Metin SAVAŞ
Hüseyin Nihal Atsız (bariz bir şekilde) herhangi bir şöhret değildir. Gerek ideolojik kimliğiyle, gerekse Türk edebiyatındaki konumu itibarıyla Atsız pek çok meşhura kıyasla farklı bir yerdedir. Her şey bir yana, Atsız hem hayattayken hem de vefatından bugünlere Türkçü gençliği peşinden sürükleyebilen sıra dışı bir karakterdir. Ruh Adam romanı nasıl ki büyüleyici bir romansa, Nihal Atsız’ın kendisi de aşkındır. Ahmet Bican Ercilasun’un “Türkçülüğün Mistik Önderi” ifadesi hiçbir itiraza yer bırakmayacak derecede muhkem bir tanımlamadır. Bununla birlikte Atsız birtakım ölçüsüz mistikler gibi uçmaz. İlle de ölçüsüzlük arayacaksak birtakım gençlerin Atsız hayranlığındaki kusurlarında aranmalıdır. Nihal Atsız ayakları yere basan ülkü adamıdır. Onun hedefleri ulaşılamayacak hedefler değildir. Ütopya değildir. Kara propaganda diyebileceğimiz bir yöntemle Atsız’ın hedeflerini ütopya kavramıyla özdeşleştirmeye yeltenenler çıkabilir. Atsız’ın ülkülerini küçümsemek, sulandırmak, gerçek dışı ve akıl dışı göstermeye çalışmak yoluyla Türk gençliğini yanıltmak veya Atsız’dan soğutmak isteyenler olacaktır. Holivut sinemasının o saçma sapan kurmaca karakterlerini neredeyse bütün Türk gençleri tanıyor ama bizim ülkemizde Nihal Atsız’ın kim olduğunu hiç bilmeyen milyonlarca genç var. Etnik kökeni şaibeli şarkıcı bilmem kim sahneye çıktığında çığlık atan Türk gençleri Ruh Adam’ı okumuş olsalardı (tabiatıyla özümseyerek okumuş olsalardı) söylemeye bile gerek yoktur ki o çığlıkların anlamsızlığını idrak edeceklerdi. Yüzbaşı Selim Pusat’ın sağlam karakteri karşısında bugünün Türk gençliği nerededir?
Ruh Adam Nihal Atsız apaçık bir şekilde Türklük ruhunun sembolüdür. Atsız, diğer yazılarımda örnekleriyle sergilemeye çalıştığım üzere kadim Türk kültür kodlarını çok iyi bilen bir entelektüeldir. Çok iyi bilmesinin dışında, Atsız, kadim Türk kültür kodlarını eserlerinde ve gündelik hayatında bizatihi yaşatan ve yaşayan kimsedir. Dolayısıyla Atsız, kadim kültür kodlarını güncellemeyi, hem de falsosuz olarak, eğip bükmeden, ödünsüzce, fevkalade maharetle güncellemeyi başarabilmiştir. Yüzbaşı Burkay ile Yüzbaşı Selim Pusat arasındaki zaman farkını göz önüne almamız yeterlidir. Nihal Atsız için zaman kısıtlanamaz. Nihal Atsız (sembolik olarak söylersek) 2000 yılın muhtelif zaman aralıklarından bugüne ve geleceğe bakmasını bilir. Nostalji züppeliğiyle geçmişe takılmaz. Geçmişin erdemlerini bugüne taşımayı dert edinir. Atsız için altınçağ hükmündeki geçmiş bir kaçış yeri değil, sonsuz döngü (devriye) fenomeni uyarınca bir yeniden diriliş imkânıdır. Onun hayat içindeki duruşu salt bugünle (Atsız’ın bilfiil yaşadığı zaman dilimiyle) de sınırlı değildir. Kamlançu ülkesinden Göktürklere, kayıp Osmanlı şehzadesinden Cumhuriyet Türkiye’sine Nihal Atsız bir zaman yolcusu gibidir. Nitekim kamlar da zaman koridorlarında yolculuk edebilmektedirler. Abartılı bir şekilde söylersek, Nihal Atsız şamanlığın entelektüel sahnedeki görüntüsüdür. Türk gençliğine gösterdiği hedefler onu zaten geleceğe de taşıyor. Nihal Atsız birtakım okullarda öğretmenlik etmiştir fakat onun asıl öğretmenliği sınıflara sığmayacak kadar geniş kapsamlıdır.
Dava adamı Atsız’ın çileli hayatı romanlarının kurgularına hep yansıyor. Onun yaşadığı hayatı yaşamak öyle herkesin harcı olmadığı gibi, öyle herkesin tahammül edebileceği bir hayat da değildir. Çevrenize şöyle bir gelişigüzel bakarak Atsız gibi yaşayabilecek, Atsız gibi dik durabilecek, Atsız gibi prensipli kaç Türkçü görebileceğinizi tayin edebilirsiniz. Bu satırların yazarı da Atsız gibi değildir ve kendimizi aldatmayarak kendimiz hakkındaki gerçekleri gözlemlediğimizde Atsız gibi olamadığımızı saptayabiliyoruz. Hüseyin Nihal Atsız’ı farklı kılan ve onu sıra dışı bir karaktere büründüren işte bu gerçekliktir. Tabii ki Atsız gibi olmaktan ziyade onu kendimize emsal alarak onun ülkülerinin peşinden gitmek hünerdir. Bu yolda yürümek, bu yolda tökezlemek, bu yolda bir şeyleri başarabilmek, kâh muvaffak olmak kâh mağlup düşmek, ama daima Atsız’ın hedeflerinin peşinden gitmek bizim haysiyetimizdir. Sonsuz bir tekâmül taraftarı olan Atsız karşısında durağanlık, nakilcilik ve Atsız papağanlığı her şeyden önce Atsız’ı anlamamış olmak demektir. Atsız kendisine mürit aramıyor. Atsız kendisine yoldaş istiyor. Atsız’da gurur vardır ama kibir yoktur. Onun gururu Türklük gururudur. Kendisinden mülhem bir gurur söz konusu değildir. Türklük vasfı onu mağrur kılıyor. Atsız’ın evreni Türklüğün evrenidir. Ruh Adam bu evrenin özünü bütün hücrelerinde estetik boyutlarıyla beraber barındırır. Yüzbaşı Selim Pusat ile Hüseyin Nihal Atsız aynı kişi midir, Atsız bu romanda kendisini mi anlatmıştır tarzındaki spekülasyonlar artık yersizdir. Yüzbaşı Selim Pusat sadece Nihal Atsız’la değil, Atsız’ın peşinden giden herkesle özdeştir. Meseleye böyle bakmak gerekiyor. Kim kimdir demek yerine, öz nedir, bizler o öz’den ne kadar nasiplenmeye talibiz, buna bakmak lâzımdır. Liseli kız Güntülü’nün gerçek hayattaki kimliğini soruşturmak magazin merakıdır. Elbette ki insan merak eden varlıktır, Güntülü’yü ben de merak ediyorum, gelgelelim bunu öğrenmemiz neyi değiştirecek? Belki de Ruh Adam romanının büyüsünü az buçuk zedeleyecektir.
Şunu da unutmayalım ki Atsız bir tabuya dönüştürülmemelidir. Atsız bir mit değildir. Atsız’ın yapıtları arketipler karnavalıdır ama Atsız’ın kendisi arketip değildir. Atsız bir insandır. Zaaflarıyla, tutkularıyla, kâh sert ve kâh mülayim tavırlarıyla, erdemleriyle, ödünsüzlüğüyle, çektiği çilelerle, evlilikleriyle, hayalleriyle ve büyük ülküleriyle önderlik vasfı taşıyan bir insandır. Tek başına Ruh Adam romanı bile milyonlarca Türk gencini Atsız’ın peşine takmaya yetmektedir. Ve tabii ki Atsız tek romanla sınırlanamaz. Atsız’ın kitaplara sığmayan yazılarını biz hâlâ bir külliyata dökemedik. Hâlâ onun külliyatını tamamlamaya uğraşıyoruz. Çünkü Atsız kendisini sevenleri uğraştıran adamdır. Fikir adamıdır, kültür adamıdır, ideologdur, kütüphanecidir, öğretmendir, akademisyenliğin ve subaylığın sınırından döndürülmüş adamdır. Şöyle de diyebiliriz; Atsız akademisyen veya subay olsaydı muhtemelen Ruh Adam hiç yazılmayacaktı. Tanrı ona böyle bir yazgıyı münasip görmüş olsa gerektir. Türk edebiyatının usta kalemlerinden Tarık Buğra her yazarın muayyen bir romanı yazmak için yaratıldığına inanıyordu ve “ben Gençliğim Eyvah romanını yazayım diye yaratıldım” diyordu. Bu satırların yazarı olarak bana kalırsa Atsız da Ruh Adam’ı yazsın diye yaratılmıştır. Hâdiseye bu minvalden yaklaştığımızda Atsız’ın kendi yaşamındaki malum kırılma safhaları âdeta ilahi bir planın işlemesidir. Atsız bütün o ıstıraplara, bütün o haksızlıklara maruz bırakılmasaydı Ruh Adam’ı yazabilecek miydi?
Dostoyevski idamdan (kurşuna dizilmekten) son dakikada dönmeseydi, Sibirya’da tutsaklık deneyimi edinmeseydi Ölüler Evinden Anılar adlı anlatısını asla kaleme alamayacaktı. Demek ki akılcılık taslamak emeliyle alınyazısını kökten reddetmemiz pek de akılcı bir yaklaşım gibi görünmüyor. Birtakım hakikatleri görebilmek akılcılıktır. Hissetmek ise ayrı bir imkândır. Sezgi ile akıl birbirini tamamlar veya birbirini besler. Sezgi ile akıl birbirinin açıklarını kapatır. Atsız hem akılcıdır hem sezgicidir. Onun mistikliği burada aranmalıdır. Edebiyat eserindeki sosyolojik zeminin iki ayrı zamansal zemin boyutu vardır: Mevcut realiteyi içeren aktüel zemin ve kadim zamanlara inen tarihsel zemin. Nitekim Mehmet Tekin “sanat eseri zamanî bir varlıktır” diyor. Aktüel zemin gözleme dayanırken, tarihsel zeminse birikime yaslanır. Nihal Atsız işte Ruh Adam’ı bu imkânlarla inşa edebilmiştir. Aktüel zemin Atsız’ın yirminci yüzyıldaki zeminidir. Kadim zamanlara kadar inen tarihsel zemine ise Atsız hem entelektüel birikimiyle hem de kuvvetli sezgileriyle sızabilmiştir. Sosyolojik zeminden kastımız Türklüğün hayat içindeki toplumsal varoluşudur. Kamlar indinde tarih veya (mekanik zaman) tutsaklıktır. Tarih sevdalısı Atsız ise mekanik zamanın tutsaklığına meydan okuyan bir direnişçidir. Kamlığın entelektüel sahnedeki görüntüsü yakıştırmasına bu nedenle bu yazımızda yer verdik. Edebiyattaki büyülü gerçekçilik kavramı Nihal Atsız’ın ve tabii Selim Pusat’ın duruşuna hiç de uzak değil. Doğru veya yanlış, şöyle bir varsayımda bulunalım: Eski zamanlardaki bir şaman yirminci yüzyıla gelseydi ve gerekli donanımları edindikten sonra bir romancı olmaya soyunsaydı o romancı kim olurdu?
Bütün bunlarla birlikte Atsız’ın mistikliğine ya da Atsız’a yönelik mistiklik yakıştırmalarına temkinli yaklaşmakta fayda vardır. TDK Türkçe Sözlük’te mistisizm sözcüğünün açılımı şöyledir: “Tanrı’ya ve gerçeğe akıl ve araştırma yolu ile değil de gönül yolu ile, duygu ve sezgi ile ulaşılabileceğini kabul eden felsefe ve din doktrini, gizemcilik.”
Atsız’ın edebi eserlerinin kısmen kapalı anlatılar olması hasebiyle ve bilhassa Ruh Adam’ın ise büsbütün kapalı anlatı olması bakımından “gizemcilik” söz konusudur. Ne var ki Atsız yalnızca roman yazarı değildir. Onun fikir adamlığında mistiklik kısıtlıdır. Yüzlerce makalesi açık metinlerdir. Fasih bir üslûpla yazdığından ötürü onun ne demek istediğini hemen kavrayabiliyoruz. Atsız öğrenci olarak hem subaylığın hem de akademisyenliğin tezgâhından geçmiştir. Subaylık mektebi ve akademik mahfil mistikliğe mesafelidir. Dolayısıyla Atsız’ın hakikate salt gönül, duygu ve sezgiyle ulaşma çabasında bulunduğunu söyleyemeyiz. Akıl ve araştırma yöntemleri Atsız’ın vazgeçilemezleridir. Sezgi ile akıl Atsız’ı besleyen kaynaklardır. Nasıl ki alp başkadır, eren başkadır, alperen bambaşkadır. Atsız’ı biraz da böyle değerlendirmek büsbütün yanlış olmayacaktır.
Atsız’ın demokrasi, cumhuriyet idaresi ve din karşısındaki tavrına gelirsek; işbu satırları yazan ve okuyanların bugünümüzde yaşadıkları tecrübeleri Atsız’ın tavrı üzerinden ölçüp biçmesi gerekmiyor mu?