Hüseyin Faruk ŞİMŞEK
Danışmanlık konusu Ekim ayının başından beri Türkiye gündemini meşgul ediyor. Bu konu ile ilgili tartışmalar da ekseriyetle verimlilik-bağımsızlık ekseninde yürütülüyor. Danışmanlık denince benim aklıma gelen bir hikâye var, sizlerle de paylaşayım.
Sene 1926, mekân Bahreyn adası. O dönemler Bahreyn, İngiliz İmparatorluğu’nun resmi sınırları içerisinde olmamakla birlikte imparatorluk halesinin yani İngiliz gayrı-resmi imparatorluğunun bir parçası ve İngiliz hegemonyası Basra Körfezi’nin batı kıyıları boyunca tartışmasız bir şekilde tesis edilmiş durumda. İngiltere ülkedeki toplumsal ve siyasi sorunların çözümünde yetersiz kalan şeyhlik yönetimine yardımcı olması gibi halis bir niyetle Charles Belgrave’i Bahreyn’e şeyhin danışmanı olarak gönderiyor. Belgrave Oxford mezunu ve 1. Dünya Savaşı esnasında Mısır, Sudan ve Filistin’de görev yapmış bir asker.
Neyse efendim; Belgrave Bahreyn’deki eğitim sistemini yeniden oluşturmuş, idari yapıyı baştan inşa etmiş, hükümet işlerini yürütmüş, bütçeyi hazırlamış, iç güvenlik birimleri kurmuş (güvenlik birimlerinde görev yapan memurlar İngiliz vatandaşı veya şeyh ailesine yakın Araplardan oluşuyor, üst rütbelilerin hemen hepsi İngiliz), mahkemede yargıç olarak çalışmış ve tabii ki 1930’lardan itibaren petrol ekonomisini organize etmiş ve yönetmiş. Sağ olsun çok iyi adammış, Şiilere karşı uygulanan baskıcı ve ayrımcı politikaları engellemeye de çalışmış ve Şii nüfusun sosyal ve ekonomik hayatta karşılaştıkları sorunları ortada kaldırmaya uğraşmış. Tabii ki siyasi hayata ve devlet yönetimine katılımlarına gerek duymamış; en nihayetinde kendi bileceği iş.
Efendim, Belgrave’den ve reformlarından memnun olmayan Bahreynliler ise 1938, 1947 ve 1953’te doğrudan Belgrave’i de hedef alan muhalif hareketler oluşturmuşlar. 1956 yılında Süveyş Krizi’nin ardından İngiltere’ye karşı duyulan öfkenin de etkisiyle Bahreyn’deki muhalif hareket ayaklanmış ve ayaklanma, İngiliz donanmasının desteği ile 1956 yılı sonunda bastırılabilmiş. 1957 yılında da Belgrave emekliye ayrılarak ülkeyi terk etmiş. Danışmanlık kurumu ise 1971 yılında Bahreyn’in bağımsızlığını elde etmesine kadar çeşitli isimlerle anılarak varlığını muhafaza etmiş, 1971 sonrasında da Bakanlar Kurulu adını almış.
Bu satırları yazarken bir hikâye daha geldi aklıma. Sıkılmazsanız onu da paylaşayım sizlerle; hem bu hikâye daha ilginç. Mekân yine Bahreyn adası, yıl 1966. Bahreyn’de öyle bir ayaklanma çıkmış ki Halife ailesinin sarayının duvarları çatırdamaya başlamış. Bildik hikâye; İngiliz donanması müdahale ediyor, Halife ailesi ayakta kalıyor ve Ian Henderson Bahreyn’e devlet güvenliğinden sorumlu danışman olarak gönderiliyor. Henderson Kenya’da 1952-1960 yılları arasında süren Mau Mau direnişini bastırmakla görevli bir koloni polis memuru. Beyimiz Bahreyn’de iç güvenlikten sorumlu tek adam haline geliyor ve ülkedeki ilk kurumsal yapıya sahip istihbarat örgütünü kuruyor ki bu örgüt hala Bahreyn’deki rejimin en etkili baskı araçlarından birisidir. 1974 yılında bugün hala geçerli olan Devlet Güvenliği Yasası’nı bizzat hazırlıyor ve uyguluyor. Ülkedeki her türlü muhalefet bu yasaya dayanarak ve iç güvenlik birimleri eliyle baskılanıyor. İşkence ve diğer insan hakları ihlalleri hikâyelerine ise hiç girmeyelim. İngiliz devleti de girmek istememiş ki Henderson 2001 yılında İngiliz mahkemelerince Bahreyn’deki faaliyetlerinden dolayı suçsuz bulunmuş.
Yahu adam 1974 yılında yasa yapmış, İngilizler 1971 yılında Bahreyn’den çekilmemişler miydi diyebilirsiniz. Bu hikâyenin ilginç tarafı da bu zaten. Ian Henderson’un Bahreyn’deki danışmanlık ve bütün iç güvenliği yönetme görevi 1998 yılında sona eriyor ve beyefendi İngiltere’ye dönüyor. Çekilmişler mi çekilmemişler mi kararı siz verin. Hem 2011 yılında Bahreyn’de çıkan ayaklanmaların bastırılmasının ardından Bahreyn hükümeti ne yaptı dersiniz. Bahreyn İçişleri Bakanlığı, güvenlik birimlerindeki aksaklıkları düzeltmesi için İngiltere’den bir danışman talep etti. İngiltere emniyetinin terörle mücadele biriminin başındaki isim olan John Yates de bu aksaklıkları düzeltmek için Bahreyn’e danışman olarak gönderildi. Eee, adamlar kendi kurdukları ve kendi yönettikleri yapıyı Bahreynlilerden daha iyi biliyor olsa gerek diyelim ve susalım.
Peki, bu danışmanlar sömürge valileri gibi yetkilerle donatılarak mı gönderiliyor? Cevabımız hayır. Danışmanların yetkileri yok, şeyhi ikna ederek yönlendirmeleri gerekiyor. Bu yüzden İngilizlerin Körfez bürokrasisi merkezden ikna kabiliyeti olmayan adamları danışman yapmayın şeklinde ricada bulunuyor.
Sahi İngiltere doğrudan el koyup yönetmek yerine şeyhleri ikna etme ve yönlendirme gibi daha dolaylı bir yöntemi niçin tercih etmiş? Cevap aslında çok basit, maliyeti düşük olduğu (malum İngilizler atacağı kurşunun maliyetini hesaplar, sonra atar) ve sömürge karşıtlığının, Arap milliyetçiliğinin yayıldığı bir dönemde daha az tepki çekeceği ve daha kalıcı olacağı için.
Benim vardığım sonuç şu: Danışmanlarda yetki yok ama iyi iş çıkarmışlar. Bahreyn adil, düzenli ve istikrarlı bir yönetime kavuştu mu ve bağımsız mı? Bu soruların cevabını da “hangi açıdan iyi iş çıkardılar bu danışmanlar o zaman?” soruları ile birlikte size bırakalım yine.
Hegemonyanın en önemli unsuru rızadır. Robert Cox da der ki; günümüzde hegemonya uluslararası ekonomik sistemdir.