Metin SAVAŞ
Batı dünyasının veya Batılı beyaz adamın o pek meşhur sömürgeci tavrının teolojik ve iktisadî temelleri bulunduğu gibi, bir de psikolojik arka planı bulunmaktadır. Biz bu yazımızda Batı emperyalizminin psikolojik temellerine kısaca değinmeye yelteneceğiz. Öncelikli olarak sadizm kavramının psikanaliz sözlüğündeki tanımına bakalım: “Zulümden haz alma.” En kestirme tanım budur. Bir diğer tarif ise şöyledir: “Öznenin nesnesine acı vererek cinsel haz aldığı sapkınlık durumu.” Buradaki özne, bu yazının konusu uyarınca Batılı beyaz adam ve tabiatıyla Batılı beyaz ırktır. Batı Avrupa ile Kuzey Amerika’dır. Sadist kişi ve sadist toplum saldırgandır. Daha doğru ifadeyle, tahripkârdır. Bununla birlikte sadist kişi kendi nesnesini tahrip etmekten ziyade ona tahakküm etmeyi yeğler. Çünkü zedeleyici olmakla yetinmek yerine, yıkıcı tahrip sonucu yok ettiğinizde tahakküm edeceğiniz obje bulamayabilirsiniz. Üstünlük taslayacağınız objenin yokluğu durumunda tatmin bulamayacaksınız demektir. Peki bu tatmin ihtiyacı nereden kaynaklanıyor? Tabii ki güçlü olma arzusundan kaynaklanıyor. Peki ya güçlü olma arzusu nereden doğuyor? Bu soruya psikolojinin cevabı şudur: “Güçlü olma hırsı, köklerini kuvvetten değil zayıflıktan alır.”
Batılı kişi ve Batılı toplum iç dünyasında zayıftır veya kendisini içten içe zayıf hissetmektedir. Roma İmparatorluğu gibi görkemli bir zemini yitirmişlik nedeniyle Batı zaten asırlarca tökezlemiştir. Acaba gerçekten öyle mi? Belki de Roma’nın o muazzam otoritesi karşısında Avrupa kavimleri kendilerini hep ezik hissetmişlerdir. Fransızlar başlangıçta Lâtin dünyasından değillerdi. Bir Germen kavmi idiler ve Galya ülkesinde peyderpey Lâtinleştiler. Köklü İran havzasının İslâm orduları karşısındaki ağır mağlûbiyetine örtük bir tepki mahiyetinde resmen kabul edilmiş dört büyük mezhep dışındaki bir mezhebi seçmesine benzer bir durumdur Frank kavminin gizli zayıflık hissi. Roma İmparatorluğu’nun en geniş haritasına yüzeysel bir bakış bile Romalı olmayan Avrupa halklarının iç dünyaları hakkında bize ipuçları verecektir. Avrupa halkları sadisttir çünkü bütün uygarlık unsurlarını Yunan-Roma otoritesinden/disiplininden almışlardır. Avrupa halkları sadisttir çünkü onların köklerinde kuvvet değil barbarca zayıflık vardır. Ama aynı zamanda, Germen, Slav ve Kelt olmayan Lâtin halklar Roma İmparatorluğu’nun o fevkalâde gücünü kaybettikleri için kendilerini zayıf hissetmektedirler. Biz bütün bu komplekslere (ruhsal karmaşaya) bir de Avrupa halklarının Atilla Hunları ve Osmanlı Türkleri karşısındaki tahammülü zor ezikliklerini eklersek Batı emperyalizminin psikolojik arka planını neredeyse çözmüş oluruz. Endülüs baskısını da göz ardı etmemek gerekiyor. Tabii ki Türk olmamız itibarıyla söz konusu çözümleme bizim kuruntumuz da olabilir. Ve ayriyeten Batılılar kendi zalimliklerinin şuurundadırlar ki onlardaki bu farkındalık yine onlardaki sadistliği daha da beslemektedir. Felsefeyle yatıp kalkan Batılı kendindeki zalimliğin kendindeki gizli ve köklü zayıflıktan doğduğunu elbette biliyor. Batı çıkmazı dediğimiz şey işte budur. Haçlı seferleri hiçbir zaman hedefine ulaşamamıştır.
Sadizmin mahiyetinin ne olup ne olmadığı sorusuna Erich Fromm özetle şu karşılığı veriyor: “Sadizmin müşahede edebildiğimiz çeşitli şekillerinin hepsi bir tek temel içtepiye geri götürülebilir; yani, başka bir insana tamamen hâkim olmak, onu kendi irademize bağlı güçsüz bir obje haline getirmek, onun mutlak efendisi olmak, tanrısı olmak, onu canının istediği şekilde kullanmak… Onu küçük düşürmek, köle haline getirmek ve en radikal gaye de ona ıstırap çektirmektir.”[1] Bütün dünyanın tecrübeyle bildiği üzere, Batılı daima efendi olmak derdindedir. Ormanlar Kralı Tarzan, Gökler Hâkimi Gordon, Kızıl Maske, 007 James Bond, Napolyon veya Süpermen, İngiliz istihbarat servisi, Adolf Hitler ya da Beyaz Saray, bunların her biri dünyanın efendiliğine soyunmuş sadist kişiler veya kurumlardır. Dünya insanlığına uygarlık götürme söylemleri maskedir ki Kızıl Maske yoluyla bunu zaten açık etmiş oluyorlar. Yarasa Adam ve Örümcek Adam türünden süper karakterlerin yüzlerinin maskeli olması Batılının açıkça sergilediği gizli niyetlerinin telmihleridir.
Popüler romancı Ian Fleming 007 serisinin ilk romanında bir diğer karakter aracılığıyla James Bond’a şöyle bir ihtarda bulunuyor: “Çevreni insanlar kuşatsın sevgili James. Onlar uğruna savaşmak, ilkeler için savaşmaktan daha kolaydır. Ama… kendin insan olup da beni hayal kırıklığına uğratma. Yoksa muhteşem bir makineyi yitirmiş oluruz.”[2] Umberto Eco’nun da vurguladığı şekliyle James Bond kraliçeden öldürme yetkisi almış bir istihbarat makinesidir. Bond’un anlık tereddütlerle vicdanının sesine kulak kabartması ise zaaftır. Sadist Batı uygarlığı kendi insanını dahi kendi çıkarı için bir objeye (istihbarat makinesine) dönüştürebilmektedir. İstenç, irade, ego, tutku, hırs, ne dersek diyelim, Schopenhauer diyalektiğinde bu keyfiyet karanlık, anlamsız, kör ve korkunç bir kuyudur. Türk mitolojisindeki Umay Ana müşfiktir fakat Britanya Kraliçesi entrikacıdır. Şirinler adlı çizgi film serisinin kötü kalpli devi Gargamel (bir tersine çevirmeyle) İngiltere kraliçesine pekâlâ benzetilebilir. Fransız Rabelais’nin meşhur yergi metni Gargantua’da devlerin öyküsü anlatılmaktadır ki Gargantua adlı devin annesinin ismi Gargamelle’dir. Çizgi filmdeki Gargamel erkek devdir ama onun aslı anne devdir. Görüldüğü üzere Batılının hümanist şuuraltı sık sık açık veriyor. Yergi ve komiklik konusunu işlerken Mihail Bahtin diyor ki: “Gülme, dogmatizmden, hoşgörüsüz ve korkutucu olandan arındırır.”[3] Oysaki Batı’nın sadist kültürü Gargamelle adlı devi kadından erkeğe çevirebildiği gibi, gülmenin işlevini de tersyüz ederek hiç de öyle hoşgörüsüzlükten arınmaya niyetli görünmüyor.
Efendilik peşindeki sadist Batı her şeyi tersyüz ediyor. Ötekinin varlığına duyulan gereksinime rağmen Batı (kendisinin ötekisi olan) Batı-dışındaki toplumları öteki olarak algılarken bile nesneleştirmektedir. Hâlbuki nesneleştirme ile ötekileştirme farklı durumlardır ve birbirleriyle tam uyuşmazlar. Şöyle ki: “Onu (sömürüleni) insanlıktan çıkarma çabasının sonunda sömürge insanından geriye ne kalır? Artık (sömürülen) kesinlikle sömürgecinin öteki-beni değildir. Hatta pek insan bile denilemez. (Sömürülen) hızla nesneleşir.”[4] Şu halde diyebiliriz ki Batı’nın nihaî hedefi dünya üzerinde kendisi dışında insan bırakmamaktır. Niçin bırakmak istemiyor? Varsayımlar ve Türklüğümüzün önyargıları üzerinden ifade edelim: Batı dışındakilerin insan olarak kalmaları durumunda Batı ötekilerden kurtulamayacaktır. Ne var ki ötekinin mevcudiyeti bir zarurettir. Öteki yoksa beriki de yoktur. Ötekinin insanlıktan sürülmesi durumunda beriki olarak Batılı da insanlığını yitirmeyecek midir? Albert Memmi açıksa soruyor zaten: “Sömürüleni insanlıktan çıkarma çabasının sonunda sömürge insanından geriye ne kalır?” Belki de Batılı öteki-beninden arınmanın peşindedir. Öteki-beninden arınmayı başarırsa üstün-insan olabileceğini mi düşünüyor? Schopenhauer ve Nietzsche çizgisinde marazî bir saplantı mı söz konusu?
Cengiz Aytmatov bir roman kahramanına şöyle dedirtir: “…ve eğer insan yaşamak istiyorsa, medeniyetin zirvesine ulaşmak istiyorsa kendi içindeki kötülüğü yenmelidir.”[5]
Tahrip etmekten ziyade ona tahakküm etmeyi yeğlemek imkânı varken ötekini nesneleştirmek düpedüz intihardır. Holivut sinemasının ve popüler Batı edebiyatının üçüncü türe (uzaylıya) ilişkin çılgınca hevesi muhtemelen intiharı durdurma amaçlıdır. Dünyevî ötekinin yok edilmesinden (köleleştirilmesinden, insanlıktan çıkarılmasından, hayvan mertebesine indirilmesinden) doğacak boşluğu Batılı akıl üçüncü tür ile doldurmak istiyor gibidir. Çünkü insan tabiatı da boşluk kabul etmez. Açığa çıkmamış ve gizemli kalmış öteki daima korkutucudur. Batılının havsalasında Türk öcüdür. Canavardır. Üçüncü türdür. Uzaylı mesabesindedir. Hayvandan farklıdır. İşte bu ürkütücü gizemi Oryantalizm bertaraf etmiştir. Oryantalist çalışmalar sayesinde Batılı olmayanların şifreleri çözülünce ötekinin ötekiliği Batı indinde zedelenmiştir. İkiyüzlü hümanizmin müspet yönü de yangına körükle gidince Batılının hastalıklı zihniyeti paradoksa daha fazla gömülmüştür. Şu halde bir alternatif olarak uzaylıyı ikame etmek gerekmektedir. Bir diğer seçenek ise şudur: Gerçek medeniyete ulaşmak hüsnüniyetiyle Batılının ve Doğulunun ve bütün insanlığın müştereken kendi içindeki zaafları yenmeye karar vermesidir.
KAYNAKLAR
[1] Erich Fromm, Hürriyetten Kaçış, sayfa 164, Tur Yayınları, Ankara 1972
[2] Umberto Eco, Popüler Roman Kahramanları, sayfa 207, Alfa İnceleme, İstanbul 2017
[3] Mihail Bahtin, Karnavaldan Romana, sayfa 135, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014
[4] Albert Memmi, Sömürgecinin Ve Sömürgeleştirilenin Portresi, sayfa 97, Versus Kitap, İstanbul 2014
[5] Cengiz Aytmatov, Kassandra Damgası, sayfa 32, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1997