Ömer AĞAÇLI
Her şey insanın var oluştaki özüne göre ortaya çıkmaktadır. İnsanın özü ile İslam kavramı aynı anlama gelmektedir. İslam kavramı, insanın fıtratını, yaradılış amacı ve gayesini içerir. Bu bağlamda insan yaradılış amacına göre yaşamak durumundadır, bu bir zorunluluktur. İnsanın yaradılış amacı, Allah’a kulluktur, Allah’ı bilmektir. İnsanın yaratılış amacına göre yaşayabilmesi için hem kendi nefsinden hem de insan için yaratılmış nimetlerden ruhunu kurtarması gerekir. İşten bu noktada diyebiliriz ki İslam, insanı özgürleştiren; hodperestlilten, putperestlikten kurtararak onu sadece hakkperest konuma yükselten bir var oluş gerçeğidir. Hodperestlik, insanın nefsine tapınması, putperestlik ise insanın Allah’ın yarattığı varlıklara tapınması anlamında kullanıyorum.
İnsanın insana tapma illeti de putperestlik kavramının içeriğinde kendini göstermektedir.
İnsan, nefsine ve Allah’ın yarattığı varlıklara taparak, takılarak, onlara taparak, onları fetiş haline getirerek zelil hale düşer. Yani onları Allah’ın yerine koyarak kendini köle, zelil duruma getirir.
Putperestlik kavramının içeriğinde çok şey vardır. Bu makale kapsamında insanın insanı fetiş haline getirerek onu ilah edinmesi ve ona tapması, kendi tekamül ve terakkisinin önünü kendi elleriyle tıkaması illeti üzerinde durmak istiyoruz.
İslam kavramının din alanındaki mutlak anlamı, insanın özü ile bağlı olduğu ve fakat insanın farkında olmadığı, bağlı olduğu Allah’tan bağını koparmaması, kopardıysa tekrar bu bağın yeniden sağlanması demektir. Gelmiş geçmiş her peygamberin asıl misyonu da burada aranmalıdır. Her peygamber bu var oluş gerçeğini insanlara anlatmışlardır. Kur’an 21/25 ayette bu hususu vurgulamaktadır: “ Senden önce hiç bir peygamber göndermedik ki, insanlara “ Benden başka ilah yoktur, sadece bana kuluk edin!” diye vahyetmiş olmayalım.” İstenen, ideal durum böyle olmakla birlikte, gerçek hayatta ise insanlık, Allah’tan gayri olanlara takılarak, onlara yakayı kaptırıp taparak, kendi var oluş sorunlarını kendi elleriyle oluştururular. Allah’tan gayri olanlara kısaca” masiva” denilir ki, insanın maddi, manevi sorunlarının ve savruluşlarının kaynağı işte bu noktada, masiva mehzenlerinden nefsini kurtaramamasıdır.
MASİVADAN KURULMADAN MAVERAYA YOL BULMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR.
Kur’an baştan sona insanın önüne masiva mahzenlerini koymakta, bu mahzahzenlere düşen insalığın hallerinden söz etmektedir. Masiva mahzenleri o kadar çok ki insanın bunların mahzen olduklarını idrak etmesi çok zordur. Masiva mahzenerinden biri de insanın insanı kutsaması ve kendi önünü kendi gibileriyle kesmesidir. Kur’an geçmişten örnekler vererek insanın insana tapma illetine dikkatleri çekmektedir.
9/30: “ Uzeyir, Allah’ın oğludur, dediler. Hristiyanlar da, Mesih allah’ın oğludur, dediler.”
9/31:” Hahamaları ve rahiplari Allah’tan gayri rablar edindiler, Meryem oğlu İsa’yı da.”
Kur’an kendi dönemimde; 3/64: “ Yalnız Allah’a kulluk edelim. O’na hiç bir şeyi ortak koşmayalım. Birbirimizi rab edinmeyelim.” Demiştir. Ve hatta inananların peygamberlere bile tapmasının yanlışlığını vurgulamıştır.
3/79: “ Hiç bir insanın, Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra, “ Allah’ı bırakıp bana kulluk edin, bana tapın.” demesi mümkün değildir. Tam tersine Rabbe halis kullar olun , derler.”
Dini alanının temel referans kaynağında bunlar olmasına rağmen, sadece din alanın da değil,hayatın tüm diğer alanlarında başarılı olmuş kimseleri o alanda otorite kabul ederek, onları lahuti kabul etmek doğru değildir ki beşeri alanda maalesef bunlar çok sık karşılaştığımız durumlardır.
Burada sözü değerli kelam hocası Hüseyin Atay’a bırakmak istiyorum. Sayın Atay’ın o içeriği zengin Cehaletin Tahsili” kitabından alıntılar yapacağım.
Sayın Atay “ Bireye Tapma” adlı makalesinde şöyle diyor: “ Seçkin bireyleri putlaştırma; seçkin bireylere körü körüne boyun eğme ya da onların gerçek değerlerini abartma ya da kusurlarını da üstünlük sayma biçiminde belirir. Özellikle üstün önderler bu alanda putlaştırılır. Bu putlaştırmanın çeşitli sakıncaları vardır. Herşey putlaştırılanlardan beklenir. Bireysel girişkenlikler ve yaratıcılıklar gevşer. Putlaştırılanın olumsuz yanları da olumlu görülür, bu da topluma zarar verir. Bunlar Kur’an’ın reddettiği en yıkıcı olan dolaylı şirk halleridir. Tarih boyunca İslam toplumlarını ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını başarısızlığa sürükleyen, bu bireye tapma zihniyetidir. Kur’an insanlığı şu ayetlerle “ uyarmış tır. Mutlak bilgi Allah’a aittir. “ Her bilgi sahibinin üzerinde bir başka bilen vardır.” 12/76 Bu ayetten çıkan mana şudur. İnsandan ortaya çıkan her şey görecelidir, mutlak değildir. Bilgide beşer otorite olamaz.. Kur’an ilimde otoriteyi reddeder. İslam toplumlarında gizli, perdeli bir şirk vardır. Yani putperestlik, sahte tanrıclık. Bu şahıs otoritesidir. Bu otorite Allah’ın yerine geçmiştir. Kur’an baştan sona bu şahıs otoritesini, putculuğu ilk üç nesil insanların zihinlerinden silmeyi başarmıştır. Daha sonra gelen nesiller bu şahıs otoriteciliğini kutsallaştırmışlardır.”
Din de ilimde otorite insanlığın felaketini hazırlar. Otoriteye tapma kült oluşur. Bu da taklide götürür.. Taklid insanı sürüleştirir, köleleştirir. Benim ufacık aklımla tarihten anladığım, İslam Medeniyeti denilen o medeniyetin duraklaması ve etkisiz hale gelmesinde, o dönemde tebarüz etmiş kimselerin taklid edilmesi, onları aşılmaz kabul edilmesidir. Bu da donuklaşma ve gelişmenin önünün kesilmesidir.
Kur’an insanın aklını kullanmasını emreder. Yani aklı kullanmak farzdır. Oysa otoriteye tapınma kültü, insanı düşünemez hale getirir. Kur’an, Allah’ın insanlara varlığın işleyiş yasalarına göre yol göstermektedir. Bundan da sorumlu tutmaktadır. Sorumluluk, insanın akıl sahibi olmasındandır.