.V.M’lerin yemek bölümleri, sadece “Paran kadar ye” anlayışıyla hareket etmekteyken, toplumun “müşteri-esnaf” algısını yok etmektedir. Bu durumun sonuçları bugün gün yüzüne çıkmakla beraber, ilerleyen zamanlarda daha net görülecektir. Sadece para odaklı bakan ketum esnaf profilleri ve esnafa, “para at, eşya-hizmet” al perspektifiyle bakan müşteri profilleriyle karşılaşmamız çok geç değildir.
A.V.M, bireyselleşen ve cemaat olgusunu yitirmiş olan insanı daha bir bireyselleştirmekte ve toplum ile birey arasında olan uçurumu daha fazla derinleştirmektedir. Hümanizm gibi radikal ideolojilerin 21.Yy dünyasına el atmasıyla birey benlik duygusunu zirvelerde yaşamakta, kurduğu tüm cümlelerin öznesi “Ben” ile başlamaktadır. İşte bu durum reklam sektörüne tahakküm eden kapitalist düzenin biricik ekmeğidir. Bu ekmeği ise A.V.M dünyası iştahla yemektedir. Bugün A.V.M’ler “sen biriciksin, sen dünyanın merkezindesin, herkes sana baksın” gibi insanda egoyu tetikleyen performatif sözlerle hem kendi malını satmakta hem de bireyselleşen insanı toplumun dışına itmektedir. Bireyde toplumdan kopma sorunu, şizoid gibi bozukluklar, gençlerde topluma adapte olamama gibi belirtilerle açığa çıkmaktadır. Geleneklerimiz ve dinimiz asla bu anlayışı kabul edecek ölçüde geniş değildir, hatta karşıdır. Fakat şu bilinen bir gerçektir ki gelenekleri oluşturanlarda insanlardır, dini yorumlayanlar da. Hal böyleyken bireyselleşen insanın önümüzde ki on yıllarca geleneklerimizi ve dinimizi “bireysellik” üzerine temellendireceği ve yorumlayacağı fütürist bir iddia olmasa gerektir.
Bir mala biçilen paha onun kalitesi ile doğru orantılıdır. Aynı şekilde bir hizmetin ederi, arkasındaki çaba ve uğraşın büyüklüğüne bağlıdır. Bu sebepten pahalı bir mal ve hizmet için arka planında ucuz olandan ayrı olan bir etken bulmaktayız. Fakat A.V.M’ lerin çoğu arka planında ayrı ve artı bir kalite yatmadan bir malı pahalıya satmakta, ek bir çaba vermediği halde bir hizmeti ederinden yükseğe pazarlamaktadırlar. Bu durum belki toplumun zenginlik ölçütü ile baktığımızda orta tabakası ve üstü için bir sorun teşkil etmemektedir. Hatta şöyle bir eleştiri bile gelebilir; “İnsanlar istediği yerden istedikleri fiyata alışveriş yaparlar. Buna niye karışılsın ?” Evet bu eleştiri haklı bir eleştiri olabilir fakat şu göz ardı edilmektedir ki A.V.M’ler bugün özellikle küçük şehirlerde, şehir ekonomisine etki edebilmektedir. Örneğin A.V.M’de yükselen bir bardak çay ücreti çok geçmeden şehirde bulunan işletmelere yansıyabilmektedir. Aynı şekilde başka örneklerle şehir esnafının fiyat tablosunu oynatabilmektedir.
Takvimin standart günlerine insanların farklı anlamlar yükleyip bazılarını “Özel Gün” diye nitelendirmesi ve bu güne manevi olarak derinden bağlanması ile bazı ortak günler (Anneler günü-Sevgililer Günü) , bazen de bireysel (Evlilik yıldönümü) günler oluşmuştur. İnsanlar başlangıçta bu günlere duygusal bağ kurup manevi olarak bağlanmaktayken, maalesef A.V.M kültürü ile birlikte bu manevi bağ maddi bağa dönüşmüştür. Bu günler artık tamamen alışverişle geçmekte ve hiç olmazsa maddi değeri olan bir hediye ile son bulmaktadır. Hatta daha da kötüleşen hediyenin maddi büyüklüğüne göre insanların karşısındaki insana değer verme oranının belirlenmeye başlamasıdır. A.V.M’ler bu günleri özellikle ön plana çıkararak insanları kendisine çekmekte ve büyük satışlarını o günlerde yapmaktadırlar. Hal böyle olunca A.V.M’ler bu kaygıyı tabii olarak hissetmemekte ve büyük bir iştahla özel günlerin daha fazla maddi hediyeler ile kutlanması için reklamlar ile yoğun çaba sarfetmektedir.
A.V.M tehdidi gizliden gizliye toplumu sarmaktadır. Yukarıda değindiğimiz üzere bu tehlikenin tezahür etmiş olumsuzlukları vardır. Daha nice tezahürü ise atlamış olmakla birlikte başka yazılara ayırmaktayız. Ve yine ortaya henüz çıkmamış bazı olumsuzlukların tahminini yaptık, fakat başka tahminlerimize yine yer vermedik. Bu tehlike gün geçtikçe büyümekte iken sarf edilecek daha pek çok cümle vardır.
Recep Boz, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Lisans öğrencisidir.