Ayşe Yavuz YAZICI
Genç ölümlerinin kanıksatıldığı, ahlaki çöküşün normal karşılandığı, çekirdek aile inancının gerek teknoloji ile gerekse aşırı ve yanlış sosyalleşme ile her geçen gün bir uzvunu kaybettiği toplumda Sokrateslik taslayarak meğer ben hata yapıyormuşum.
Lunaparklarda bir oyun standı vardır hani. Elinize aldığınız tokmak ile deliklerden çıkan köstebek kafalarına vurursunuz. İşte bu mekanizma dahilinde ne zaman toplumun aksayan bir yönüne parmak bassam herkesin elinde bir tokmak görüyorum. Oysa “Evet bak bu konuda çok haklı” dense kimsenin incileri dökülmez.
Yanlışsınız işte. Galileo gibi direniyorum fikrimde: Siz ne derseniz diyin yanlışsınız. Çünkü okumuyorsunuz. Tefekkür etmiyorsunuz. Bizim gibi okuyan irdeleyen insanları da cahil kafalarınızla ötekileştirmeye çalışıyorsunuz. Bir yerlerden – o da isteminiz dışında- öğrendiğiniz bir kaç aforizmayı kitabın tamamı sırf bu cümleden ibaretmiş gibi önümüze seriyorsunuz.
Dinci kesimi de aynı, sosyolog kesimi de aynı, kültür kisvesi altında yobazlığından bir dirhem eksilmemişi de aynı.
Misal saçı rastalı kolu dövmeli hiçbir insandan ahlaka aykırı, insanlığa sığmayan bir davranış görmedim. Hatta içlerinde toplum adına, sanat adına ve daha pek çok kulvarda başarılı işler yapanlarını gördüm. Tırnaklarınızı yiyerek izlediğiniz saçma sapan dizilerden kafanızı kaldırıp baksanız azıcık göreceksiniz etrafınızda neler olup bitiyor. Oruç tutmak ve namaz kılmak dinin emriyse, ilk emir de “Oku!” idi. İlk çark yanlış dönünce haliyle sizde tüm sistem çöküyor. Birazcık da zihin orucu tutsanız mesela. Uzun saplı bir fırça ile beyninizde mesken edinmiş örümcek ağlarını alıverseniz. Kalplerinizdeki kiri pası sökecek ve bilumum haşeratı öldürecek ruhani kimyasallar edinseniz. Ferrarinizi satmanıza filan gerek yok. Kitabı hakkıyla okuyunca Nirvana’ya ulaşılıyor zaten.
Uyduruk hadislerin perdesine bürünüp, sünnetmiş yahu diyerek kaynağını araştırmadan bodoslama dalmasanız aynı fiile mesela.
Konuşmayı öğrenseniz diyorum. Yumruklarınız yerine dilinizi kullansanız. Çünkü eller tokalaşmak için yaratılmıştır. El atsanız, el verseniz, el elden üstündür deseniz, elden geldiği kadar demeyi öğrenseniz, el elin eşeğini türkü çağırmadan arasa mesela.
Dünyanın öküzün boynuzları üzerinde dönmediği yüzyıllar önce ispatlandı ama siz hâlâ onu mavi-yeşil bir küreden ibaret sanıyorsunuz.
Okuyun diyorum, okuyun!
İnsanı okuyun, evreni okuyun. Belki böylece (iki gün evvel şahit olduğum gibi) çocuklarınız yaralı bir kediyi “Ne işin var senin burda, git hayatını yaşa” diyerek tekmelemez.
Okuyun diyorum, okuyun!
Tarih okuyun mesela. Sadece bir haremden ibaret olmayan devletül alâ’yı okuyun. On beş yaşında fetihlere imza atan genci okuyun. Psikolojik sorunları ile kendini müdafadan marazlı bir isimden müteşekkil değil tarihimiz.
Okuyun diyorum, okuyun!
Tıp okuyun meselâ. Drajelerden çok bir su sesi ile rehabilite edilen hastalıkları okuyun. Belki böylece daha az hasta olur daha çok sahip çıkarsınız doğal kaynaklarımıza.
Okuyun diyorum, okuyun!
Felsefe okuyun, bu adam ateist demeden. “Herkesin içinde bir peygamber saklıdır ve yeri gelince vaaz eder” diyen birisi size de dininize de küfür etmiyor. Gönül gözünüzle okuyun.
Okuyun, insanı okuyun! Zira “Yasin” diye başladığınızda aslında “Ey İnsan ” deyip kendinize sesleniyorsunuz; bunu sadece ölülerin başında değil anlayarak kendinize okuyun.
Gençliğe hitabeyi okuyun. Dalalet içinde kalmamak adına, zillet altında kalmamak adına okuyun. Ama en çok kendinizi okuyun. Belki o zaman fikirlere yeni bir pencereden bakma şansı verirsiniz kendinize.