Politika ve Politik Toplumun Unsurları

Kutlu Kağan DALKILIÇ

Politika Fransızcada Anglosaksonların policy ile politics kavramlarını aynı anda ifade eden bir kelimedir. Bu anlamda kavramları biraz açacak olursak; policy bir kimsenin, bir grubun veya bir hükümetin anlayışına, icraatlarına veya icraatın kazanımlarını ifade eder. Politika ise politik olanın yani grupların icraatlarındaki metotlarını veya icraatın nihai amacı olarak tanımlanabilir. İngilizcedeki anlamıyla politics kavramı politikanın tanımını yaparken çeşitli grupların birbiriyle çarpıştıkları alana karşılık geliyor diyebiliriz.

Politika asırlar öncesinde Yunan site rejimlerinde yani şehir devletlerinde aristokratlar ve halkın çatışmasından doğmuş sayılabilir. Zira o dönemde halkın küçük ancak eğitim seviyesi yüksek şehir merkezlerinde aristokratlara karşı yönetime katılma arzusu politik toplumun kuruluşu için ilk temsildir. Politikaya katılmak için aristokrasi sınıfıyla çatışan yunan şehir halkı politikanın modern anlamda iki öğesini de belirlemiştir. Birincisi çatışma ikincisi ise çatışmadan doğacak olan uzlaşma. Zira sürecin sonunda halkın aristokrasiyle çatışmasından bir uzlaşı doğmuş ve bu yazılı kurallara bağlanarak nihayete ermiştir. Politika öz itibariyle toplumun egemenliğinin teşkilâtlanma şeklidir ve bunun ilkeleri çatışma ve uzlaşıdır.

Politik topluluk anlayışı da siyaset bilimi teorilerine buradan intikal eder. Politik topluluk kısmen zıt kısmen de bağdaşabilir icraat planlarının yasa ile denetlendiği bir duruma karşılık gelir. Toplulukların birbiriyle çıkar çatışmaları ve sonunda bir denge sistemi olarak uzlaşmaya varmak zorunluluğu politik toplumu doğurur. Aynı zamanda politik toplumun mihenk taşı olan çatışmanın sonunda gelen uzlaşma anlayışı modern demokrasilerde çoğulcu sistemlerin de kaynağıdır.

Politik toplumdaki çatışma ve uzlaşma kavramlarını realitenin sınırlarında kavramak zorundayız. Realitenin bilinci bizzat realitenin parçasıdır. Politik icraat programları aynı zamanda politik realiteyle doğrudan bağlantılıdır. Dolayısıyla realiteden bağımsız bir siyasi sistemden söz etmek bu anlamda mümkün değildir. Politikanın çatışmadan bağımsız oluşabileceğine inanan teoriler ne kadar realiteden kopuksa yine politikanın uzlaşmaya varmadan sürebileceğine inanmak da aynı kopukluğun bir başka tezahürüdür.

Politika bir toplumun yine olgun bir toplum olarak sayılabilmesi için başta gelen karakteristiktir. Çünkü o insanları işbirliğine mecbur eder. Ve bu işbirliğini yasalarla güvence altına alır. Sözlü kültür bu yükü taşıyamayacak kadar ağır olsa da yazılı kültürden bağımsız veya sözlü ve yazılı kültürle sentezlenmiş politik toplumlar da yok değildir. Zira modern demokrasi için bunun en iyi örneği hem teamüllerle hem de yasalarla idare edilen İngiliz toplumudur. Ancak Fransa bunun zıddı bir politik toplum tavrı sergiler; zira orada teamül ancak iç çatışmalara sebep olacak bir belirsizlik alanı doğurmuştur. Sürecin sonunda ise Fransız İhtilâli ile yasal egemenlik kavramı içerisinde yeni hak ve özgürlüklere kavuşulmuş sayılabilir.

Aristoteles‘in Politika’sı asırlar evvel politikanın ve Yunan site devletlerinin işleyişini açıklamaya çalışan bir temel metin olarak kabul edilmiştir. O bu eserde vardığı politikanın üç temel rejimini şöyle tanımlar: 1. Monarşik rejimler; tek kişinin yönetimi elinde bulundurduğu rejim. 2. Oligarşik rejimler; birkaç kişinin yönetimi elinde tuttuğu rejim. 3. Demokratik rejim; halkın egemen olduğu rejim. Aristo’nun bu sınıflaması siyaset bilimi açısından oldukça anlamlı bir sınıflamadır. Ancak bu üç rejim tipinde de görülen temel meseleyi önce Montesquieu sonra modern zamanlarda A. Tocquevillede okuyoruz.

Montesquieu rejim tiplerinden bağımsız olarak hemen her rejimi iki ana ilke üzerinden değerlendirir. Bu değerlendirme zorbalığa inananlar ile kanuna inananlar olarak belirir. Bir tarafta otoriter, keyfi, kanun ve kural tanımaz zorbalar; diğer tarafta ise yasanın egemenliğini, kanunun üstünlüğünü savunan yasacılar. İşte bu iki tip davranış ve icraat bütünü politikanın içerisinde bulunduğu en büyük çıkmazı da tanımlar. Zira modern demokrasilerde Tocqueville bu ayrımı yine otoriterler ve liberaller olarak tekrarlıyor. Bir tarafta otoriter keyfilikten yana olanlar; diğer tarafta liberal özgürlük ve yasaya inananlar. Yani Montesquieu’dan Tocqueville’ye kadar asırlar geçse de modern demokrasi hâlâ aynı problemle karşı karşıya bulunuyor. Tocqueville bu tanımı açarak otoriter politik sistemlerin kapalı toplum tipi cemaatlere; liberal politik sistemlerin açık toplum tipi cemiyetlere dönüştüğünden bahsediyor. Bu tespiti K. Popper’da da görüyoruz, konuyla ilgili açık toplum ve kapalı toplumun niteliklerinden bahseden Popper konuyu detaylandırarak gözler önüne seriyor.

Otoriter, zorbalıktan yana keyfi iktidarların hüküm sürdüğü politik toplumlarda gördüğümüz birtakım karakteristik özellikler var. Bunlardan en önemlisi kapalı toplum ve cemaat ilişkilerinden beslenen bu iktidarlar, politikanın sınırlarını halkın gündelik hayatını belirlemeye kadar daraltıyor. Politikanın inanç, aile, iş ilişkileri gibi tüm gündelik davranış normlarını tayin etmeye kalkması aslında kapalı toplumu giderek daha kapalı ve istibdat altında bir topluma doğru götürüyor. Oysa asırlar önce Yunan şehir devletinde çok temel bir ilke vardı: “İnsanca yaşamak başka insanlarla yaşamaktır. İnsanlar arasındaki ilişkiler tüm toplumun temel meselesidir ve politika buna karışmamalıdır”. İşbu ilke bile asırlar önce bu antik medeniyetin açık toplumun mimarı sayılabilecek öngörüde olduğunu bize gösteriyor.

Otoriter kanun tanımaz iktidarların bir başka özelliği Marks’ın devlet tanımında belirlediği şu ilkeden beslenmesidir: “Devlet ezenlerin ezilenler üzerinde kurduğu baskı ve sömürmenin aracıdır”. Marks’ın bu devlet tanımı sınıf çatışmalarında burjuvazinin proleterya üzerinde kurduğu tahakkümü anlatmak için üretilmiş bir teoridir ancak biz bunu kapalı toplum ilişkilerine meyyal toplumlardaki iktidarlarda başka bir formda görebiliyoruz. Devleti elinde bulunduran iktidarların devletin dışında kalan topluluklara baskı ve tahakkümü olarak beliren yeni bir modern çatışmayla karşı karşıyayız diyebilirim.

Son olarak yine zorba iktidarların ve zorbalığın devamını sağlayan kapalı politik toplumların sosyal mukavelesinde görülen sürdürülemez çatlaktır. J. J. Rousseau Toplum Sözleşmesi ile politik toplumun işlemesi için bir milli mutabakattan bahseder. Bu durum iktidara ortak olan yahut olmayan toplulukların birbirine saygı, paylaşım ve uzlaşı temelinde kurduğu bir mutabakat olarak görülür. Oysa zorbalıktan beslenen cemaat tipi veya yarı cemaat tarzı toplumların beslediği muktedirlerin bu toplum sözleşmesini neredeyse toplum çatışmasına dönüştürecek keyfiyette olduğunu görebiliyoruz. Bir topluluğun egemenliğini diğer farklı çıkar gruplarına karşı sindirme politikası güden keyfi iktidarlar bu sosyal mukaveleyi akamete uğratmakla kalmıyor; buradan sürdürülmesi mümkün olmayan bir sosyal çatışma yaratabiliyor.

Bu bahsettiğimiz üç ana arızayı gidermeden demokrasi ve politik toplumun ilerlemesini bekleyemeyiz. Zira politik toplum ve modern demokrasi yalnızca seçimle iş başına gelmek değildir. Seçim egemenliğin toplumun tümüne dağıtılmasında yalnızca bir araçtır. Ve iktidarların yasaya tabi olmalarının şartı ancak ve ancak denge denetimdir. Bunu sağlayacak esas unsur liberal demokrasilerde kuvvetler ayrılığı olarak tanımlanır. Bütün bunlar dikkate alınırsa liberal demokrasiye inanmak, denge denetim, kanunun üstünlüğü ve toplum sözleşmesini sürdürülebilir bir kıvama getirmeyi de beraberinde getirir. Yoksa sadece adının demokrasi olduğu otoriter popülist ve zorbalıktan beslenen çatışmacı bir sistem de demokrasiden çıkabilir. Bunları dikkate alarak bir sistem kurmak zorunda olduğumuzu hatırlatmaktan başka çaremiz ve ortak çıkarımız olmadığını vurgulayarak takdiri okurlarımıza bırakıyorum.

Yazar
Kutlu Kağan DALKILIÇ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen