Eğitimimiz Nasıl Olmalıdır?

Mehmet MAKSUDOĞLU

Işığı bol olası Uğur Mumcu’nun, internette dolaşan bir konuşması var. Şöyle diyor:

“Sayın dinleyiciler, biliyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devrimi yaptı. Hukuk Devrimi, Batı’lı yasaların resepsiyon yoluyla Türkiye’ye getirilmesi demek:

İtalya’dan Ceza Yasası aldık, Fransa’dan İdâre Hukuku ilkeleri aldık, İsviçre’den Medenî Hukuk’u aldık, Almanya’dan Ceza Yargılaması Hukukunu aldık. Bir gülmece dergisindeki şu tanım, olayları yeterince sergiliyor.

 Türk vatandaşı tanımı. Diyor ki: ‘Türk ne demektir? Türk vatandaşı kimdir? Türk vatandaşı, İsviçre Medenî Kanunu’na göre evlenen, İtalyan Ceza Yasası’na göre cezalandırılan, Alman Ceza Muhakemeleri  Usulü Yasasına göre yargılanan, Fransız İdâre Hukuku’na göre idâre edilen ve İslâm Hukuku’na göre gömülen kişidir’.”

Yine, internette gezinen bir görüşme var.

Bir genç, çimler üstüne yayılmış eğitim gören gençlere soruyor : “bugün Cennet’e gitmek için ne yaptınız?” kızcağız epeyce güldükten sonra : ‘hayatım boyunca bir şey yapmadım’ diyor. Yanındaki delikanlı : ‘inanmıyorum’ diyor. Diğer kız ‘Ben bir şey yapmadım’ diyor. Diğer kız, gülerek ‘Ya, ben Cennet’e gitmek için namaz kılmıştım bir kere, çok güzeldi, mükemmeldi’ diyor. Yanındaki genç, aynı soruya   ‘bira içtim’ diyor. Yanındaki kız da ‘bira içtim’ cevabını veriyor. Gencin biri : ‘bir kız sevdim, hâlâ da seviyorum zâten ben onu her gün sevdim, bugün ayrı bir sevdim. Bilmiyorum yâni, öyle bir şey.’ Diyor. Bir genç : ‘Ben Ateistim, Tanrı’ya inanmıyorum’ diyor. Yanındaki kız da : ‘benim de oralar karışık ya, diyor ve ekliyor: inanmıyorum, sanırım’. Böyle devam edip gidiyor …

***

Bu milletin yüzde doksan dokuzu Müslümandır, deniliyor. Peki bu Müslüman milletin eğitim programı nasıl olmalıdır?

Bu soru, geleceğimiz, beka’mız için âcilen halledilmesi gereken en mühim konuyu gündemde tutmaktadır. Eğitim, halkta yaşayan değerlerin bir sonraki nesle aktarılması olduğuna göre, olayda bir tuhaflık, terslik olduğu muhakkak. O sorumsuz görünen, neye inanacağını bilmeyen gençlerin ana-babaları, muhakkak ki öyle değildir; en azından o kadar savrulmamıştır, hele dede-nineleri hiç de öyle değildir. Birkaç nesildir böyle bir gidiş olduğu görülüyor. Adı ‘millî’ olan eğitimin tezgâhından geçenler, böyle bir durum sergiliyor, Türk dilini kullanarak yayın yapan bâzı fitnevizyon kanallarının bu duruma katkısı da gözardı edilemez tabiî.

Gelelim, Müslüman Türk çocuğunun eğitimi nasıl olmalı? sorusuna ; Yanıt, herhalde şu anlayış doğrultusunda olmalıdır : Onun, bilgili, dürüst, İslâmı iyi bilen ve Allahın buyruklarına uygun olarak yaşama alışkanlığını kazanmış olan, bilinçli davranan, örnek bir yurttaş olarak yetişmesini sağlayacak bir eğitim.

Bilindiği gibi, biyolojik saat denen bir olgu var. İnsan bedeninin, günün belli vakit dilimlerindeki işleyişi, dinlenmesi söz konusu. Gece saat 12 den önce uyunan bir saatlik uykunun, saat 12 den sonraki iki saatlik uykuya denk olduğu belirtiliyor. Diğer canlıların da gün ışığına göre davrandıkları görülüyor. Yâni, insanın, hele hayâtının ilk yıllarını yaşamakta olan öğrencinin, bu tabiî akışa uygun olarak uykusunu alıp güne dinç olarak başlaması, yerinde olur.

Bunun için, ilk, orta, lise, üniversite seviyesinde bütün öğretim kurumları, derse, sabah namazından 70 dakîka sonra başlar. İnsanımız, güneş doğmadan önceki, seher vaktinin güzelliğini tadar, yaşar, güne öyle başlar.

Çocuk, sabah namazı (henüz farz olmasa da, alışkanlığı kazanması için teşvik edilerek) günün en güzel vaktinde kaldırılır, kahvaltısını yapar, namazını kılar, öğrenim göreceği yere gider.

(Memur da işe Sabah namazından 70 dakika sonra başlar, Öğle namazına 1 saat kala işi bırakır, yemeğini yer, namâzını kılar, kılmayan vaktini başka türlü geçirir. Mesâi, Öğle namâzı’ndan 1 saat sonra başlar. {Öğle tatili 2 saat olur.}

Öğle namâzından 1 saat sonra başlayan mesâi, İkindi Namâzı’na 20 dakika kalınca sona erer.)

Öğrenci, öğrenmesi gerekenleri, derste öğrenmelidir, onu, ev ödevi ile oyalamanın, meşgul etmenin gereği yoktur. (Millî Eğitim Bakanı’mızın, ev ödevi verilmesinden vazgeçileceğini bildirmesi, hoş bir tevâfuk oldu; akıl için yol birdir.)

Öğrenci, Akşam namazından en geç 3 saat sonra yatmalı, dinlenmelidir. Böylece, gereksiz yere gecenin geç vakitlerine kadar elektrik tüketimi de önlenmiş olur.

***

Öğretim Dili, bütün kademelerde Türkçe olmalıdır. Bir milletin çocuklarının, kendi dilinden başka bir dille öğretim görmeleri,  eğitilmeleri, sömürge ülkelerinde olur. Almanya’da sırf İngilizce öğretim yapılan veya İngiltere’de sırf Almanca öğretim yapılan üniversite, lise var mıdır? Fransız Akademisi, Fransızcaya girmiş olan, kullanılmağa başlanan weekend sözünü bile yasakladı.

Orta Okulda (ikinci 4 yılda) haftada 5 saat Arapça dersi (her gün 1 ders) olur. Lisede (üçüncü 4 yılda) haftada 2 ders Farsça olur. (Bunlar bizim klasik dillerimizdir. Batı için zifirî karanlık Ortaçağda (395-1453) Medeniyet İslâm dünyasında idi. Avrupa, kendi klasik dillerine, Latince ve Yunanca’ya ağırlık verdi, Arapçayı, Türkçeyi, Farsçayı benimsemedi. Arap rakamlarını aldı, kullanılan rakamlar Arap rakamlarıdır, öteki, eski rakamlar Hind rakamlarıdır; Romen rakamlarıyla dört işlemi yapamazsınız, Avrupa, sıfırı aldı, ama Arap harflerini almadı.)

Batı dili, üniversitede, yüksek okulda haftada birkaç saat okutulur. Mevcud Batı dili öğretmenleri belli başlı şehirlerde kurulacak Yabancı Dil Öğretimi Merkezlerinde görevlendirilir. Bir Batı dilini iyice öğrenmek isteyen de, 1 yılını bu işe ayırır, bu merkezlerden birine gider. Bir dil, bir yılda öğrenilir.

İlk, orta, lise kademelerinde, öğrenciye yeteri kadar din bilgisi verilir, kendilerine Alevî diyen Müslümanlara da Hazreti Ali gereğince öğretilir. Zaten Kur’ân-ı Kerîmi kabul ediyorlar, ona uyarlar. Cem evlerinde yine semâh dönerler.

Son 1000 yıl bütün insanlık tarihi için çok mühimdir, günümüz milletleri, ülkeleri bu zaman diliminde biçimlenmiştir. Bu zaman diliminde kullandığımız kelimeleri, yazıyı, öğretimde öğrencilere sunmamız gerekir. Öğrenci, lisede, Kanunî Sultan Süleyman’ın, Françe Vilâyeti Kralı Françesko’ya bahşettiği imtiyâzâtı orijinalinden okumalıdır. (Kapitülasyon, ‘teslîmiyet’ demektir: uğradığımız Kültür İstilâsının derinliğine, korkunçluğuna bakın! Türk çocuğu, zavallı Françesko’ya, Fransa biraz kendine gelsin, Almanya-İspanya İmparatoru Şarlken’in uşağı olmasın diye Kanunî’nin verdiği ayrıcalıkları, yıllardanberi ‘kapitülasyon’ diye okuyor!)

***

Din eğitimi, din görevlisi yetiştirmek için yapılacak eğitim biraz farklı olmalıdır :

Din görevlisi olarak yetiştirilecek çocuk 4 yaşını doldurunca, mutlaka Kur’ân-ı Kerîmi ezberlemelidir.

Sonra, sağlam bir Türkçe öğretimi görmelidir. Osmanlı Türkçesini iyice öğrenmelidir. Diğer öğretim kurumlarında öğretilen dersleri, biraz hafifletilmiş olarak, Osmanlı Türkçesi, Arapça, Farsçayı biraz arttırılmış olarak, yine 4 artı dört artı dört yıllarında orta öğretimini tamamlamalıdır. İkinci dört yıllık ve üçüncü dört yıllık öğrenimi sırasında, her yıl 100 er sahîh hadîs-i şerîf ezberlemelidir. (Lise seviyesinde okumuş olduğunda, ezberindeki hadîs-i şerîf sayısı,  800 olur.)

İlâhiyât Fakültesinde de her yıl 100 hadîs-i şerîf ezberler. (Üniversiteyi bitirirken, ezberinde, Kur’ân-ı Kerîm yanında, 1600 hadîs-i şerîf olur.

Buna uygun olarak, Haseki Eğitim Merkezleri de, Tefsîr, Hadîs, Fıkıh, Arapça, Akaaid gibi bölümlere ayrılarak öğretimde bulunur. Akaaid bölümlerine, geniş kültürlü, çok iyi yetişmiş hocaların tayinine özen gösterilmelidir. Çağımızın Gazzâli’lerinin bu bölümlerden çıkması beklenir, umulur.

İlâhiyat Fakültelerine, diğer lise mezunu girerse, onlar için, alt yapı oluşturmak üzere, 2 yıllık hazırlık sınıfı konur,  Kur’ân-ı Kerîm’den belli bir kısım ve kararlaştırılacak sayıda sahih hadîs-i şerîf ezberlemeleri için program yapılır,  Arapça bilgilerini ilerletmeleri için gereken (birkaç ay müddetle bir Arap ülkesinde, Lise veya üniversitede bulunmak dâhil) imkân hazırlanır.

İlâhiyat ve Târih mezunları, Batı’ya sâdece 1 yıl için, gramerini öğrenmiş oldukları Batı dili bilgisini sağlamlaştırmak için gönderilmelidirler.

İlâhiyat ve Târih mezunları, doktora için Batı ülkelerine ASLA GÖNDERİLMEMELİDİR. Superviser’ı, doktora öğrencisinin kafasını öyle bir biçimler ki düzeltebilene aşk olsun! ondan sonra, ortaya marifetmiş gibi attığı değişik, parlak (!) görüşleri temizlemek için korkunç zaman ve emek israfı gerekir. Bir de Batı’da doktora yaptığı için gurura kapılan (gurur, burada doğru anlamında kullanılmıştır; ‘aldanma’ demektir) zavallıya meram anlatmak da neredeyse imkânsız hâle gelir!  Batı’nın en ünlü üniversitelerinden birinde yeteri kadar bulunmuş ve durumu çok iyi bilen biri olarak, bâzılarına tuhaf gelecek bu görüşü, İSRÂRLA belirtiyorum. Bu vesîle ile, müsteşrikler konusunda, Türkiye’de ilk bilinç ışığını çakan rahmetli hocam Prof. Muhammed Tayyib Okiç’i hürmetle, şükranla, minnetle anıyorum, azîz ruhu şâd olsun. Onun öğrencisi olmakla büyük öğünç duyuyorum. İlâhiyat Fakültesi mezunu, SADECE yabancı dil bilgisini ilerletmek için Batı’ya gönderilebilir; bir yılda bir dil öğrenilir, zaten grameri Türkiye’de öğrenmiş olacaktır.

Anaokulu özentisinden VAZ GEÇİLMELİDİR.

Annenin sıcaklığını, kokusunu çocuk doyasıya almalı, oyun hevesini almalı, çocukluğunu yaşamalıdır. En iyi anaokulu öğretmeni bile, o küçük yaştaki çocuğa, anasının yakınlığını, sıcaklığını, candanlığını gösteremez. Ana çalışacak, para kazanacak, kazandığı parayı, çocuğunu gönderdiği anaokuluna aktaracak! Bu modadan vaz geçilmelidir. Unutulmamalıdır ki, modaya, önce en zayıflar koşar, kapılır. Güçlü, şahsiyetli kişi ise, kendisi model, örnek olur.

Yıllarca önce, Cumhuriyet Gazetesinde okumuştum, evet Cumhuriyet gazetesinde : bir bayanın yazısıydı. Kendisi, 8 yıl çalışmış. Çalıştığı sırada aldığı aylık, giyime, ayakkabıya vb. gidiyormuş. Artık çalışmadığını, durumunun da daha iyi olduğunu belirtiyordu. Düşünmekten korkmamak, zihinlerde yerleşmiş önyargılardan kurtulmak gerekir.

Kadın istihdâmı, bir ÖZENTİ ve ALDATMACAdır. Evi geçindirmek, erkeğin sorumluluğudur. Çalışan kadın, hem işte, hem ev işlerinde yorulmaktadır.

Bizim için iyi değildi ama, Hitler’in, kendi milleti için en iyi hayatı istediğinde şüphe yoktur. Hitler, işgal ettiği ülke halklarının kadınlarını çalıştırıyor, Alman kadınını, çocuk yetiştirmeğe, Almanya’nın GELECEĞİNİ HAZIRLAMAĞA YÖNLENDİRİYORDU! İngiltere’de iken televizyonda seyretmiştim :

Alman kadınları, güneşli bir havada, önlerindeki, içlerinde çocuları bulunan arabalarla arz-ı endâm ediyorlardı! İnsan yetiştirmek, EN BÜYÜK YATIRIMDIR. Çocuk, ÇOK BÜYÜK ÖLÇÜDE ANASININ ÜRÜNÜDÜR. Konuşması, telâffuzu bile anasınınkine benzer. Formasyon Çağı (12-18 yaş arası) elbette mühimdir; ancak ehemmiyeti, ikinci derecededir. Temelde, ana ve âile vardır.

Tabiî, ananın iyi yetiştirilmesi gerekir. Eskiden Kız Sanat Enstitüleri vardı, onlara benzer müesseseler kurulabilir. Kızların üniversite öğrenimi görmeleri şart değildir, bu şekildeki kafa şartlanmışlığından kurtulmak gerekir. İyi yetişmiş, geliri ev geçindirmeğe yeten erkekler, ev işlerini iyi yapan kızları hayat arkadaşı olarak tercih edeceklerdir.

***

Kızlar, meslek sâhibi olmasınlar mı? Olsunlar da, hanıma yakışan işleri yapsınlar :

En başta, iyi bir ev hanımı (house wife), iyi bir ana olsunlar. Çocuğu baba değil, ana yetiştirir. Çocuk yetiştirmek, bir milletin geleceği için en büyük yatırımdır.

Jinekolog, Kur’ân Kursu hocası, öğretmen, öğretim üyesi, gazeteci, yazar, mütercim … olarak çalışmaları, yapılarına, yaradılışa uygundur. Ağır Cezâ hâkimi bir bayanın, ayın belli günlerindeki rahatsızlığı sırasında, ömür boyu ağırlaştırılmış müebbetle yargılanan sanığın duruşmasındaki karar verme durumunu düşünün!

İçine 1839 danberi sürüklendiğimiz durumu şâir ne güzel anlatıyor :

Öğretmediniz bana yeşil sarıklı hocalar,

Kadının üstün olduğu, mutlu olamadığı çağlara geldim,

Bunu bana öğretmediniz!

Hükümdarların hükümdarlık için halka yalvardığı,

Sonra eşsiz zulümler işlediği çağlara geldim,

Bunu bana öğretmediniz!

 

Milletin iktisâdî hayatında, mühim olan, çalışan sayısı değil, ortaya konulan üretimin niteliği ve niceliğidir (kalitesi ve mikdârıdır.)

Bana öyle geliyor ki, “Batı’da, Avrupa’da öyle yapılıyor, onlar ne yapıyorsa doğrudur, sorgusuz sualsiz biz de öyle yapmalıyız” anlayışıyla (1839, 1856, 1876, … kırılma noktalarının devâmı) erkek memurun aylığını, evi geçindiremeyecek mikdarda tutup, eşini de para kazanmak için çalışmak zorunda bırakmak, gibi bir anlayışın da bu işte payı var.

İdeal olan, erkeğin geliri, âilenin geçimine yetiyorsa, kadının, ülkenin geleceği için iyi çocuklar yetiştirmeğe kendini hasretmesidir.

***

Öğretimin bütün kademelerinde, öğreticiler, öğrencilere, sırası geldikçe, onları sıkmadan, güzel misâller sunarak eğitim işini de, istekle, ustalıkla yerine getirmelidirler.

Osmanlı Cihân Devleti’nin son yıllarında bile, din öğrenimini tamamlamış olan ulemâ, meselâ Irak’ta, bir de tekke eğitiminden geçerdi. Son derecede mühim olan, insanı insan yapan rûh eğitimi, nefs terbiyesi, aslâ ihmâl edilmemesi gereken bir konudur.

20 Hazîran 2018

Yazar
Mehmet MAKSUDOĞLU

Mehmet Maksudoğlu, Eskişehir’de Kırım kökenli bir âile içinde doğdu. İnkılâp İlkokulunu, Eskişehir  Lisesini ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini bitirdi. İzmir İmam-Hatîp Lisesi’nde Meslek Dersleri Öğretmeni olara... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen