Ömer AĞAÇLI
İnsanın sorumlu bir varlık olması, onun doğasının bir gereğidir. Yani insanın ontolojik durumu ile ilgilidir. 39/6 : ayette “ Allah sizi bir tek şeyden yarattı.” Ve 13/ 31 ayette ise:” Bu oluşları gerçekleştiren Allah’tır.” Belirtildiği gibi evrende var olan her şeyin özü, ortak ve bir’dir.” Allah her şeyi bir şeyden yarattı.” Ayetine Sufi yolu tutanlar; Allah her şeyi kendi zatına ait tek bir nurdan yaratmıştır. Her varlığın özü bu nurdan tezahürlerden başka bir şey değildir, diye anlamlandırmışlardır. Bu bağlamda mutlak hakikat bu nurun zuhurundan başkası değilidir, diyebiliyoruz. İlahi vahyin de anlattığı bu durumdur. Din diliyle buna tevhid denilir ki tevhid, Allah’ın zatı ve sıfatları, fiilleri itibariyle ilahi birliğin adıdır.
Hakikatin tevhid temelli oluşu, her şeyin her şeyle bağlantılı, bağlı oluşu demektir. Her şey içeriden birbiriyle bağlıdır.
İnsanın her türlü yaşam etkinlikleri ontolojik hakikata dayanmak durumundadır. Bu bir zorunluluktur.
İnsan doğası gereği varlığını ilişkilerle sürdürmek durumundadır. Yani var oluş ilişkilere bağlıdır. İnsan birlikte var olan bir varlıktır. İnsan tek başına değil diğerleriyle var olur. Bu yapı değişmez. 30/30 ayette : “ Allah’ın yarattığı fıtratta değişme yoktur.” Denilmektedir. Bu bağlamda diyebiliriz ki insan doğası gereği bütünsel bir var lıktır. Bu değişmez var oluşsal bütünlük sorumluluğu da zorunlu kılar. Kur’an’ı doğru okuyanlar mesajın özünün bu gerçeklik olduğunu anlayabilirler. Kur’an baştan sona insana bu var oluşsal sorumluluğu hatırlatır, varlık münasebetlerini bozmaması gerektiğinin altını çizer.
Bu bağlamda insan, tabiatla, toplumla ve Allah ile ilişkilerini kaybetmemek zorundadır. Yani insan, kozmik boyutunu kaybedince bütün varlıklarla dostluğunu da kaybeder. Sonuçta insan yalnızlığa, diğer insanlar karşısında yalnız kalabalıklara dönüşür. İnsan tüm kainatta Allah’ın tek muhatap aldığı, yaratılış gayesinin nedeni olan, amaçlı bir varlıktır. Bu nedenle de evrende tek sorumlu varlıktır. Bu sorumluluk hem Allah’a karşı hem de yaratılmışlara karşıdır. İnsanın sorumlu olması akıl ve irade sahibi oluşundandır. Vahiy sürekli insana bu sorumluluğunu hatırlatıcı mahiyettedir.
Sorumluluk, ahlakiliktir. Sorumluluğun olmadığı yerde ahlak yoktur. Sorumsuzluk hayvanlıktır.
Allah daima canlı, yaşayan ve bütün varlıkları varlığı ile ayakta tutan ve onlara hayat bahşedendir. 3/2:” Kendinden başka ilah olmayan Allah, cnlı, diri ve kendinden varolan, bütün varlığa kaynaklık edendir.”
Allah her şeyin hayat kaynağı ve her şeyin yöneticisidir. Allah, her şeyi kendi zatına ait ilim üzere yaratmaktadır. Kur’an’ın anlattığı var oluş gerçeği de budur. İnsana da bu var oluş gerçeğine göre yaşaması öğütlenmektir. Yani insan Allah’a uymak durumundadır. Bu zorunludur. Bu zorunluluk sorumluluktur. Allah’ın irade ve isteğine göre yaşamak demek, hayatın ve tabiatın kanunlarına göre yaşamak demektir.
İnsanın Allah’ın düzenine uymasını engelleyen, onu sorumsuz varlık haline getiren nedir o zaman? Bu sorunun cevabı kısaca insanın nefsidir. İnsanın nefsi hep kötü sıfatların kaynağıdır. Dünyadaki kötü huylar nefsin marifetidir. Ve insan nefsinin etkisiyle yaptığı kötü şeyler onun başına bela olarak döner. 4/62: “ İnsanların başına gelen musibetler, kendi ellerinin yaptıklarının sonucudur.” Diye dikkat çekilir. Şu kadar ki Kur’an sürekli aklı işleterek doğru yolda olunmasını ister. Çünkü doğru yol, Allah’ın yarattığı düzenden başkası değildir.
Sorumluluk, ahlak ve adalettir. Ahlak ve adalet bir denge düzen halidir.
Sorumsuzluk buhran doğurur. Soeumsuzluk insan hakk’tan ve halktan uzaklatırır.
İNSAN KENDİNDEN, AİLEDEN, TOPLUMDAN VE TÜM İNSANLIKTAN SORUMLUDUR. BU BİLİNÇLE YAŞAMAKTA ZORUNLUDUR.
Toplumsal hayatın temeli huzur ve işbirliğidir. Bu da ahlak ve adaletle olur. Ahlak ve dalet var oluşun kaidesidir. İnsanlığın erişeceği bir hedef ve gayedir. İnsanlık evrensel değerler olan, ahlak ve dalette birleşemezse hiç bir noktada birleşemez.