Fatih AKMAN
Devlet, Türk kültüründe eşsiz bir noktada. Sözlü kültüründe “devlet baba” kavramını geliştiren, buna anlam yükleyen başka bir millet yahut topluluk var mıdır bilemiyorum. Ancak bu durumu açıklamak öyle çok da zor değildir. Yahut şaşılacak, garipsenecek bir durum da değildir bu.
Asırlardır çeşitli savaşlar, göçler, mücadeleler geçirmiş ve son derece aksiyoner bir milletin devlet gibi bir organizasyona ulvi anlamlar yüklemesi son derece tabiidir. Çünkü devlet demek düzen, güvenlik, huzur demektir. “Devlet başa, kuzgun leşe” demek, düzenin, güvenin devamına ilişkin bir irade ortaya koymak demektir. Yine bu yüzdendir ki millet pek çok maddi manevi sıkıntıyı devletin bekası uğrunda göğüsleme iradesini ortaya koymuştur. İşte bu irade dolayısıyladır ki, devlet Türk milletinin gönlünde en mümtaz yerlerden birine sahiptir.
Şimdi, milletin devlete bakışını bu şekilde özetlemek mümkün. Peki ya devletin millete bakışı? İşte burası biraz karmaşık. Ya da son zamanlarda devletin ortaya koyduğu bazı politikalar sebebiyle bu alan sisli bir vaziyette.
Nereye geleceğiz? Son üç dört senedir kamuya personel alımlarında bir sözleşmeli personel statüsü ortaya çıktı. Sağlık çalışanlarının ekseriyetini oluşturduğu bu statü, daha sonra eğitim çalışanlarına da uygulanmaya başlandı. Temelini teşkil eden şey ise atanan personelin atandığı yerde uzun yıllar çalışmasını garantiye alacak bir sistemin varlığı. İşte ben bunu kısaca yazımızın başlığıyla eşdeğer görüyorum: Konforlu kölelik…
Sözleşmeli çalışan olmak demek maaş farkından tutun da izinlere kadar kadrolu kamu görevlilerinin pek çok hakkına sahip olmamak demek. Beraber mesai harcadığınız, yan yana çalıştığınız, aynı vazifeyi yaptığınız iş arkadaşınızla aynı hakka sahip olmamak yani. Önce sağlık çalışanlarında 45/A maddesi ile ortaya atılan 4+2 yıl çalışma zorunluluğu, daha sonra öğretmen atamalarında da uygulanması ile biraz olsun kamuoyunun dikkatini çekti, o kadar. Bu sistemde sağlık çalışanlarında “bol kısıtlamalı” bir eş durumu tayini ve de öğretmenlerde sağlık durumuna bağlı tayin dışında yer değiştirme hakkı yok. Öyle ki her iki mazeret de taş çatlasa 3 aydır mevcut.
Bunu şöyle somutlaştırmak isterim. Çünkü bu durumun mağduriyetini bizzat görerek, yaşayarak, mücadelesine vererek ve hâlâ vermekte olarak yaşıyorum.
Benim de eşim bu 45/A maddesine bağlı olarak çalışan bir sözleşmeli sağlık personeli. Geçtiğimiz haftalarda her vicdanlı insanın yapması gereken, daha doğrusu her kamu görevlisinin muhakkak bildirmekle yükümlü olduğu bir hadise sebebiyle türlü işlerle uğraşmak zorunda kaldı. Adli ve idari süreç devam ettiği için detaylı bilgi veremiyorum lakin bu süreç içerisinde eşim için savcılık kanalıyla koruma kararı çıkarıldı. Ve bu sürecin psikolojik etkileri bir yana doğunun küçük bir yerleşim yerinde yaşanmış olan bu hadisenin bütün yerleşim yeri tarafından duyulmasından ötürü eşim üzerinde menfi etkileri devam ediyor.
Hal böyle olunca, biz de bakanlığa can güvenliğine bağlı tayin hakkı için müracaat ettik. Elbette hadisenin bütün adli, idari sürecine dair belgelerle beraber. Lakin normal şartlarda, devletin vatandaşının ve de kendi kamu personelinin yanında taraf tutmasını beklediğimiz bu süreçte biz bakanlıkla görüşmemizde sözlü olarak red sonucunun çıkacağı cevabını aldık. Resmi olarak red cevabı da elimize bu günlerde ulaştı, ulaşacak. Gerekçe ise şu: 45/A maddesine bağlı olarak çalışan sözleşmeli sağlık personelinin sözleşmesinde can güvenliğine bağlı tayin hakkı bulunmamaktadır. Bakar mısınız şu işe?
Devletimiz var olsun, şöyle diyor: Kadrolu personel isen, benim için can güvenliğin mühimdir. Senin tayinini ivedilikle gerçekleştiririm ama sözleşmeli personel isen kusura bakma, bir yere bakacaksan da ancak kendi başının çaresine bak!
İşte bu bir meseledir. Bizim zihnimizdeki, gönlümüzdeki devlet figürü ile somut olarak karşılaştığımız ve belki de şundan birkaç hafta sonra idari olarak karşı karşıya gelmek zorunda kalacağımız devlet. Hele ki bizim gibi devleti yere göğe sığdıramayan ve ömrümüz boyunca de böyle bir düstur ile yaşayacak olan Türk milliyetçileri için çok ağır bir senaryo bu.
Kendi derdimiz ve bizzat yaşadığımız bu hadise dışında her gün sözleşmeli personellerin yaşadığı türlü sorunları duyuyoruz. Çocuğundan, eşinden kilometrelerce uzakta yaşayan insanlar mı dersiniz, annesi babası hasta olan ve bulunduğu yerleşim yerinin sağlık birimlerinin tedavi ve bakım şartları uygun olmadığı için annesini babasını yanına alamayan ve kendisi de onların yanına gidemeyen yüzlerce sağlık personeli. Eş durumu tayininden faydalanamadığı için aile birliği bozulan, boşanan, en yakınlarının ancak cenazesinde bulanabilen (Öyle ki eşim de izni olmadığı için ancak babasının cenazesinde, o da definden bir gün sonra, bulunabildi.) yüzlerce sağlık personeli mevcut.
Devlet, çalışanları arasında bu denli ağır ve ayrım dolu çalışma şartlarını ortaya koyarak maalesef sözleşmeli sağlık personellerine üvey evlat/vatandaş muamelesini reva görüyor. Ümidimiz odur ki, bizim gönlümüzdeki ve aklımızdaki devlet figürü odur ki, bu yanlıştan, ayrımcılıktan bir an önce vazgeçilir. Devlet adına Türkiye’nin dört bir yanında vazife başında olan sözleşmeli kamu görevlileri onuruyla, gururuyla ve daha insani bir vaziyette vazifelerini yapmaya devam ederler.