Ömer AĞAÇLI
“Din” ve “İlim” de en problemli konu, her iki alanda ortaya çıkan beşeri otorite konusudur.
Dinin kaynağı Allah’tır. Allah’ın vahiy yoluyla vahyi alabilecek yetkinlikte olan peygamber kulları kendine yaklaştırıp onlara hakikatten haber vermesi, bu bilgileri onların ruhlarına yüklemesidir. Vahiy, peygamberlerin dillerinde beşeri lisanlara, kelimelere, kavramlara dönüşerek insanlığa tebliğ edilmiştir.
Bütün sorun tebliğ edilen vahyin her zama ve mekanda doğru anlaşılmasıdır. Vahyin anlaşılma biçimleri ise vahyin beşer açısından yorumudur.
İslam’da vahyin yorumunu Allah, gerçek alimlere, kendine alim süsü veren sözde, sığ kimselere değil, bırakmıştır. 3/7 ayette bu kunuya şöyle vurgu yapılmıştır: “ Onun tevilini Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise: Ona inandık, hepsi Rabbimizdendir, derler. Bunları ancak aklı selim sahipleri düşünüp anlarlar.”
diye. Bu işarete göre, “ rasihler”, Allah’a yaklaşmış ve O’ndan ruhla destek almış, mukarrebin olanlardır. Mutlak bilgi, Allah’ın ruhla desteklediği kimselerin sinelerinde ortaya çıkanlardan ibarettir. Nitekim40/15 ayette bu gerçeğe işaret edilir: “Emrinden olan ruhu, kullarından dilediğinin içine indirir.” Ve 24/35 ayette de “Allah dilediğini nuruna eriştirir.”
Şu kadar ki “rasihler” takva younu tutan, müminleşmiş, nur sahipleridir, Allah’ın ruhla desteklediği, ilim ve irfan sahipleridir. Din alanında bulunan felsefeciler ve kelamcılar değilidir. Her ne şekilde olurlarsa olsunlar rasihler de birer beşer ve belli derecelerde hakk’a yakınlık kazanmış kullardır. Onların da akıl ve idrakleri bulundukları derecelerle sınırlıdırlar. Mutlak bilgiyi bilemezler. Mutlak bilgi Allah’a aittir. Yani külli ilim Allah’a aittir. 12/67 ayette; “Her bilenin üzerinde bir başka bilen vardır.” Denilerek bu konuya açıklık getirilmiştir. Bu ayettin anlamı ilimde otoriteryanizmin reddidir.
İşte tam da burada, insanların yanılmaz bilgi kaynağı olarak kabul edilmesi, otoriteleri ortaya çıkatmıştır ki otoriteler hem din hem de ilim alanını sarmıştır.
Burada sözü Değerli İlahiyatçı Şaban Ali Düzgün’e bırakalım. Bu konuda ciddi tesbitleri vardır. Sayın Düzgün diyro ki: “İslam düşüncesinin merkezinde Allah bulunur. Batı düşüncesinde ve onun köklerini oluşturan Yunan felsefe geleneğinde, merkeze insan yerleştirilir. Bütün ölçüler insana göre oluşturulur. İlahi olan hiç bir şekilde dikkate alınmaz. Burada insan derken tek tek insanlar anlaşılmamalıdır. Bu insan, belli dönemde büyük işler başaran insanlardır. Bunlar otorite haline gelmektedir. Kendilerinden sonra peygamberler gibi sürekli taklit edilmektedir. Zirveye yerleştirilen bu insanların taklit edilmesi ve aşılmaz şahıslar olarak lanse edilmesi, belli bir süre sonra ilimlerde donuklaşmaya yol açmakta, gelişmenin önü tıkanmaktadır.”
Buradan devam edersek diyebiliriz ki, İslam bir tebliğ dinidir. Bu tebliğ, insanın akıl ve iradesinin önüne konulmuştur. Ve isteyenin imanı ve inkarı seçme serbetisi hakkı verilmiştir. Dini kabul etmek bireysel tercih meselesidir. Bu da şunu göstermektedir. Temelde tebliğ olan bu dinin her türlü kurumsallaşmalara ve gelenekselleşmelere kapısının kapalı olduğudur. Tarihi tecrübe şunu göstermiştir ki, geri kalan, zamanın dışına savrulan kültürel varlıklarda, bol bol dini otorietelerin ortaya çıktığı, bunların sözlerinin ilahi, mutlak kelam gibi kabul edilip onlara uyulduğu yönündedir. Şu kadar var ki otoriteleri fetiş haline getiren milletler tarihin çöplüğüne atılırlar, dinle yollarını yitirirler.
İslam dini velayeti ilme dayandırmıştır. Ve böylece her türlü otoriteyi reddetmiştir. Yani kimseye ruhsat, yetke vermemiştir. Allah kimseye manevi temsil yetkisi vermemiştir. Peygamberler bile birer tebliğcidirler. Allah’ın temsilcileri değildir.
Şimdi kısaca ilim üzerinde durmak gerekiyor. Bize göre ilim doğadaki nesneleri birçok yönden inceleyerek kimi sonuçlara ulaşmaya çalışmaktır. İlmin en önemli özellikleri dinamik öğeler içermesidir. Zaman ve mekana bağlı olarak sürekli değişim içindedir. Aşkın olanın dışında kalan doğa bilgisi, insanın teorik aklının ürünüdür. Bu alndaki bilgilerin gerek kriterleri gerekse sonuçları tamamen insan aklının ürünüdür. Bu nedenle bilimsel mutlak bilgi olamaz.
Sonuç olarak din, değişmez. Onu ne zaman ne de mekan değiştirebilir. Zaman ve mekana göre değişen din anlayışlarıdır. Bilim alanında durum farklıdır. Bilgi,zamana ve mekana göre değişim, gelişim gösterir. Değişen din anlayışları, değişen bilim alanında otoriteler kabul etmek, onları duayen, ilah, fetiş haline getiirilmesi, beşeriyetin kendi önünü tıkaması, terakki ve tekamülünün önünü kesmesidir, diye düşünüyorum.