Turgut GÜLER
“Bâkî, çemende hayli perîşân imiş varak,
Benzer ki, bir şikâyeti var rûzigârdan.”
diyen şâir, zamânı tuşa getirip, cümle âdemoğluna “müştekî” gömleğini giydirmiş.
Şahsî ve san’atkâr hayâtına bakıldığında; “Kazaskerlik” makâmına kadar yükselmiş ve “Sultânü’ş-Şuarâ” diye çağrılmış bir fânînin, Kaanûnî ihtişâmına sırtını dayayıp “rûzigâr”dan şikâyet etmesi, ilk ânda pek inandırıcı gelmiyor.
Ne var ki, şikâyetin alt ve üst sınırı çizilmemiş. İnsanın mayasıyla çok yakından alâkalı bu şikâyet edâsı, hemen her zemînde neşv ü nemâ muhîti buluyor.
“Rûmeli Kazaskeri” olmuş bir “molla”nın, içinde büyüttüğü ukde “Şeyhü’l-İslâmlık”sa, serzenişin kaleme yüklenişi şâirce tezâhür ediyor.
Derken, işin içine “kadir bilmezlik” isnâdı karışıyor ve bunun ancak “musallâ taşı”nın karşısında telâfi edilebileceği tahayyüle giriyor:
“Kadrini seng-i musallâda bilüb ey Bâkî!
Durub el bağlayalar karşına yârân sâf sâf..”
Şikâyetin dozu, rengi, kokusu elbette kayda değer, ama şâirce ifâde edilmesi bir başka güzel. Nâmık Kemâl’in tarrakalı mısrâlarında “fedâkârlık” ve “serdengeçtilik” tercîhine sunulan şikâyet, neredeyse suç ve kabâhat hükmüne girecektir:
“Bâis-i şekvâ bize hüzn–i umûmîdir Kemâl!
Kendi derdi gönlümün, billâh gelmez yâdına..”
Zamâne dilinde buna kısaca: “Vatan, millet, Sakarya!..” deniyor…
Hamâsetin hafîfe alındığı ve avâm işi telâkkî edildiği günler yaşıyoruz. Hâlbuki el’ân üzerinde yaşadığımız vatan toprağından, ciğerlerimize çektiğimiz havaya kadar, bütün aslî ihtiyaçlarımızın temelinde, o, karikatürize tavırlar revâ görülen “hamâset” var.
Bayrâmın adına ipotek koyma gayreti, birilerini heyecânlandırıyor. “Ramazan Bayrâmı” mı, “Şeker Bayrâmı” mı? Yoksa “Fıtır Bayrâmı” mı?
Üçüncüsünü, yâni “Fıtır” tercîhini, daha ziyâde ilâhiyatçı akademisyenlerin savunması, doğru adresi arayanlara kolaylık temin ediyor. Lâkin öyle bile olsa, “galat” ve “umûmî kabûl” faktörlerini de hesâba dâhil etmek durumundayız.
Ramazan ayının sonuna, ilâhî takdîrle konmuş bir bayrâma, “Ramazan” adını vermek, “ismiyle müsemmâ” isâbeti çıkarır. Kaldı ki, fıtır sadakasının Ramazan’a mahsûs bir maddî ibâdet oluşu, bayrâma verilecek isim mes’elesinde “Ramazan-Fıtır” rekâbeti mantığını ber-havâ eyler.
“Şeker”in tek sevimli ve tesellî veren tarafı, “şükür”den galat olma ihtimâli. Değilse, madde katılığında bir “kelle şekeri” silüeti ortaya çıkar.