Doç.Dr. Durmuş HOCAOĞLU
Max Weber’in Dil ve Millet arasındaki ilişkiye temas ederken “aynı dili konuşan kişiler arasında bir millî dayanışmanın mevcut olup-olmadığının da tartışılabilir olduğunu” ileri sürmesinin tarihî tecrübe ile doğrulanmış ciddî bir tez olduğuna dikkat edilmesi gereklidir. Nitekim, İngilizce’nin, asıl omurgası Anglo-Sakson olan Amerikalılar ile İngilizler yanında artık kendi dillerini terkederek İngilizce konuşur hâle gelmiş bulunan İrlandalılar ile yine İngilizler arasında; Almanca’nın Almanlar ile Avusturyalılar arasında ortak bir milliyet ve millî dayanışma duygusu yaratmaya yetmemesi gibi bunların birbirinden git-gide kopmasına mâni’ olamaması yanında, aynı Arap dilini konuşan muhtelif Arap kavimleri ve halklarının da kendilerini kısm-ı âzâmı îtibâriyle aynı büyük Arap milletinin bir parçası addetmesine karşılık bütünleyici bir millî dayanışmadan mahrum oluşu ve büyük ve birleşik bir Arap dünyasının bâzı entellektüeller dışında bir revaç bulamaması ve kezâ, aynı dilin muhtelif lehçelerini konuşan ve modern anlamda bir millet teşkîl edip-etmediği de tartışmaya çok açık bulunan Türk kavimleri ve halkları arasında bugüne kadar böyle bir dayanışmanın mevcut olamayışı ve bunun da bütün Türk tarihinin ve Türk milliyetçiliğinin en belâlı ve halli en ziyâde müşkilât arzeden büyük problemlem alanlarından birisi olmaya hâlâ devam etmesi ve aynen Arap dünyasında olduğu gibi, büyük ve birleşik bir Türk dünyasının çok dar bir entellektüel câmia dışında îtibar görmemesi bu tezi doğrulayan en çarpıcı misâllerdendir.
Weber’in bu fkrine karşılık, Dil’i Millet kavramının târifinde belirleyici bir kriter olarak kabûl etmeyerek aşırı bir uca sarkan Ernest Renan 11 Mart 1882’de Sorbonne’da verdiği “Millet Nedir?” (Qu’est-ce qu’une Nation?) başlıklı konferansında “bugünkü (anlamıyla) millet”i, aynı istikamete yönelen bir sürü olayın doğurduğu tarihî bir sonuç olarak nitelendirmekte, daha sonra da kavramın tanımlanması için sunulan beş temel kriteri (Irk, Dil, Din, Menfaat Birliği, Coğrafya) ele alarak, Millet’i “kutsal bir şey” olarak tavsîf etmekte ve maddî olan hiçbir şeyin onu îzaha kâfî gelemeyeceğini belirterek, genel bir târif yapmak üzere, Millet’in, toprak şeklinin tâyin ettiği muayyen bir grup değil, tarihin derin karışıklıklarından hâsıl olan mânevi bir varlık, mânevî bir aile, bir ruh, mânevî bir varlık olduğunu ve bu rûhu, bu mânevî varlığı, biri mâzide, öteki hâlde bulunan ve hakîkatte bir olan iki şeyin teşkîl ettiğini; mâzî faktörünün müşterek bir zengin hâtıralar mîrası, ötekinin ise, bugünü birlikte yaşama rızâsı, tüm olarak elde edilen mîrâsı değerlendirmeye devam etme irâdesi olduğunu ileri sürmekte ve şöyle demektedir[1]:
“İnsan, eti, kemiği ve ruhu ile bir anda yaratılan bir şey değildir. Millet de fert gibi, cehitler, feragatler, fedakârlıklarla dolu bir mazinin muhassalasıdır.
…/Demek oluyor ki bir millet, birlikte katlanılan ve katlanmaya hazır bulunulan fedâkârlıklar duygusunun yarattığı büyük bir karşılıklı bağdır./
…/Aklı başında ve yüreği ateşli insanlardan müteşekkil büyük ve mütecânis bir topluluk, millet denilen mânevi vicdanı yaratır. Bu mânevi vicdan, ferdin bir cemaat yararına hakkından vazgeçmesinin gerektirdiği fedakârlıklarla kuvvetini ispat ettikçe meşrûdur, var olmak hakkına maliktir.”
Renan’ ın Millet târifinden Dil faktörünü çıkarması hâlâ bir millet olup-olmadığı tartışmalı bulunan Yahûdiler’e bir nebze uygun düşebilir ve tezde de Dil konusundaki aşırılık hâriç, kabûle şayan çok şeyler vardır; ancak, bütün insan başarılarının temelini oluşturan şeyin Dil olduğu gerçeği gözardı edildiği takdirde, Millet’e vücut veren bütün bu âmillerin müşterek bir dil olmadan imkân âlemine çıkması muhâl olmakla, Renan’ın fikrinin ciddî bir sakatlık ile mâlûl bulunduğu da açıktır.
Millet kavramının târifinde karşılaşılan bu güçlükler, ideolojik değil de ilmî ve felsefî zihniyetle bakıldığında hiç de kolay halledilebilecek türden değildir. Ancak, modern anlamıyla Millet yanında, onu da tazammun eden daha kapsayıcı bir Millet tanımı için “Halk” ve “Millet” kavramlarının birbirleriyle birleştikleri ve ayrıldıkları noktaların mümkün olduğunca sıhhatle tâyin ve tefrik edilmesinin zarûretine dikkat edilmesi de anşart lâzımdır ve bu konudaki en belirleyici kıstas ise “tarih”tir. Çünkü Millet, herşeyden önce, tabiî (fizikî / genetik bir varlık değil, bir kültürel ve tarihî varlıktır; tarih içerisinde, değişerek, gelişerek tekâmül eder. Bu tekâmül seyrinde, dar anlamıyla Halk, yâni Ahâli, tarihin belirli anlarında yaşayan ve sonra ölerek sahneden çekilen anlık, sâdece ve yalnız bugüne âit, muvakkat bir varlık olduğu hâlde, Millet, bütün bu tarihî sürecin tamâmını ihâta eden müstakarr bir sürekliliktir. Meselâ, ben, Türk Milleti’nin bir parçası olduğum kadar, henüz hayatta olduğum için Türk Halkı’nın da bir parçasıyım; ama merhum annem ve babam artık Türk Halkı’ndan değillerdir, fakat Türk Milleti’nin bir parçası olmaya devam etmektedirler ve edeceklerdir de. Geniş anlamıyla Halk ise, Millet olma safhasının alt basamaklarındaki bir başka toplumsal örgütlenmeyi ifâde eder.
——————————————
Kaynak:
Yeni Çağ [Analiz]., 05 Mart 2004, Cuma., s.12; Yeni Çağ Sıra No: 083; 2004-026; Mart-02
Dipnotlar
[1] Emest Renan., “Millet Nedir?”., “Nutuklar ve Konferanslar” içinde., Bölüm: IlI’den (s.120 v.dv.)