Kutlu Kağan DALKILIÇ
Türkiye Günlüğü dergisi 132. Sayısında Tuncay Önder’in kaleme aldığı başlıkta ifade edilen bu makale derginin en kıymetli yazılarından olsa gerek. Zira, Şevket Süreyya’nın başını çektiği Kadroculuk Hareketi’nden ve yaşanmışlıklardan birçok tecrübe edinmek mümkün. Olumlu ve olumsuz yönleriyle Türk Siyasi Tarihi’ne damga vurmuş bu hareket bugünün inkılâp meftunlarına da adeta yol haritası niteliği taşıyor.
Bu proje Tuncay Önder’in ifade ettiği üzere; Türk İnkılâbını ideolojileştirme, inkılâp için ideolojik dayanak oluşturma yönündeki ilk ciddi teşebbüs olma vasfını içerisinde barındırıyor.
Şevket Süreyya pek meşhur eseri “Suyu Arayan Adam” ile hafızalara kazınmıştır. Asya bozkırlarında Turancılık ile başlayan fikri yolculuk, Süreyya için Bolşevizm darbesinden sonra Komünizm’e daha sonra Türk Genel Devrimi ve Cumhuriyet inkılâplarıyla Kemalizm’e varan bir yelpazede seyretmiştir. Ancak Süreyya’nın ifadesine göre; O Turancıyken de Komünistken de Kemalistken de hep toplumcudur. Ve bu toplumculuğun izlerini belirleyen esas unsur Türk milleti ve Türk hürriyetidir. Ömrünün son demlerinde bile bu toplumculuktan sıyrılamadığını belirten Süreyya bu meşhur eseri çileli hayat yolculuğunu gelecek nesillere aktarmak için kaleme almıştır.
Kadroculuk hareketinden öğreneceğimiz pek çok şey var. Kadroculuk ne anlama geliyor, inkılâp ve ihtilal kavramları neye tekabül ediyor, ideolojiden ne anlamak gerekir gibi sorulara yanıt bulacağımız bu makale adeta tek kişilik dev kadronun hikâyesini de bizlere sunuyor.
Kadro hareketinin mensuplarından İ. Hüsrev Tökin, Süreyya’nın kadrodaki önemi için şu ifadeleri kullanıyor: “Hareketin fikir binasının mimarı ve hareketin önderi”. Bu ifadeler bize Süreyya’nın Kadroculuk için önemini ortaya koyuyor. Yine Emir Türk Eliçin, Kadroculuk için “Şevketizm” diyor.
Aydemir, Atatürk inkılâplarının toplumsal bir vasıf kazanarak geleceğe taşınmasında önemli projeler üretiyor. Bunlardan en önemlisi dönem itibariyle “Halkevleri” sayılabilir. Halkevleri aracılığıyla kırsaldan kentliliğe bir eğitim ve ideoloji serdeden Kadrocular, bu ideolojinin kalıcı olmasında en önemli vasfı yine Halkevleri’ne yüklüyor. Falih Rıfkı bu proje için şu sözleri söylüyor: “Türk cemiyetini birkaç hamlede terbiye etme usulleridir. Bir yeni cemiyet başka türlü yoğrulamaz.” Şevket Süreyya Halkevleri için: “ Gençliğin inkılâp esaslarına göre hazırlanması ve daima inkılâbın emrinde kalması için en emin vasıtalardan biridir.” diyor.
İnkılap ve İhtilâl kavramları Aydemir’e göre oldukça farklı şeyler ifade ediyor. Zira ihtilâl, mevcut iktidarın veya rejimin tasfiyesiyle yetinen bir hareket iken; inkılâp bir ihtilâl ile başlasa da toplumsal yapının bütünüyle değişimini hedef alır. Bir toplumsal nizamdan başka bir toplumsal nizama geçişin kültürel değişimini içerisinde barındırır. İşbu hareketlerin sosyal düzeyde zamana yayılmış halini inkılâp olarak tanımlıyor.
Aydemir inkılâpların nerede başlayıp nasıl biteceğine dair görüşünü ifade ederken zaman ve mekân sınırlarını tanımıyor. Aydemir’in ifadesine göre: “Türkiye daimi bir inkılâp içindedir.” Bu durum bize dinamik bir sürecin hedeflendiğini işaret ediyor.
İdeoloji ve şiar kavramlarına da büyük önem veren Aydemir, ihtilâlin bir şiarı olması gerektiğini ancak inkılâbın bir ideolojiye dayanması gerektiğini belirtiyor. Zira inkılâba şiar yetmeyeceğini ancak ideoloji ile toplumsal kimlik kazanabileceğinden söz ediyor. İdeolojinin vasfının siyasi ve toplumsal değişim olduğunu vurgulayan Aydemir, inkılâbı başlatan esas etkenin ideoloji olduğunu ve bu ideolojinin üst ve alt toplumsal strüktürdeki değişim hedefini vurguluyor.
Aydemir’in inkılâbı tanımlarken dikkatimizi çeken esas şeyin “cebri müdahale” olduğunu fark ediyoruz. Aydemir’e göre, “… İnkılâp, ne sadece kanlı vakayi ne de sadece reform demektir. İnkılâp, cemiyetin iktisadi ve içtimai temelindeki şe’ni bir değişikliğin, o ana kadar siyasi iktidardan mahrum bir halk kitlesinin cebri bir müdahelesile teyididir.”
Türk inkılâbında cebri müdahale halkın sokak hareketleriyle değil; emperyalizme karşı bir istiklâl mücadelesi olarak saraya isyan olarak başlamış olması tespiti bizim için oldukça kıymetlidir.
Aydemir inkılâpları ikiye ayırıyor. Bir düşünce sistemini temsil eden inkılâplar ve bir düşünce sistemine dayanan inkılâplar. Bir düşünce sistemini temsil eden inkılâplara örnek olarak Fransız inkılâbını veriyor. Rus inkılâbı ise bir düşünce sistemine dayanan inkılâplardandır diyor. Türk inkılâbını ise bir düşünce sistemini temsil eden inkılâplardan görüyor. Bunun esaslarını da sıralayan Aydemir; milletin bağımsızlığı, yüksek tekniğin uygulanması, hür ve eşit haklara sahip dünya cemiyetleri içerisindeki bağımsız Türk milleti hedefiyle bu esasları formüle ediyor.
Kadroculuk hareketinin inkılâba dair belirlediği dört temel unsuru sıralayan Aydemir, bu unsurları hayati derecede önemli buluyor. Bunlar:
1. İnkılâbın felsefesi ve dünya görüşü
2. Bu ideolojiyi benimseyen önderler kadrosu
3. İnkılâbın halka inmesi ve inançlar sistemi oluşturması
4. İnkılâp heyecanı ve disiplini; yani taktik ve stratejik eylem planı
İnkılâp heyecanını önemseyen Aydemir, yorulacak ve bıkacak mücadeleci ruhundan yoksunlarla yol yürümeyi kendisine yük olarak görüyor. Pesimizm’e karşı Optimizm inancını bünyesinde taşıyabilecek ruhlarla yol yürümenin önemini belirtiyor. Bezginlik ve mistisizmin inkılâbı olumsuz etkileyeceğini bilen Aydemir belki en iddialı sözü bu noktada söylüyor: “İnkılâbın selametini kendilerine emanet edeceğimiz inkılâp neslinin masun kalmasını istiyorsak, inkılâp heyecanını sade bir ahlak değil, yeni bir din gibi mukaddesleştirelim!”
Kadronun önemini her defasında vurgulayan Aydemir, Kadronun temel özelliklerini; şuurlu, öncü, azınlık fakat ileri ve disiplinli olarak sayıyor. Tuncay Önder’e göre bu durum Şevket Süreyya’nın “jakoben” kimliğinden kaynaklanmaktadır. Kadroyu sıradan vatandaştan değil öncü elitlerden kurmak isteyen Aydemir “halk için halka rağmen” anlayışının da mimarı sayılabilir. Zira Şevket Süreyya için halk bir düşünce sistemi olarak ideolojinin dışındadır.
Aydemir, kültür konusunda Gökalp’le şu sözlerle benzeşiyor: “ Biz Avrupa’nın ne iktisadi ne siyasi ne de ahlaki bünyesinin hayranı ve takipçisi olamayız. Biz Avrupa’nın sadece tekniğinin ve ilminin mirasçısıyız.”
Tunca Önder’e göre Ziya Gökalp’de tekniğin dışarıdan alınmasındaki temel neden kültürü korumaktır. Oysa Aydemir, tekniğin dıştan alınmasını toplumsal değişimi hızlandırmak için öneriyor. Bu şerh düşülmesi gereken bir ayrım ancak bizim kanaatimiz, teknik ve ilmin de kültür yüklü kodlar halinde bir millete iktibas ettiğidir. Zira eşyaya hâkim olan kültürü de domine eder.
Tüm okurlarımızı Türkiye Günlüğü’nün 132. Sayısında yer bulan bu eşsiz makaleyi incelemeye davet eder, Kadroculuğa dair eleştirilerimizi baki tutmakla birlikte bu konuya gelecek yazılarımızda yer vermeyi uygun görürüz.