Kaanûnî Sultan Süleyman Hân
(1494-1566)
(Saltanat Yılları: 1520-1566)
Turgut GÜLER
Süleyman ve Mûsâ Çelebîleri hesâba dâhil etmeyen anlayışa göre, onuncu Osmanlı Pâdişâhı. Yavuz Sultan Selîm Hân’ın Hafsa Sultan’dan doğan oğlu. Türk milletine unutulmayacak bir saâdet devri yaşatan Cihângîr Hükümdâr. 6 Kasım 1494 (6 Safer 900) Perşembe günü, babasının sancak beyliği yaptığı Trabzon’da Dünyâ’ya geldi. Başka erkek kardeşi olmadığı için, çok rahat bir şehzâdelik dönemi geçirdi. Doğduğunda, dedesi Sultan İkinci Bâyezîd Hân’ın saltanatı devâm ediyordu. Annesi Hafsa Sultan, Kırım Hânı Mengli Giray’ın kızı idi.
Babasının giriştiği saltanat mücâdelesinde, sancak beyi olarak önce Şarkîkarahisâr (Şebinkarahisâr)’da, sonra Bolu ve Kefe’de bulundu. Bolu’daki vâliliği, amcası Şehzâde Ahmed’in îtirâzı yüzünden çok kısa sürdü. Babası Taht’a çıkınca, Manisa Sancak Beyliği’ne gönderildi. Burada, annesi ile birlikte ikaamet etti. Yavuz Sultan Selîm Hân’ın Birinci Sefer-i Hümâyûn’u sırasında, İstanbul’da Taht Muhâfızı olarak kaldı. 22 Eylûl 1520 (9 Şevvâl 926) Cumartesi günü Edirne yolunda vefât eden babasının yerine, 30 Eylûl 1520 (17 Şevvâl 926) Pazar günü Taht’a oturdu.
Yavuz Sultan Selîm Hân’ın saltanatı, her bakımdan bir örfî idâre, yâni sıkıyönetim devri idi. Memleketin selâmete çıkarılması için, bir kısım kaanûnlar askıya alınmıştı ve buna hem devletin, hem de milletin şiddetle ihtiyâcı vardı. Sultan Süleyman Hân, babası zamânındaki bu sıkı idâreyi, yeniden kaanûn çizgisine taşıdığı ve kendisi de bizzat kaanûn koyduğu için, Türk milletinin indinde “Kaanûnî” unvân ve sıfatına lâyık görülmüştür. Onun künyesi, “Kaanûnî Sultan Süleyman Hân”dır.
1521 yılı başlarında, eski Memlûk ümerâsından Şâm Vâlisi Cânbirdi Gazâlî isyân etti. Üçüncü Vezîr Ferhâd Paşa, isyânı bastırmaya memûr edildi. Ferhâd Paşa’dan evvel davranan Dulgadır Beylerbeyi Şehsüvâroğlu Ali Bey, Cânbirdi’yi ortadan kaldırdı.
Yavuz Sultan Selîm Hân’ın, arka arkaya doğu istikaametinde sefere çıkmış olması, Türkiye’nin Avrupa devletleriyle olan münâsebetlerinde bir boşluk meydâna getirmişti. O sırada, Charles Quint, hem verâset, hem de evlilik yolu ile İspanya ve Almanya’nın içinde olduğu pek çok Avrupa ülkesini ele geçirmişti. Ayrıca, kardeşi Ferdinand da Avusturya, Bohemya ve Çek devletlerinin başında idi. Macar Kralı İkinci Layoş, Charles-Quint ve Ferdinand’ın kız kardeşi ile evliydi. Layoş’un kız kardeşi de Ferdinand’ın hanımıydı. Bütün bu yakınlaşmalar, Almanya, Avusturya ve Macaristan’ın, birlikte hareket etmelerine yol açıyordu. O sırada Belgrad şehrini de ellerinde bulunduran Macarlar, pek çok bakımdam Osmanlı Devleti’ne zarar veriyorlardı. Son olarak, gönderilen Türk elçisini öldüren Layoş, yeni Türk Pâdişâhı’nın ilk seferini Macaristan üzerine yaptırmakta, sanki özel gayret sarfetmişti.
18 Mayıs 1521 (10 Cemâziyelevvel 927) Cumartesi günü, ilk Sefer-i Hümâyûn’una çıkan Kaanûnî Sultan Süleyman Hân, Macar Kralı’na hak ettiği cevâbı vermek maksadıyla, hem karadan, hem de Tuna ve Sava’dan Belgrad şehrini kuşattı. Vaktiyle Sultan ikinci Murâd Hân ile Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın da kuşatıp alamadıkları bu mühim şehir, 29 Ağustos 1521 (25 Ramazan 927) Perşembe günü fethedildi. Türk ordu ve nehir donanmasının bundan sonraki ileri harekâtında, plân ve program merkezi, hep Belgrad olacaktır.
Rodos Adası ile Batı Anadolu sâhillerinin bir kısmı, epeyi zamandır Rodos Şövalyeleri’nin elinde bulunuyordu. Fâtih Sultan Mehmed Hân, Rodos’u fethetmek için çok uğraşmış, fakat çeşitli sebeblerle buna muvaffak olamamıştı. Sultan Süleyman Hân, İkinci Sefer-i Hümâyûn’unu, Rodos üzerine düzenledi. Donanma-yı Hümâyûn önden gitti ve Rodos etrâfındaki küçük adalardan pek çoğunu ele geçirdi. 16 Haziran 1522 (21 Receb 928) Pazartesi günü, Ordu-yı Hümâyûn’la yola çıkan Sultan Süleyman, Mamaris’e kadar karadan, oradan da denizden giderek Rodos önlerine ulaştı. Uzun bir muhâsaradan sonra, kurtuluş ümîdi kalmayan Şövalyeler, 20 Aralık 1522 (1 Safer 929) Cumartesi günü, Ada’yı, Türk kuvvetlerine teslîm ettiler. Böylece, Akdeniz ve Adalar Denizi’nde Türk gemilerine büyük sıkıntılar yaşatan bir çıban başı yok edilmiş oldu.
Rodos Seferi dönüşünde, 27 Haziran 1523 (13 Şa’b’an 929) Cumartesi günü, Yavuz Sultan Selîm Hân’ın son, Kaanunî Sultan Süleyman Hân’ın ilk sadr-ı âzamı olan Pîrî Mehmed Paşa emekliye sevk edildi, yerine, Pâdişâh’ın Manisa’daki şehzâdelik günlerinden tanıdığı Hâs-Oda-Başı İbrâhim Ağa getirildi. Doğum yerinden dolayı “Pargalı İbrâhim Paşa” denilen yeni Sadr-ı âzam, Kaanûnî devrinin önde gelen şahsiyetlerinden biri olacaktır. Teâmüle göre, Sadâret Makâmı’nın boşalması hâlinde, Dîvân-ı Hümâyûn’daki İkinci Vezîr’in Sadr-ı âzam yapılması gerekiyordu. Böyle olmayınca, İkinci Vezîr Ahmed Paşa’nın gönlünü almak için, kendisine Mısır Vâliliği verildi. O da, gitttiği Mısır’da isyân etti, kendisine “Hâin Ahmed Paşa” denildi. Mısır’daki, devlete bağlı askerler, Ahmed Paşa’nın isyânını bastırdılar. Fakat bu ülke hacmindeki geniş vilâyette kaanûn hâkimiyeti epeyi sarsıldı.
22 Mayıs 1524 (18 Receb 930) Pazar günü, İbrâhim Paşa ile Pâdişâh’ın kız kardeşi Hatice Sultân’ın düğün merâsimi başladı. 5 Haziran Pazar gününe kadar on beş gün süren bu düğün, İstanbullulara rûyâ tadında bir zaman yaşattı. İbrâhim Paşa, düğünün ardından, teftîşde bulunmak ve birtakım ıslâhât yapmak için Mısır’a gönderildi. Paşa’nın bu seyâhatine, bölgeyi çok iyi bilen Pîrî Reis de katıldı.
1525 yılında, Fransa ile Almanya arasında cereyân eden savaşı Almanya kazandı. Fransa Kralı Birinci Farnçois, Alman İmparatoru Charle-Quint’e esir oldu ve Madrid’de hapsedildi. François ve annesi, Kaanûnî Sultan Süleyman Hân’a mektup yazarak, elçiler göndererek yardım istediler. Fransa’yı, Hristiyan Avrupa Birliği’nin dışında tutabilmek, düşman sayısını azaltmak maksadıyla, bu yardım isteğine müsbet cevâp veren Türk Pâdişâhı, Macaristan ve onun arkasındaki Avusturya ile Almanya’ya, hak ettikleri cezâyı vermek için, 23 Nîsân 1526 (11 Receb 932) Pazartesi günü, İstanbul’dan yola çıktı. Macar Kralı İkinci Layoş, hayi kalabalık ve diğer Avrupa devletleri tarafından da desteklenen ordusuyla, Mohaç Ovası’nda Türklerin karşısına çıktı. 29 Ağustos 1526 (21 Zilkade 932) Çarşamba günü cereyân eden ve târîhî Türk savaş usûlü olan “Bozkır / Hilâl / Tûrân Taktiği”ni tatbîk eden Ordu-yı Hümâyûn’un kazandığı Mohaç Zaferi ile, Macaristan zabtedildi. Muhârebe meydânına çok yakın mesâfedeki Karasu Bataklığı’na sürüklenen Macar ordusu, başlarında kralları olduğu hâlde, burada boğularak hayatlarını kaybettiler. İki saat gibi, pek kısa bir zamanda kazanılan bu büyük zaferde, akıncı beylerinden Bâlî ve Husrev Beylerin, büyük payı vardı. Kaanûnî Sultan Süleyman Hân, 11 Eylûl 1526 (4 Zilhicce 932) Salı günü, büyük bir merâsimle, Macar başşehri Budin’e girdi. Osmanlı Devleti’ne bağlı hâle getirilen Macaristan Krallığı’na, Erdel Voyvodası Szapolya getirildi. Bunu kabûl etmek istemeyen Avusturya Kralı Ferdinand, ölen Macar Kralı Layoş’un vârisinin kendisi olduğunu söyleyerek, ortalığı karıştırmaya ve bundan sonraki Türk seferlerinin gerekçesini hazırlamaya başladı.
1526 ve 1527 yıllarında, Anadolu’da birtakım isyânlar çıktı. Vergi yüzünden ve haddini bilmez bâzı devlet memurlarının yanlış hareketlerinden çıkan bu isyânlar, Orta Anadolu’da, Yozgat ve çevresinde başladı, sonra diğer yerlere de yayıldı. Sadr-ı âzam İbrâhim Paşa, bahsedilen isyânları bastırmak için, bizzat Anadolu’ya gitti. Kalender adlı âsî elebaşısı, 22 Haziran 1527 (22 Ramazan 933) Cumartesi günü öldürüldü ve âsâyiş temin edildi.
Mohaç Zaferi’nden sonra Macaristan üzerinde hak iddia etmeye devâm eden Avusturya Kralı Ferdinand, ağabeyi Charles-Quint’e güvenerek Türk arâzisine girdi, Budin’i işgâl etti. Bunu, açık bir savaş sebebi sayan Kaanûnî Sultan Süleyman Hân, 10 Mayıs 1529 (2 Ramazan 935) Pazartesi günü, yeni bir sefere çıktı. Budin istirdâd edildi. Avusturya içlerinde pek çok yer ele geçirildi ve Viyana kuşatıldı. Ferdinand veyâ Charles-Qunt ile meydân muhârebesi yapmak için yola çıkan Türk ordusu, yanında büyük muhâsara toplarını getirmemişti. Kış mevsiminin erken başlaması da buna eklenince, Viyana alınamadı, ama Avusturya ve Almanya’ya dalan Türk akıncı birlikleri, pek çok esir ve ganîmetle döndüler, Avrupa’ya korku saldılar.
Ferdinand’ın, bir taraftan İstanbul’a elçiler göndererek Macaristan’ı istemesi, diğer yandan Budin’i yeniden muhâsara etmesi üzerine, 25 Nîsân 1532 (19 Ramazan 938) Perşembe günü, İstanbul’dan hareket eden Kaanûnî Sultan Süleyman Hân, Charles-Quint ve Ferdinand’la hesaplaşmak istedi. Alman İmparatoru ile Avusturya Kralı, Türk ordusunun önünden kaçtılar. Türklerle savaşmaya cesâret edemediler. Almanya’nın çok içerilerine kadar ilerleyen Türk kuvvetleri, târîhimizin en büyük ve uzak seferlerinden birini gerçekleştirdiler. Alınan ganîmet ile esirin haddi, hesâbı yoktu. “Alaman Sefer-i Hümâyûnu” denilen bu askerî harekât sonunda, barış isteyen Ferdinand’la, 22 Haziran 1533 (29 Zilkade 939) Pazar günü, İstanbul’da bir andlaşma imzâlandı. Buna göre Ferdinand, Türk Sadr-ı âzam’ına denk olduğunu kabûl ediyor, Macar Tahtı ve Tâcı üzerinde hak idda etmekten vazgeçiyordu.
Çaldıran Zaferi’nden sonra, Osmanlı-Safevî münâsebetlerinde bir sessizlik devresi yaşanmış, Şâh İsmâil 1524 yılında vefât etmiş, yerine oğlu Tahmasb geçmişti. Her iki tarafdan bâzı kumandan ve beyler karşı devlete geçerek sığınmış, birtakım sınır ihlâlleri olmuştu. Bitlis ve çevresinde de Safevî tarafdârı hareketler görülmüştü. Bütün bunları halletmek maksadıyla 1533 yılı Eylûl ayı içinde, Sadr-ı âzam İbrâhim Paşa Anadolu’ya gönderilmiş, Kaanûnî Sultan Süleyman Hân da Safevîler üzerine yapacağı seferin hazırlıklarına başlamıştı. İbrâhim Paşa Haleb’de iken, Cezâyir Sultânı Barbaros Hayreddin Reis, Pâdişâh’ın dâvetlisi olarak İstanbul’a geldi ve ülkesini Osmanlı Cihân Devleti’ne hediye etti. Kendisi, Osmanlı Devleti’nin Cezâyir Beylerbeyiliği’ne getirildi. Bu tâyinin yapılabilmesi için, Sadr-ı âzam’ın tasdîki lâzım geldiğinden, Barbaros Hayreddin Reis, Haleb’e kadar gitti, İbrâhim Paşa’nın tasvîbini aldı, yeniden İstanbul’a döndü. 6 Nîsân 1534 (22 Ramazan 940) Pazartesi günü, Kaanûnî Sultan Süleyman Hân, Barbaros’u, Donanma-yı Hümâyûn’un başına getirdi, Kapdân-ı Deryâ tâyin etti. Bundan sonra, “Barbaros Hayreddin Paşa” diye anıldı. 14 Haziran 1534 (2 Zilhicce 940) Pazar günü, Üsküdar’dan hareket eden Pâdişâh, Safevîler üzerine yapacağı seferini başlattı. Bağdâd’ın içinde olduğu Arap Irakı ile Tebrîz’in içinde olduğu Acem Irakı’nı hedef alan bu sefere “Irâkeyn Sefer-i Hümâyûn’u” adı verildi. Önce Tebrîz, ardından da Bağdad, ele geçirildi. Kaanûnî Bağdad’da iken, Şâh Tahmasb’ın Tebrîz’i zabtetmesi yüzünden, yeniden kuzeye yönelen Ordu-yı Hümâyûn, Tebrîz’i ikinci def’â istirdâd etti.[1]
Ordu-yı Hümâyûn Irâkeyn Seferi’nde iken, Kapdân-ı Deryâ Barbaros Hayreddin Paşa, Donanma-yı Hümâyûn’un tam teşekkülünü beklemeden, küçük bir filo ile Akdeniz’e açıldı ve 22 Ağustos 1534 ((11 Safer 941) Cumartesi günü, Malta Şövalyeleri’nin elindeki Tunus’u fethetti. Ne var ki, bunu, deniz hâkimiyetine vurulmuş büyük bir darbe olarak gören Charles-Quint, Kaanûnî’nin Safevî Devleti’yle uğraşmasını fırsat bilip çok büyük bir donanma ve bu donanmaya bindirilmiş kalabalık ordu ile Tunus üzerine yürüdü. 21 Temmuz 1535 (20 Muharrem 1535) Çarşamba günü, Tunus elimizden çıktı.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Osmanlı hâkimiyetini genişleten ve perçinleyen Irâkeyn Seferi dönüşünde, İstanbul’da 18 Şubat 1536 (25 Şa’bân 942) Cuma günü, Fransızlarla iktisâdî şartları öne çıkan bir andlaşma imzâlandı. Daha ziyâde “Kapitülâsyon” adı ile tanınan bu andlaşma ile, Fransa ve Türkiye vatandaşları, karşılıklı olarak birbirlerinin ülkelerinde ticâret ve hukuk sâhalarında birtakım imtiyazlara sâhip oluyorlardı. Fransa’yı Avrupa Haçlı koalisyonundan ayırmaya yönelik bu andlaşmayı, kendi saltanatı ile sınırlı tutan Kaanûnî Sultan Süleyman Hân, kapitülâsyonların sonradan alacağı şekil ve vereceği sıkıntıdan sorumlu tutulamaz. Kaanûnî’nin imzâladığı andlaşma, güçlü ve zengin bir devletin, fakir ve muhtaç bir devlete ihsânından ibârettir.
14 / 15 Mart 1536 Salı / Çarşamba gecesi, Sadr-ı âzam İbrâhim Paşa, îdâm edildi. Pâdişâh’ın pek sevdiği ve değer verdiği, kız kardeşi Hatice Sultan’la evlendirdiği İbrâhim Paşa, Irâkeyn Seferi sırasında bâzı hatâlı işlere imzâ attı. Kendisine “Serasker Sultan” unvânını vererek imzâladığı emirnâmeler, bir kısım devlet erkânını suçsuz yere öldürtmesi ve Pâdişâh’ın hanımı Hurrem Sultan ile ters düşmesi, îdâmının sebebleri arasında sayılabilir.
17 Mayıs 1537 (7 Zilhicce 943) Perşembe günü, İtalya’ya yönelik Yedinci Sefer-i Hümâyûnu’na çıkan Kaanûnî Sultan Süleyman Hân, daha önceden Barbaros Hayreddin Paşa kumandasındaki Donanma-yı Hümâyûn’u Akdeniz’e göndermişti. Vezîr Lûtfi Paşa’nın idâresinde, Otranto’ya asker çıkarıldı. Tam bu sırada Venedik’in Türkiye’ye harb îlân etmesi üzerine, İtalya’daki kuvvetler geri çekildi, Venedik hâkimiyetindeki Korfu Adası kuşatıldı. Çok dağlık ve kayalık bir yapıya sâhip olan Korfu’nun muhâsarası, şehîd sayısının hızla artması yüzünden, Pâdişâh tarafından: “Bir mücâhid kulumu böyle hezâr kâl’aya bedel kılmam!” denilerek kaldırıldı. Bu sefere, ilk ândaki hedefi Güney İtalya olduğu için “Pulya Sefer-i Hümâyûnu” dendi. Otranto’yu da içine alan Güney İtalya’ya “Puglia / Apulia / Pouille / Pulya” ismi veriliyor.
1538 yılı, sâdece Osmanlı târîhinin değil, umûmî Türk târîhinin şeref tribününe oturmuş bir zaman dilimi oldu. Bu yılın Haziran ayının başında (7 Haziran / 9 Muharrem 945 Cuma), Barbaros Hayreddin Paşa, Donanma-yı Hümâyûn’la Akdeniz’e açıldı ve Andrea Doria idâresindeki Haçlı donanmasını aramaya başladı. Aynı günlerde (13 Haziran / 15 Muharrem 945 Perşembe), Mısır Beylerbeyi Hâdım Süleyman Paşa, Portekiz donanması ile hesaplaşmak için, Süveyş’den hareket ederek Kızıldeniz yoluyla Hind Okyanusu’na doğru yelken açtı. O yılın Temmuz başında (8 Temmuz / 10 Safer 945 Pazartesi) ise, Kaanûnî Sultan Süleyman, haddini aşan Boğdan Voyvodası Beşinci Petru Rareş’e diz çöktürmek için Boğdan Sefer-i Hümâyûnu’na çıktı. İkisi Dünyâ denizlerinde, biri Rûmeli ve Balkanlarda askerî harekâta girişebilecek güç ve kudrete erişen bu devlet, her bakımdam ihtişâmın zirvesinde bulunuyordu. Türk Cihân Devleti, Cihân tapusunu, cümle Âlem’e gösteriyordu. Hâdım Süleyman Paşa, uzun ve zahmetli bir seferin sonunda 27 Ağustos 1538 (1 Rebîülâhir 945) Salı günü, Hindistan’da Gücerat sâhillerine ulaştı ve Türk’ün nelere kâdir olduğunu Hindli Müslümanların şâhitliğinde Portekizlilere gösterdi. Dönüşünde de Yemen’de bir Türk vilâyeti kurdu, bilâhare Kâhire’ye geçti. Barbaros Hayreddin Paşa, 28 Eylûl 1538 (4 Cemâziyelevvel 945) Cumartesi günü, Preveze önlerinde, Andrea Doria’nın idâre ettiği çok kalabalık Haçlı donanmasını, perîşân etti ve Dünyâ denizcilik târîhinin en büyük zaferini kazandı. Kaanûnî Sultan Süleymân ise, Boğdan’ı âsî hüviyetinden tâbi şekline döndürerek, bu ülkenin o zamanki başşehri Suçava / Suceava’yı zabtetti, istediği nizâmı kurup yerleştirerek İstanbul’a döndü. 1538 yaz ve sonbahârı, pek hoş bir rûyâ vakti gibiydi.
Avusturya Kralı Ferdinand, yaptığı andlaşmaya ve verdiği sözlere sâdık kalmayınca ve bu sefer Osmanlı Devleti adına Macar Kralı olan Szapolya’yı da kandırınca, Kaanûnî Sultan Süleyman Hân 20 Haziran 1541 (25 Safer 948) Pazartesi günü, Dokuzuncu Sefer-i Hümâyûn’una çıktı. Daha Pâdişâh gelmeden, önden sevk edilen Vezîr Mehmed ve Husrev Paşaların, Budin önlerinde, Avusturya-Alman müşterek ordusunu dört cepheden birden kuşatarak imhâ etmeleri, bu sefere “Istabur Sefer-i Hümâyûnu” denmesine yol açmıştır. “Istabur / Tabur” sözü, “dört cepheden teşekkül eden, kare biçiminde müstahkem ordugâh” mânâsına geliyor. Kaanûnî Sultan Süleyman, 29 Ağustos 1541 (7 Cemâziyelevvel 948) Pazartesi günü, Macar Krallığı’na son verdi, Macaristan’ı Budin Beylerbeyiliği adı ile, doğrudan Türkiye’ye bağladı.
Preveze’nin intikâmını almak isteyen Charles-Quint, çok güçlü bir donanmaya bindirilmiş 37.000 kişilik bir kuvvetle Cezâyir’e saldırdı. Cezâyir Beylerbeyi Hasan Ağa,[2] 23 / 24 Ekim 1541 Pazar / Pazartesi gecesi, ânî bir baskın düzenleyerek, Charles-Quint’e karşı büyük bir zafer kazandı. Neye uğradığını anlayamayan Alman İmparatoru ve İspanya Kralı, canını kurtarmış olmayı bahtiyârlıktan saydı.
Macaristan işlerine karışmayı huy edinen Ferdinand, 1542 yılı içinde, gönderdiği eliçiler vâsıtasıyla, haraç vermesi karşılığında Macar Tâcı’nı taleb etti. Kaanûnî Sultan Süleyman, bu küstahlığa cevap vermek maksadıyla, 17 Kasım 1542 (8 Şa’bân 949) Cuma günü, yeniden Avusturya üzerine sefere çıktı ve Edirne’de konakladı. Bu sırada, Avusturya, Almanya ve muhtelif Avrupa devletlerinin birleşik ordusu, Budin ve Peşte’yi kuşatmışlardı. Peşte’deki Türk birlikleri, bir hurûc hareketiyle, Haçlı ordusunu bozunca, Ferdinand’ın hesapları değişti ve geldiği yere döndü.
Bütün bu son densizliklerin hesâbını sormak maksadıyla, Avusturya üzerine yürümeye karar veren Kaanûnî Sultan Süleyman Hân, 23 Nîsân 1543 (18 Muharrem 959) Pazartesi günü, Edirne’den yola çıktı. Süleymân Hân’ın bu Onuncu Seferi’ne, harekât içinde fethedilen kaleler arasında Estergon da bulunduğundan, “Estergon Sefer-i Hümâyûnu” denmiştir. Yine bu seferde, Macarların Szekesfehervar dedikleri İstolni Belgrad da zabtedildi. Aynı yılın (1543) içinde, Barbaros Hayreddin Paşa da, Donanma-yı Hümâyûn’la Akdeniz’e açıldı ve Franszılara yardım etmek için Marsilya’ya gitti.
Şehzâde Mustafa’dan sonraki velîahd adayı olan Şehzâde Mehmed, 5 / 6 Kasım 1543 gecesi, Manisa’da vefât etti.[3] Kaanûnî, oğlunun acı haberini Estergon Seferi’nden dönerken yolda aldı. İstanbul’a getirtilen Şehzâde’nin na’aşı için, Mîmâr Sinan tarafından bir türbe ile câmi yapılmıştır. Sinan’ın “çıraklık eserim” dediği Şehzâde Külliyesi, bu sûretle ortaya çıktı.
4 Temmuz 1546 ( 5 Cemâziyelevvel 953) Pazar günü, Türk ve Dünyâ denizciliğinin en büyük ismi şânlı Barbaros Hayreddin Paşa vefât etti. İstanbul’da Beşiktaş İskelesi’ne bakan bir mahâlde defnedildi. Türbesi hâlâ oradadır.
1547 yılı içinde, Avusturya ile beş sene geçerli olacak yeni bir andlaşma imzâlandı. Buna göre, Avusturya Türkiye’ye yıllık 30.000 altın vergi verecek, Macaristan ve Bosna işlerine karışmayacaktı.
Yine aynı yıl (1547) Şâh Tahmasb’ın kardeşi Elkas Mîrzâ, ağabeyine karşı giriştiği saltanat mücâdelesinde, yardım istemek maksadıyla Türkiye’ye sığındı, Kaanûnî Sultan Süleyman Hân, Safevî Şehzâdesi’ni kıymetli misâfir statüsünde ağırladı. Şâh Tahmasb’ın, bu hâdise yüzünden giriştiği hasmâne tavırları karşılamak için, Kaanûnî Sultan Süleyman, 29 Mart 1548 (18 Safer 955) Perşembe günü, On Birinci Sefer-i Hümâyûn’una çıktı ve Üsküdar Sahrâsı’ndan İran istikaametine doğru hareket etti. Şâh Tahmasb, her zaman olduğu gibi, Ordu-yı Hümâyûn’un karşısında görünmedi. Tebrîz’e giren Pâdişâh, dönüşte Van Kalesi’ni Safevîlerden aldı. Şâh Tahmasb, Osmanlı ordusu ve Pâdişâh ayrılır ayrılmaz, Tebrîz’i istirdâd etti, ardından Doğu Anadolu’ya girdi. Bu Safevî akını, Kaanûnî Sultan Süleymân’ın yeni bir İran Seferi yapmasını mecbûrî hâle getirdi.
1551 yılında, Barbaros Hayreddin Paşa’nın yetiştirdiği büyük denizci Turgut Reis, Malta Şövalyeleri’nin elinde bulunan Trablusgarb’ı fethetti.
1552’de, aynı zamanda pek tanınmış bir coğrafya âlimi ve harîtacı olan Pîrî Reis, yeni bir Hind Denizi Seferi’ne çıktı. Portekizlilere karşı yürüttüğü harb stratejisi yanlış anlaşılan ve iftirâya uğrayan Pîrî Reis, Kâhire’de îdâm edildi. İkinci Vezîr Ahmed Paşa, Avusturya üzerine serdâr tâyin edildi, Paşa, Tamışvar / Tameşvar / Tımışvar Kalesi’ni ele geçirdi
1553’de Fransızlara yardım etmek için, Turgut Reis idâresinde bir Türk donanması Akdeniz’e açıldı. Şâh Tahmasb’ın Doğu Anadolu’daki tecâvüzlerine cevap vermek için, Kaanûnî Sultan Süleyman Hân, 28 Ağustos 1553 (18 Ramazan 960) Pazartesi günü Üsküdar’dan hareket ederek On İkinci Sefer-i Hümâyûn’unu başlattı. Nahcivan’ı hedef aldığı için, bu sefere “Nahcivan Sefer-i Hümâyûnu” denmiştir. Nahcivan Seferi’nin, Safevîleri ve Şâh Tahmasb’a âit taraflarından çok, Şehzâde Mustafa’lı kısmı çok konuşulmuştur. Sadr-ı âzam Rüstem Paşa ile Hurrem ve Mihrümâh Sultanlar, Şehzâde Mustafa’nın velîahd oluşundan rahatsızlık duymuşlar; onun hakkında aslı olmayan yanlış bilgiler vererek babasına âsî göstermişler; ordu Konya Ereğlisi yakınlarında konaklamışken, 6 Ekim 1553 (27 Şevvâl 960) Cuma günü, bu bahtsız Şehzâde’yi, babasının fermânı ile îdâm ettirmişlerdir. Ordu Haleb’de iken de, ağabeyinin ölümünden pek ıztırâb duyan Şehzâde Cihângîr vefât etti. İstanbul’da, Boğaz’a nâzır Cihângîr Câmii ve Külliyesi, Mîmâr Sinan tarafından, bu Şehzâde adına yapıldı. Böylece, hayatta kalan şehzâdeler Selîm ve Bâyezîd oldu
1554 yılında, Seydî Ali Reis, Pîrî Reis’in tamamlayamadığı seferi bitirmek üzere, Basra’dan hareket etti. Hind Okyanusu’nda fırtınaya yakalanıp, donanmasını kaybetti. Karadan yürüyerek uzun ve renkli bir yolculuktan sonra İstanbul’a geldi.
Nahcivan Seferi dönüşünde Amasya’da dinlenen Kaanûnî Sultan Süleyman, 1555 yılı içinde, buraya gelen Safevî elçileriyle bir andlaşma imzâladı ve iki devlet arasında yaklaşık elli yıldır süren husûmete, son verdi. O yıl, Kapdân-ı Deryâ Piyâle Paşa ile Turgut Reis, Fransızlara yardım etmek için, yeniden Akdeniz’e açıldılar. Büyük şâir Fuzûlî de 1555’de vefât etti.
7 Haziran 1557 (9 Şa’bân 964) Pazartesi günü, Pâdişâh’ın adına Mîmâr Sinan tarafından yapılan Süleymâniye Câmii, ibâdete açıldı. Yedi yıl süren inşaat safhası, kültür târîhimizde çok konuşulup yazılan bu câmi, Sinan’ın “kalfalık eserim” dediği muhteşem bir mâbeddir.
15 Nîsân 1558 (26 Cemâziyelâhir 965) Cuma günü, Kaanûnî’nin sevgili hanımı Hurrem Sultan vefât etti. Onun vefâtı ile, Şehzâde Selîm ile Şehzâde Bâyezîd arasındaki velîahdlık kavgası büyüdü. 1559 yılı Mayısında, iki kardeş Konya önlerinde muhârebeye tutuştu. Bu mücâdeleden arzû ettiği netîceyi alamayan Bâyezîd, 12.000 kişilik kuvvetiyle Şâh Tahmasb’a sığındı, Kazvin’e götürüldü.
14 Mayıs 1560 (18 Şa’bân 967) Salı günü başlayan ve dört gün devâm eden deniz cengi sonunda, târîhimizin Preveze’den sonraki en büyük bahriyye zaferi olan Cerbe Muhârebesi kazanıldı. Bu muhârebeye, ilk günlerde Piyâle Paşa tek başına kumanda etti, son kısmını da Turgut Reis’le birlikte tamamladılar.
25 Eylûl 1561 (15 Muharrem 969) Perşembe günü, Kazvin’de bulunan Şehzâde Bâyezîd ve dört oğlu , Şehzâde Selîm’in adamları tarafından îdâm edildiler. Bu sûretle Selîm, Sultan Süleymân’ın hayatta kalan tek şehzâdesi oldu.
1565 yılında, Malta Adası’nı fethetmek üzere harekete geçildi. Piyâle Paşa ile İsfendiyâroğlu Kara Mustafa Paşa ve Turgut Reis’e havâle edilen bu seferde, Trablusgarb’dan yola çıkan Turgut Reis beklenmeden kuşatma başlatıldı. Sonradan gelen Turgut Reis de, tâlihsiz bir şekilde hayâtını kaybedip şehîd olunca,[4] Malta muhâsarası kaldırıldı.
14 Nîsân 1566 (24 Ramazan 973) Pazar günü,, Kapdân-ı Deryâ Piyâle Paşa, Cenevizlilerin elinde bulunan Sakız Adası’nı fethetti.[5]
25 Temmuz 1564 (15 Zilhicce 972) Salı günü vefât eden Ferdinand’ın yerine, oğlu Maximillien geçmişti. Yeni Avusturya Kralı’nın, başta Tokay olmak üzere, birtakım şehirleri zabtetmesi, batı istikaametinde yeni bir seferi mecbûrî hâle getirdi. 1 Mayıs 1566 (11 Şevvâl 973) Çarşamba günü İstanbul’dan hareket eden Kaanûnî Sultan Süleyman Hân, On Üçüncü Sefer-i Hümâyûn’una çıktı. Szigetvar / Sigetvar / Zigetvar Kalesi önünde sona erdiği için, “Sigetvar Seferi” denilen bu askerî harekât, Pâdişâh’ın son seferi oldu. Sigetvar muhâsarası devâm ederken, 6 / 7 Eylûl 1566 (20 / 21 Safer 974) Cuma / Cumartesi gecesi, top ve tüfek sesleri arasında vefât eden Kaanûnî Sultan Süleyman Hân, büyük atası Sultan Murâd-ı Hudâvendigâr’dan sonra, muhârebe esnâsında vefât eden ikinci Osmanlı Hükümdârı’dır. İç organları Sigetvar önündeki Otâğ-ı Hümâyûn’un bulunduğu yere gömülen Sultan Süleyman Hân’ın na’şı, bilâhare İstanbul’a getirilerek Süleymâniye Câmii’nde, 28 Kasım 1566 (15 Cemâziyelevvel 974) Perşembe günü, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’nin kıldırdığı cenâze namâzının ardından, yine Süleymâniye Câmii hazîresine defnedildi. İstanbul şehrinin, târîhi boyunca gördüğü en muazzam kalabalıklardan biri, o gün sokak ve caddeleri doldurmuştu.
1520-1566 arasında kırk altı yıl süren Kaanûnî devri, siyâsî ve askerî bakımdan olduğu kadar kültür ve medeniyet açılarından da “muhteşem” bir zaman dilimidir. Kendisi de pek kuvvetli bir şâir olan Kaanûnî Sultan Süleyman Hân, “Muhibbî” mahlâsıyla san’at değeri yüksek şiirler yazmıştır. Artık bir darb-ı mesel hâline gelen:
“Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi
Olmayâ devlet Cihân’da bir nefes sıhhat gibi”
beyiti, ona âittir.
Maddî imkânları çok fazla ve hayâlin ötesinde olan bu devirde, hemen her meslek ve işin, san’at şûbesinin, gelmiş-geçmiş en büyük isimleri bir araya gelmiştir. Sultan Süleyman kendisi, saltanat vâdîsinin parlayan ihtişâm yıldızı olmuştur. Denizcilikte Barbaros ve talebeleri; mîmârîde Koca Sinan ve yetiştirdikleri; şiirde Fuzûlî, Bâkî; dinî ilimlerde Kemâlpaşazâde ile Ebussuûd Efendi, hüsn-i hatda Karahisârî, sâhalarının zirvesine oturmuşlardır. Bu isimlerin hepsi, balina cesâmetinde heybete sâhiptirler. Onlar, Kaanûnî Türkiyesi’nin okyanus imkânlarında büyüyüp serpilmişlerdir. Dâhilî mes’elelerde ve bilhassa Hânedân içindeki şehzâde çekişmelerinde, birtakım haksızlıkların olması ve tâlihsizliklerin yaşanması, Kaanûnî devrinin ihtişâmına halel getirmez. Bahsi geçen istisnâî durumların pek çoğunda, Sultan Süleymân, yakın çevresinde bulunanların söylediklerine inanmıştır. Kırk altı yıl süren bir saltanat müddetinde, bu kabîl hatâ ve yanlışlar, umûmî tablo içinde hak ettikleri yere konmalıdır. Batılı târîhçilerin dediği gibi o, “Muhteşem Süleyman”dır.
DİPNOTLAR
[1] Tebrîz, Osmanlı Devleti adına Çaldıran Zaferi’nden sonra Yavuz Sultan Selîm Hân tarafından fethedilmişti. Bundan sonraki Tebrîz’i zabt eden askerî hareketler, fetih değil, istirdâddır.
[2] Barbaros Hayreddin Paşa’nın mânevî oğlu
[3] Kaanûnî Sultan Süleymân’ın sekiz oğlu olmuştur. Şehzâde Murâd, Şehzâde Mahmûd ve Şehzâde Abdullâh, çocuk yaşlarında vefât etmişlerdir. Diğer oğulları Mustafa, Mehmed, Selîm, Bâyezîd ve Cihângîr’dir.
[4] 17 Haziran 1565 (18 Zilkade 972) Pazar
[5] Bâzı kaynaklarda Sakız Adası’nın fethi Sultan İkinci Selîm Hân’ın saltanat yılları içinde gösterilir. Bu, Piyâle Paşa’nın, Sakız’ı fethettikten sonra Akdeniz’e açılmasından ve İstanbul’a döndüğünde Cihân Devleti’nin Tahtı’nda Sultan İkinci Selîm Hân’ın bulunmasından, Sakız’ın fetih müjdesini yeni Pâdişâh’a vermiş olmasından kaynaklanmaktadır. Sakız fethedildiğinde, Kaanûnî Sultan Süleyman henüz hayatta idi ve İstanbul’da Sigetvar Seferi’ne hazırlanıyordu. Bu yüzden, Sakız’ın fethi, Kaanûnî Sultan Süleyman Hân’ın hânesine yazılmalıdır.