Turgut GÜLER
Nemelâzımcılığın vitrinden ve neon lâmbalarından inmediği günler yaşıyoruz. Hemen her ağzını açan, yabancı ve düşman kategorisine girenlerin emeline hizmet ediyor. O havasına, suyuna, toprağına minnet ve şükrân borçlu olduğumuz “vatan”, meğer cilâlı lâflardaki sermâyeden ibâretmiş.
Birileri kalkmış, demokrasi havârîliği yapıyor. Sandık ve seçmen mugâlâtası içinde, taktığı sahte çiçeklere baka baka, bahçemizin suyunu kurutuyor. Onların karşısında durduğunu iddia eden ekibin dilinde de, mukaddes değerlerimiz perîşan hâle getiriliyor. Esas üzerine titrenilmesi lâzım gelen “vatan” ve “millet” mefhûmları, moda aksesuarı olarak bile kaale alınmıyor.
Türk milleti daha çok uzağa gitmeden, bu filmi gördü. Ama neylersin, “hâfıza-i beşer nisyân ile mâlûl.” Rahmetli Mehmed Âkif’in dediği gibi:
“İbret alınsa, târîh tekerrür eder mi?”
Cemm-i gafîri Müslüman olan Türk milletinin, hangi çıfıt hesaplarla, dinî hassasiyetleri ip yapılıp üstüne cambaz çıkarılır? Herkesin en asgarî ölçüde bilmesi gereken husûs, “bu topraklara tesâdüfen gelmediğimiz” dir. Bizi buraya getiren şuûr, Türk’ün Müslüman hâlidir. Üstelik aynı şuûr sâyesinde, Dünyâ’nın en güzel ve mübârek toprağını vatanlaştırdık.
Zamân zamân “Anadolu” edebiyâtına kurbân edilen vatan coğrafyamız, serî hamâkat ve zihin heyelânları yüzünden, kırpıla kırpıla bu hacme indirildi. “Türkiye” ile “Anadolu” sözleri, bilmeyenlerin elinde ve dilinde aynı mânâya kullanılır oldu. Hâlbuki Kaanûnî çağındaki muhteşem sınırların içine giren kıt’alar arası topraklara da “Türkiye” deniyordu. Tıpkı, teknik zorlamalar yüzünden değil, yeryüzüne hâkim olan anlayış dolayısıyla, Osmanlı tebaasının tamâmına “Türk” denmesi gibi. Tek farkla ki, aynı tebaaya bir kısım mahfîllerde “Türk”le aynı mânâda “Müslüman” adı veriliyordu.
Vatansız demokrasi hangi mantığa oturuyorsa, bugünkü hây u huy itişmesi, aynı direğin tepesine bakıyor. Her çeşit teferruâtı sayıp dökenler, ne hikmetse “vatan”ı görmezden geliyorlar. Aliyyü’l-âlâ bir kıyâfetin dahî, üzerinde denenmesi gereken vücûda ihtiyaç duyduğunu bilmeyenler, ha bire rejim tekerlemesi yapıyorlar.
Bugün, Türkiye’nin etrâfı tam çevrilidir. Ateşten çember içine alındığımızı görmek için, yüksek râkımlı tepelere çıkmanın lüzûmu yok. Aşağılardan da dehşet manzarası fark ediliyor. Milletçe güçlü ve birbirimize kenetlenmiş olmamızı, bizde gözü, hesâbı olanlar, ustaca engelliyorlar.
Deve kuşu misâli, kafamızı kuma gömdükçe, bu acınası vaziyetten kurtulmamız mümkün değil. Dışımızdaki Dünyâ’dan bir Allâh’ın kulu, Türk’ün iflâh olmasını, rahat etmesini istemiyor. Elhak, içimizde de aynı istek programı tekrârlanıyor.
Mes’ele, târîhin en eski ve köklü milletinin vâr olma, yok olma mes’elesidir. Gerisi lâf ü güzâftır ve de teferruâttır. Bu özü kavrayıncaya kadar, umalım ki, altımızdaki atı alanlar Üsküdar’a geçmiş olmasınlar…