KİTAPLAR
Bir ak saçlı ihtiyar anlatıyor derinden
Çevirip sayfaları sesini duyuyorum
Nefesini gizlice raflara koyuyorum
Yazar denilen ismin can alıcı yerinden
Hafızamda, konunun en kalıcı yerinden
Çırılçıplak, her fikri, sırrından soyuyorum
O şölen yağmasında yalnız ben doyuyorum
Anlatıyor derinden bir ak saçlı ihtiyar
Her sayfa cümle cümle şekilleniyor birden
Efsaneler söylüyor bir bilinmez devirden
Binbir aşk hikâyesi derleyip diyar diyar
Kimi hasrete düşmüş kimi olmuş bahtiyar
Merâkı eleyerek bir asırlık kevgirden
Yıllardır yaşıyorum kitaplar içinde ben
EREĞLİ GECELERİ
Yıldızlarla oynardım, yaşardım çocukluğu
Sayardım Toroslarda çoban ateşlerini
Nasıl bekler görürdüm kumrular eşlerini
Ve gönlümde o ıssız gecenin burukluğu
Kızlar kandil altında işlerdi işlerini
Gözlerini sararken derinden gelen buğu
Sallayıp dizlerinde küçük kardeşlerini
Ereğli hep türküler söylerdi ben susardım
İçtikçe kana kana o iklimi susardım
Yıldızlarla oynardım, yaşardım çocukluğu
Ereğli geceleri sırdaş olurdu bana
Söylerdi, salacakmış beni bir gün yabana
Hasret çiçekleriymiş ruhumun soluduğu
Bozkırın rüzgârını içerken kana kana
Düşler vardı nenemin duyup hayra yorduğu
Düşler ki can evinden işlerlerdi insana
Ereğli hep türküler söylerdi ben susardım
İçtikçe kana kana o iklimi susardım
ŞİİRLER GÖÇ ETTİ
Şiirler göç etti turnalar gibi
Duygular çölleri vatan tuttular
Gözler yaş dolardı kurnalar gibi
Gözler yaştan kızarırdı nar gibi
Pınarlar akmayı beklerken nâçar
Bir ateşten rüzgâr zil çalar gibi
Sanki muhabbeti devler yuttular
Âdem soyu ün denecek ne saldı?
Ne varsa insanca hep kuruttular
Bir tek umut Kaf dağında var gibi
Şiirler göç etti turnalar gibi
Ellerim böğrümde kaldım şimdi ben
Hem söyleyip hem ağlayan kimdi? Ben
Erzurum barında zurnalar gibi
Gelinin yoluna kızıl çul seren
Toprak damdan yola altın pul seren
Bazen bir bağlama bazen tar gibi
Hıçkırır yanardık unuttuk neden?
Şu fâni âleme bizden ne kaldı?
Bir vicdan fakiri, giden yâr gibi
Ve duygusuzluktan bu sararmış ten
Şiirler göç etti turnalar gibi
Analar diz dövüp yaş dökmekteler
Adaklar adayıp aş dökmekteler
Yırtınıp döşünden gün kanar gibi
Kurumuş gözlerden taş dökmekteler
Hiciv olmuş dillerdeki nükteler
Küfür olmuş sözler ki yanar gibi
Yalnız biri son külhandan gül derer,
Kara ufuk daraldıkça daraldı
Kapandı geldiğim o diyâr gibi
Yudu mintanımı sildiğim kan ter
LEYLÂCIKLAR
Benzemiyor artık Leylâcıklar
Dokuz tuğ sahibi bir şâha
Köleleri sunmuyor diz çökerek özlerini
Görmüyorlar ceylanda gözlerini
Satmıyor köle pazarında canlarını şâir âşıklar
Yazmıyorlar dîvâna kor ateşten sözlerini
Değişti devir
Şimdi kumda güneşleyen kızlar var
Kalmamış hiçbirinde naz, cefâ, cevir
Bin bir beyit eklemiyor âşıklar gönülden âha
Benzemiyor artık Leylâcıklar
Dokuz tuğ sahibi bir şâha
Gayrı bir gülüşe ölecek Mecnunlar da yok
Kara kaplı kitap bomboş, harfler silinmiş
Aşkın hükmünü yazan kanunlar da yok
Muhabbetin diyarına yüz yıldır karmaşa inmiş
Yeni mazmunlar eklenmiş dîvânlara
Şu ana kuzuları “çıkma”yı bekliyorlar
Can katarak canlara
Sadakat kaç yıl var ki kanunlarda yok
Ve bir müddet geçince bıkmayı bekliyorlar
Koyarak bir kaymaklı dondurmayı külâha
RESSAM ÇOROS GURKİN
Çoros’u bilir misiniz?
Şu bizim ressam Çoros’u
Hani ya bir kurda benzerdi yüzü, boyu posu
Unuttunuz mu yoksa siz?
Hani vardı ya bir Han Altay tablosu
Onu ölüme götüren
Sonsuzluğa yetiren.
Bilmem kaç yıl ovaya mıhlamıştı Rus’u
Arkadaşları onun…
Karakorum Turancıları
Dağlardan vurup saklanarak,
Mağara mağara dehliz dehliz,
Sibirya’nın asil isyancıları
Çoros’u bilir misiniz?
Şu bizim ressam Çoros’u
Turanı dört nala bir kısrakla çiziyordu o,
Sanki okla mızrakla çiziyordu o
Ardında besteler söylerken son kurt korosu
Masallar ninniler derleyerek obalardan obalara
Altayları geziyordu o.
Kamlarla ruhların ötesini seziyordu o
Binince
Kanatları rüzgârdan atlı arabalara,
Ve bir nice
Kartala ki kanatları kapkara
Demeyip gündüz gece…
Çoros’u bilir misiniz?
Şu bizim ressam Çoros’u
Kurarak bir muhteşem birlik hayâlini
Destekledi Ekim ihtilâlini
Çizdi memleketini fırça fırça bediz bediz
Çalınca özgürlüğün borusu
Olmadı…
Küpler gerçekti zîra, hülyâlarla dolmadı
Bırakamadı bir görkemli vatan torunlarına
En sonunda verdi hayatını Çoros
Yoldaş Stalin’in kurşunlarına
KERKÜK YANIYOR
Yaktı Türkmen’i balam câmide saf tuttuğu
Ekmeğini aşını paylaşıp unuttuğu
Evleri kurulu taş taş üstüne
Boz sarı bir sıcak rüzgâr esiyor
Sokaklarda kara ölüm geziyor
Tanrı’dan gelmişse göz baş üstüne
Kerküklüyü dağdan gelen eziyor
Merhamet atılmış ataş üstüne
Yaktı Türkmen’i balam câmide saf tuttuğu
Ekmeğini aşını paylaşıp unuttuğu
Evleri kurulu taş taş üstüne
Dizilmiş meydana darağaçları
Kıvranıyor hastaları, açları
Kaleden atılır baş baş üstüne
Kan boyalı evde kilim uçları
Nedendir taş yağmaz kalleş üstüne?
Yaktı Türkmen’i balam câmide saf tuttuğu
Ekmeğini aşını paylaşıp unuttuğu
Evleri kurulu taş taş üstüne
Pencereler karanfil koklamıyor
Komşu artık komşuyu yoklamıyor
Hicret mi var? Telaş telaş üstüne
Ve Azrail kendini saklamıyor
Taşıyor mermiyi çift kaş üstüne
Yaktı Türkmen’i balam câmide saf tuttuğu
Ekmeğini aşını paylaşıp unuttuğu
SEL
Sel geliyor,
Sular tırmanıyor tersine…
Eskiler der ki:
“Mayıs gelir, nehir alır haracını her sene”
İlâhî vergi…
Yağmur yeri deliyor
Düşüyor hanelere o ıpıslak kor
Alıyor doğa öcünü yine
Kıpkızıl bir ecel geliyor
Sel geliyor,
Odun, çalı çırpı ve hayvan leşleriyle
Köylüler meşgulken işleriyle
Çalınca kıyamet saati
Dinmiyor sağanak, durmuyor âfet
Bu ne tufan, bu ne iş, bu nasıl şiddet?
Hayret saati
Hayat, kalanlara zor
Kıpkızıl bir ecel geliyor
Sel geliyor,
Bir yandan
Cesetler vuruyor dam üstlerine
Öte taraftan
İniyor metrelerce derine
Toprak yarılmış sulardan
Sular fışkırıyor kuyulardan
Atlar kişniyor, koyunlar, kuzular meliyor
Kıpkızıl bir ecel geliyor
Sel geliyor,
Birikmiş samanlar, odunlar ve kucak kucak kamış
Nehrin bir yanını çerçöp tıkamış,
Cesetleri eliyor
Çıldırma zamanını sadece sel biliyor
İnsanlar, mecnunlar gibi gezeliyor
Ah çaresizlik,
Ölüm bıçağını gördüm Azrail eğeliyor
Kıpkızıl bir ecel geliyor
FİRDEVS BEY CAMİİNDE
Firdevs Bey câmiinde yine akşam oluyor
Yayılıyor üstüne şehrin bir segâh ezan
İlk iftarla parlıyor mahyalarda Ramazan
Saflar çarşıdan akan insanlarla doluyor
Meydanda fokur fokur kaynıyor kara kazan
Isparta bu günlerde bir muhabbet buluyor
Sinan yoldan geçerken çizmiş de tasarlamış
Kanunî’nin mührünü şehre vurmuş Firdevs Bey
Belki bir Ramazan’da safta durmuş Firdevs Bey
Belki böyle bir günde kara kazan harlamış
Bir câmi, bir bedesten, şehri kurmuş Firdevs Bey
Böyle bir kahramanı hangi toprak sırlamış?
Akar karpuz çeşmesi orucumu açarım
Sinan’ın, Firdevs Bey’in fâtiha ruhlarına
Okuyup saf tutarım câmiin kenarına
Akşamı her rekâtta yudum yudum içerim
Bize rahmet kıl Rabbim uyanırken yarına
Bizler âciz kullarız, sen Rahimsin sen Kerîm
ÇAY
Altın kemer belini sıkmış da cam bardağın
Şafaktan fecre kadar zaman çay zamanıdır
Ardıç közün üstünde âşığın dermanıdır
Bulutlara karışır buhar buhar o koku
Sanki kırlara düşmüş sarhoş bahar o koku
Bakır tepsiyle gelmek törenin fermanıdır
Dostlar bağdaş kurmuşken gölgesinde çardağın
Altın kemer belini sıkmış da cam bardağın
Hem fukâra hem zengin hânesinde tek âdet
Koklarlar karanfili içerken, ne saadet
Melâl yüklü o baygın göz açılır onunla
Sohbetin damak tadı ki saçılır onunla
Çayın kölesi olduk aman Allahım medet;
Ve ezel müptelası bu gök çardaklı bağın.
TEBRİZ KIZI
–Tebriz Türkçülerine-
Acem kızı derler Türkmenin hası
Bir mavi giyinir, bir yeşil bir al
On sekize girmiş Tebriz balası
-Nasipse- yaylada çok yaş alası
Gözünde buğudan hâleli melâl
Çöker Kerbelâ tek gönlümün yası
Canım almak için bir şâhin döner
Üfler düğüm düğüm o kâhin döner
Baksa bir an alır ruhumdan pası
Dökülse alnından yaşmağına ter
Gülse bir kez o kutlu dem bulası
Kehânet değişir bahtım açılır
Düğün dernek olur şerbet içilir
Şeker ezer elinde bakır tası
Biner ata bin adımdan seçilir
Acem kızı derler Türkmenin hası
Kaybolur yıldızlar tan vakti gelir
Düğün biter sonra kan vakti gelir
Ak sakallı beyin sabah duası
Duyulur obaya şan vakti gelir
Zayıfı güçlüsü eri anası
Kurbanlarla cenge adar özünü
Alırım sağıma Türkmen kızını
Daha kurumadan elde kınası
Oba duysa gerek zafer sözünü
Bu sefer gelmişse Farsın sırası
Yine Şah Kulu’nun erleri koşar
Yettim be kardaşım diyerek coşar
İner İranlının kara tuğrası
İmâm Ali ola her dem Türk’e yâr
AL ŞARAP
Al şarabın şiddetini sordular
Son erenler meydanına gir dedim
Tek semahla sende kalmaz kir dedim
Bir yudumun kudretini sordular
Vurmuşlar alaca kırata bir gem
Götürüp içmişler son küpü dem dem
Gör, keşişler titriyor tir tir dedim
Bir an durdum, bunu hayra yordular
Esrimekten kastedilen bir dedim
Çıldırmış bu deyip taşra durdular
Uzakta, çalınmış kır beygir dedim
Al şarabı içince kudurdular
Ayağıma bukağıyı vurdular
Diyor “yolda cansız gerek” pir dedim
Cem yerine darağıcı kurdular
Gerçekleri göstermiyor uykular
Bizim dem sizlere saf zehir dedim
İlk kez temmuz sıcağında yağdı kar
Bağları âşığa bir zincir dedim
Bir zincir ki ulu yerdendir dedim
Bir zincir ki şu uçmakta yeri var
POSTMODERN DÜŞÜNCELER
Karayelin önündeydim
Sanki nevruz günündeydim
Çektim de bahtıma çelik bıçağı
Hangi taraf bana düşecek, sordum
Kestim tam ortadan buzdan saçağı
Küt ucu mu sona düşecek, sordum
Yaşarken dört yanda bir beyaz çağı
Hangi yurtta çorba pişecek sordum
Ötüken olmuştu ana kucağı
Bir kır kamın yenindeydim
Tokmak olup elindeydim
x x x
Töre dedim törelendim
Töreyi yüklenen bendim
Savurdu bir rüzgâr Anadolu’ya
Dört nala rüzgârdan kaçarak geldim
Girdim her sayfada başka konuya
Nasibime fallar açarak geldim
Yazdım da alnıma evrenler duya
Turnayı don ettim uçarak geldim
Kâh sarı mermere kâh yeşil suya
Ben güneşle ilk gelendim
Ufkun sırrını bilendim.
x x x
İlk bahçede goncelendim
İncelendim güncelendim
Zannettim bir daha dönemez geri.
Cinler kuyusunu vatan tutacak,
Merdivenaltının medreseleri…
Açıldı naftalin kokan bir kucak
Kazdılar bin yıldır donduğu yeri
Gömüldüğü yerden çıktı bir nacak
Taç ettiler de müzelik eseri
Üzüldüm hem öfkelendim
Kızgın elekle elendim
BAĞLAMA
-Yetik Ozan’a rahmet niyazlarımla-
Bağlamadır, göğsü dut ağacından
Sırrı söyler Horasan’dan aldığı
Nefesi hem Hızır’ın ilacından
Yolları var bunca göçüp kaldığı
Püskülü hediye Yandım Ağa’dan
Tezenesi sarı kaplumbağadan
Bir düzen tuttu mu gayrı ahadan
Aşk ile bellidir sevinç dolduğu
Savaş olur yiğit ile kan verir
Erenlerin sofrasına can verir
Şıkır şıkır türkülere şan verir
Hem ağlayıp hem yâr ile güldüğü
İşte meydan işte Küre denilir
Nasip alıp Hakk’ı göre denilir
Bu alperen için töre denilir
Yazgısıdır turnalarda bulduğu
Göğe ağan Koca Yar’dan yel sarıp
Aslıların saçlarından tel sarıp
Anlatılır al al olup, sararıp
Keremleri nasıl aşka saldığı
Sanmayın üstünde bir kaba aba
Cevap verir her âşıkça hitaba
Umay Ana tarafından kitaba
Kaydedilmiş Ötüken’den olduğu
Sevmedi sofular tuzak kurdular
Diz çöktüler müphem soru sordular
Bağrına bin yıldır pençe vurdular
Görülmedi güz gelince solduğu
Derler ki saatı Hak Tanrı kurmuş
O da külhanlara odun olurmuş
Zamanı geçer de unutulurmuş
Nerde yazar âşıkların öldüğü
Don değişip yiğit olur da bir gün
Erenler ceminde dem tutarken dün
Efsâneleşmiştir ovada Türk’ün
Kara talihini yere çaldığı
HARMANDALI
Girelim düğünde harmandalına
Sapı sim püsküllü bağlamayı ver
Gök defneden çelenk takın şalına
Dağıt saçlarını bağlamayıver
Kız anası kara bağlar demişler
Görenektir kızlar ağlar demişler
Devreder devirler, çağlar demişler
Bir istisna olsun ağlamayıver
Elinde mendilin meydana akıp
Temmuz sıcağını tâcına takıp
Bir göz süzmesiyle yârine bakıp
Çarpan gönülleri dağlamayıver
Oyna zarafetle etme işveyi
Saçma yankı yankı nazlı şiveyi
Okuyorken o nağmeden nâmeyi
Çılgın sular gibi çağlamayıver
Bir eski türküyü söylerken dili
Kimler çevirmedi sarı kandili
Leylâ’nın göğsünden çıkan mendili
Sol elinden alıp sağlamayıver.