Doç.Dr. Recep ÖZKAN[i]
İnsan toplumsallaşma sürecinde, içince yaşadığı X toplumun temel kurallarını öğrenerek topluma uyum sağlamaya çalışır. Toplumsallaşmada etkili olan, öğrenilmesi gereken kurallar vardır. Bu kurallar bireyin hayatına yön vermekte, yaşam biçimini oluşturmasında etkili olmaktadır. Bu süreçte toplumsal değerlerin önemli bir etkisi söz konusudur. Birey toplumsallaşma sürecinde kazandığı temel değerler ile hayatını şekillendirmektedir. Öyle ki bu değerler bireyin hayatının her aşamasında etkisini göstermekte, bireyin kişiliğinin oluşmasında etkili olmaktadır.
İnsanların anlamlı buldukları, yaşamlarında kıymet ifade eden şeyler olarak anlamlandırılan değerler, insan hayatında önem verilmesi, korunması ve yeni kuşaklara aktarılması gereken şeylerdir. “Bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, bir şeyin değdiği karşılık, kıymet. Yüksek ve yararlı nitelik”1 olarak tanımlanan değerler, insanın hayatını şekillendiren kıymet hükümleridir. Dolayısıyla önemli görülen “değerler, herkesin yaşamına yol gösteren düzenleyicidirler. (…) Değerler, bireylerin yaşamlarına anlam veren ve olması gereken gerçekleri yansıtan nesneler hakkındaki fikirlerdir.2 “Değer istek ve eğilimden önce gelir ve onun ortaya çıkmasını sağlar.”3 “Değer, en geniş anlamıyla eleştirel niteliklerin genel adıdır… Genellikle değerler insanların nesnelere yükledikleri öznel nitelikler olup… bu öznel nitelik yüklenen nesnelerin birey hayatında önemli yer işgal etmesiyle anlam kazanırlar. “Değer kavramı, bir kişi ya da bir topluluğun ideal kabul ettiği varolma ya da hareket etme tarzıdır.”5
Değerler, insana özgü, insanı insan yapan ve onu diğer canlılardan ayıran bir nitelik taşır. Ayrıca değerler, insanın amaçlarına uygun şekilde kendini gerçekleştirecek duruma gelmelerine yardımcı olur. …kişilerin doğru bilmesinde doğru düşünme ve doğru değerlendirilmesinde, doğru eylem içinde olduğunu görebilmesinde yardımcı olmaktadır.6 Birey, yaşamını sahip olduğu değerler kuşatması altında ve sahip olduğu değerlerin ışığında iyiye, doğruya ve güzele yönlendirmektedir. Değerler birey “davranışlarının ilham kaynağıdır.”7 “Değerler; belli bir durum veya şartlara bağlı kalmaksızın, arzu edilen, yararlı görülen ve beğenilen şeyleri gösteren kıstaslardır.8 “…değerler, cemiyetin vicdanında yaşayan bir takım ideallerdir.”9 Dolayısıyla değerler, özelde birey, genelde toplumun şekillenmesinde etkin olmaktadır.
Değerler sözü ile dile getirdiği şey, en dar anlamdan en geniş anlama kadar bütün insan başarıları, insanın her şeyi-düşünceleri, ülküleri, bilimi, sanatı, felsefesi, dini, moralleri, tarihidir. Onun anlamlı gördüğü her şey birer değerdir.10 “Değerler izafi yani görecelidir. …; bunlar, bir grubun sahiplendiği ideallerdir. Bu nedenle değerler daima bir topluluğa özgüdürler.”11
Bu tanımlardan hareketle, birey ve toplum açısından yapılmalarına göre değerler kendi içlerinde iki grupta toplanabilir: 1- Birey açısından değer, a. Uğrunda ulaşılması, çaba gösterilmesi, gerçekleştirilmesi gereken; b. Genellikle benimsenen, özenilen, önemsenen, üstün tutulan; c. Nesne, olgu ve olayların kendilerinde bulunmayan, fakat insan tarafından bunlara bireysel ve öznel olarak atfedilen, yükletilen niteliktir. 2- Toplum açısından değer, a. Bir sosyal grubun veya toplumun bütününün kendi varlık, birlik, işleyiş ve devamını sağlamak ve sürdürmek için üyelerinin çoğunluğu tarafından uygun ve gerekli oldukları kabul edilen, aynı üyelerin ortak duygu, düşünce, amaç ve çıkarlarını yansıtan, genelleştirilmiş ilke ve inanç(lar)dır; b. Grupların veya toplumların arzu edileni ve edilmeyeni, belirleyen temel standardı veya standartlarıdır. Değer çeşitlerini bir arada şöyle sınıflandırmak mümkündür: 1- hazcı değerler, 2- bilimsel değerler veya bilgi değerleri, 3- ahlaksal değerler, 4- estetik değerler, 5- dinsel değerler.12
Değerler toplum ve birey hayatında öylesine etkili olmaya başlamıştır ki, zamanla bir inanç öğesi gibi kutsal sayılır hale gelmeye başlamıştır. “Değer bir inanç olmak bakımından, dünyamızın belli bir kısmıyla ilgili idrak, duygu ve bilgilerimizin bir terkibi demektir. Fakat değer, inancın spesifik bir şekli olmak itibariyle ondan daha yukarıda bir zihin organizasyonudur. Şöyle ki bir değer bir tek inanca değil, bir arada organize olmuş bir grup inanca tekabül eder.”13 Bu nedenle de değerler, bireyin grupla ortak paylaşımı sonucu ortaya çıkan kıymet hükümlerini oluştururlar. “Değerler ortak amaçlarla ilgili fikirlerden başka bir şey olmadıklarına göre, onların temelinde ya da bileşiminde kavramların bulunması doğaldır.”14
Toplum ve Değerler
Toplumsal devamlılığın sağlanabilmesi, yeni nesillere mevcut toplumsal yapının sağlıklı aktarımıyla orantılıdır. Topluma yeni katılan bireyler bu yapıyı hazır olarak bulurlar. Topluma yeni katılan bu bireyler aile, çevre, okul vb. ortamlarda toplumun temel değerlerini öğrenirler. Bu ortamların özellikleri birey davranışlarına yansır. Yetiştiği aile ortamında gelecekteki hayatına yön verecek olan tavır ve davranışlar edinir. Aile ortamının özellikleri onun kişiliğini biçimlendirir. Daha sonra bireyin ilişkide bulunduğu çevre ve okul onun davranışlarının temellenmesinde önemli roller üstlenir. Doğumuyla birlikte, aileden başlayarak çevre ve okul aracılığıyla toplum, bireylerine toplumsal değerleri sistemli ve düzenli bir şekilde aktararak toplumsal düzenin sağlıklı yürümesine katkıda bulunur. Toplumsal değerler, toplumun hayata bakışının bir göstergesidir. Değerlerin önem sırası, toplumun inanç, gelenek ve hukuk kurallarının etkisinde şekillenir. Toplumsal değerlerin bireylere aktarımında, öncelik toplum tarafından önemli görülen değerlerdedir. “… değerler arasında da bir üstünlük ve öncelik münasebeti vardır. En hâkim durumda olanlar ferdi aşan değerlerdir, bizim üzerimizde en çok etkisi olanlar bunlardır.” 15 Öyle ki, “değerler bir açıdan bizim yaşamımızın gayeleridir; hatta sadece kendi hayatımızın değil, başkalarının hayatı için de gaye olmasını istediğimiz şeylerdir.”16 Değerler, insanların içinde yaşadığı topluma mensubiyetlerinin bir göstergesidir. “Bir insanın diğer insandan farkı, kendi zamanına, çevresine ve tarihe yön vermiş olan ve yön veren değerler ve değerlendirmelerle hesaplaşmasında veya hesaplaşmamasında, hatta onları kullanmasında ortaya çıkar.”17
Sosyal bir varlık olma sürecinde birey, içinde yaşadığı sosyal ortamlarla birlikte şekillenir. “Aile, okul ve iş çevresi söz edilen bu ortamların başında gelir. İnsan bu ortamların ufku ve gereksinimleriyle kuşatılmıştır. Bu nedenle insanın gereksinim ve istekleri büyük ölçüde toplumun gereksinim ve istekleridir. Birey, “faaliyette bulunduğu toplumun alışkanlıklarından, ahlakından ve göreneklerinden ayrı algılanamaz.”18 “Kendine özgü değer ve alışkanlıklara sahip olan bu toplumsal ortamlar bireylerde kendi yapılarına uygun beklentiler üretir.”19 “İşte sosyal sistemin bir elemanı olarak değerler sistemi, toplumun özünü teşkil eder. Her türlü toplum değişmesi için, halkın değerler sistemini hesaba katmak gerekir.” 20 Dolayısıyla toplum olma sürecinde, toplumu oluşturan bireylerin geçmişten devraldıkları değerlerin önemli bir yeri vardır. Toplumlar arasındaki farklılıkların ortaya çıkmasında değerlerin önemi büyüktür.
Değerler ve Eğitim
Eğitimin genel amacı, toplumu oluşturan bireylerin içinde yaşadıkları topluma sağlıklı uyumunu gerçekleştirmektir. Eğitim toplumsallaştırma işlevini, bireylere içinde bulundukları toplumun geleneklerini, inançlarını, tutum ve alışkanlıklarını öğreterek yerine getiri. Böylece eğitim kurumlan, bireylere toplumun temel toplumsal değerlerini aktararak toplumsallaşmalarını sağlarlar. Bunu yaparken de toplumsal değerlerin çağa uygun olarak yemlenmesini ya da çağın şartlarına göre geçerliliğini yitirmiş değerlerin yerine yeni değerlerin oturtulmasını sağlamak zorundadır. Bu durum eğitimin toplumsal değişme görevleri arasındadır.
Günümüzde toplum yaşamına yön veren değerler sistemine çağın şartlarına göre yeni anlamlar yüklenmesi gerekmektedir. Bütün hayatı değerler sistemiyle kuşatılmış bir toplumda bireyin çağı yakalaması, değerler sisteminin çağa uygunluğuyla orantılıdır. Birey eğitiminde önemli yer işgal eden bu değerlerin çağa uygunluğunun sağlanması eğitim sisteminin görevleri arasındadır.
Geleneksel toplumun aile merkezli eğitimi sanayi devrimiyle birlikte yerini örgün eğitime bıraktığında eğitimin geleneksel bağlamı olan aile yerine okul yeni toplumun yükselen değeri olmuştur.21 Okulun şahsında bireye yönelik eğitim faaliyetleri, bireyin bilgi toplumunda yerini almasına yöneliktir. Bilgi toplumunun demokrasi, insan haklan, bireyselleşme, serbest piyasa ekonomisi, vb. toplumsal değerleri bireyi öne çıkaran değerlerdir. Toplumun gelenekten getirdiği himayeci değerlerle, (itaat, saygı, himaye, koruma, kollama, bağlılık, sadakat, birlik-beraberlik, vb.) bilgi toplumunda ortaya çıkan yeni değerlerin uyumluluğu bireyin yeni dünya düzenine uyumu açısından önemlidir.
“Çağlara ve dönemlere göre değişen anlam ve sınırlara sahip olan toplumsa] değerler (dayanışma, sevgi, erdem, saygı, hoşgörü, konukseverlik, dostluk, özgecilik, hemşehricilik, komşuluk, yardımseverlik, yararcılık, idealizm vs.) yeni yaklaşım ve yorumlara ihtiyaç göstermektedir.”22 Geleneksel değerlere sıkı sıkıya bağlı toplumlarda, gelişmeler karşısında geçerliliğini yitirmiş değerlerin terk edilmesi ve yeni değerlerin kabulü oldukça zor ve zaman alıcıdır. Çünkü “birey geçmişini benliğinde sürdürmekte ve hiçbir zaman bütünüyle ondan kurtulamamaktadır. Yeni kültür değerleriyle yaşamakta fakat asıl kültürün kendisine kazandırdığı düşünüş biçimiyle eylemektedir.”25 “Toplumdaki üretici güçlerin en yaratıcısı, en güçlüsü, en dinamiği olan insan, yine kendi eliyle kendini biçimlendirir.24 Bireyin ve dolayısıyla toplumun “benimsediği düşünsel temeller de eğitimin nasıl yönetileceği konusunda etkilidir.25 “…gittikçe göreli bir hızla modernleşmekte olan bir toplum haline gelme dolayısıyla, bu gün, kendini iyice belli eden bir değer bunalımı içindeyiz. Etkililiğine rağmen, canlılığını yitirmemiş bazı köklü değerler, bazen birbirleriyle kaynaşmış olarak, çoğu zaman da yan bakışarak, bir arada yaşamaktadırlar… böylece bir değerler kargaşası varlığını her gün biraz daha yoğun bir biçimde belli etmektedir. Tutarlı bir değerler sistemine yönelmeyi kolaylaştırabilecek ölçütler hususundaki kararsızlıklar bu kargaşayı daha da arttırmaktadır.”26 Her iki üç yılda, mevcut bilgi birikiminin iki misli arttığı çağımızda çok hızlı bir değişim süreci yaşanmaktadır. Bu değişime ayak uydurabilmek, eğitim yoluyla bireylerin bu değişiklikleri öğrenmesi ile sağlanabilmektedir. Eğitim kurumları aracılığıyla, toplumda mevcut değerlerin çağa uygun anlam ve işlevlerle yeniden şekillendirilerek bireylere öğretilmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Toplumsal değerlerin yeni anlam ve işlevin e kavuşturulması, bireylerin çağa uygun, çağı yakalama çabasına önemli etkisi olacaktır.
Bilgi toplumunun bireyi öne çıkaran toplumsal değerleri, birey hayatına yeni anlamlar yüklemektedir. Geçmişten devralınan himayeci değerlerle bilgi toplumunun yeni değerleri uyumlu bir şekilde bireysel ve toplumsal hayatı yönlendirme durumundadır. Eğitim sistemi yeni nesillerin –değişimin öngördüğü yeni değerlerle himayeci değerleri bütünleştirerek– geleceğe hazırlamada önemli bir misyon üstlenmesi bireysel gelişimin geliştirilmesinde etkili olacaktır.
Eğitim sistem aracılığıyla gerçekleştirilecek bu değişimde öğretmenlerin önemli roller üstlenmesi gerekmektedir. Başta öğretmenlerin değişime hazır ve gelişmeleri takip eder durumda olması gerekmektedir. Yüklemeci bir eğitimden ziyade, bireyin kişisel gelişimine önem veren hayata hazırlamayı gaye edinen bir anlayışla yaklaşması gerekmektedir.
Bireyselleşme, Değerler ve Mensubiyet
“Bireyselleşmenin öznel olan insanı, kendini kuşatan bir çevre, başkalarının dünyası ve kendi iç dünyası olmak üzere bu iç içe geçmiş yaşam alanında varlığını sürdürmektedir, ilk iki kategori içerisinde itaat etmeyi öğrenir. Uzun bir itaat eğitiminden sonra yetişkin olur ve ayaklan üzerinde duran, kendi kararlarını kendisinin aldığı birey olması beklenir. Acaba insanın kendini biçimlendiren bu çevresel güçler üzerinde bir denetim sağlaması olanaklı mıdır? Kültürün çekim gücü dışına çıkabilir mi? Bir bakıma kendi kültürümüzden başka bir şey değiliz. Bu sözü edilen iki kategori insan yavrusunun gerçek potansiyel gücü üzerinde bir kabuk oluşturur. Gerçek güç bu kabuğun altında taze ve canlı olarak saklı kalır. Ve onun kendisi olmasını önleyerek, onu sürünün bir üyesi”27 haline getirerek, gruptan bağımsız ve farklı hareket etmesini istese de engeller. Çünkü bireyin karakteri geleneğin etkisiyle şekillenen kültür unsurlarıyla biçimlenmektedir. Yaşadığı toplum da böylesi bir kültürün oluşturduğu toplumdur.
Bireyselleşmesi bastırılan kişi, yaşamını sürdürebilmek için gerekli bilgiyi ve desteği, karşısında ana-baba rolü oynamakta olan diğer insanlardan elde etmek zorundadır. Bu durum ise kişileri birbirlerine bağımlı kılar. Bağımlı ilişki ortamında kendini güvende hisseden kişi, bu güveni kaybetmemek için, mevcut hiyerarşiyi bozmaktan kaçınır. Hiyerarşiyi bozmamak için de kendi özgün düşüncelerini ortaya koymaya karşı direnç gösterir. (Bu tavır giderek özgün düşünce üretme becerisini köreltebilir.) Bir anlamda kişiler bireyselleşmeye, kendi aklını sergilemeye karşı bir korku geliştirir. Bu korku topluluk içinde mevcut bağlılığı pekiştirir. Kişiler bireysel akıllarını ve bireyselliklerini dışladıkça, aralarındaki hiyerarşiyi ve bağlılığı güçlendirmiş olurlar.28
Bireysel teşebbüs-girişimle fazla bir şeyin başarılamayacağı inancının yerleştiği toplumlarda insanlar gündelik ilişkilerinde dahi mensubiyetlerini ön plana çıkarma yoluna gitmektedirler. Kişisel beceri ve bilgiyle yapılacak işlerde bile bu yol tercih edilmektedir. Bir öğrencinin okul kaydının yaptırılmasında, sıradan bir sağlık hizmetinden yararlanmada, yapılacak bir iş için resmi makamlardan izin alınmasında vb. gibi daha birçok konularda ilk yapılan iş, o işin yapılacağı yerlerde kendi grup, cemaat, hemşehri veya tanıdık bulma çabasına girişilmektedir. Bu ve buna benzer durumlar, geleneksel toplumlarda neredeyse bireylerin hayatta ve ayakta kalabilmelerini mensubiyetleriyle orantılı görmelerini ortaya çıkarmaktadır.
Bireylerin mensubiyetlerine (grup, cemaat, dernek, aile, okul, mahalle, sokak vs.) bağımlı hale gelmesinde değerlerin büyük ölçüde etkisi vardır… Toplumsal değerler günlük hayatı belirleyen ve hatta organize eden değerlerdir. Aile yaşamından hukuk ve siyasal sisteme kadar genişleyen bir manevra alanına sahiptir… Açıkça ailedeki norm ve değerler günlük yaşamla birlikte, ahlaksal, hukuksal ve siyasal yaşamların tümünü belirlemektedir, itaat kültürü, namus ve ahlak anlayışı, komşuluk ilişkileri, güven ve himaye kültürü, sadakat ve ihanet, gizlilik ve mahremiyet, sevgi ve hoşgörü, saygı ve korku, özgürlük ve teslimiyet gibi değerlerin niteliklerine göre ortaya çıkan bir aile kültürünün bu doğrultuda bir toplumsal kültüre yönelmesi doğaldır.29
Cemaat eksenli toplumlarda birey cemaate bağımlı yaşamaktadır. Cemaat bireyin bütün dünyasını saran bir kuşatmayla bireyin davranışlarını yönlendirmektedir. Bireyselliğin yerini cemaate bağlılık almaktadır. Cemaatin kabul ettiği ve benimsediği değerler sistemi bireyin hayatını yönlendirmekte, bireysel hareketlerin yerine cemaatin kabul ettiği değerler sistemine göre hareket etmektedir. Cemaat eksenli toplumlarda “… “biz” demek, cemaatin bir üyesi olmak kabul görür. Bu yaşam biçiminde bireyselleşmek, çoğunluğun içinden sıyrılıp “ben” demek ayıptır, yasaktır.”20 Gelenekten gelen bir etkiyle şekillenen bu tür toplumlarda bireyin varlık nedeni toplumdur. Birey toplum ya da cemaat için vardır. Bilgi toplumunda bireyselleşmenin gereklerini yerine getiremeyen bireylerin varlığı gelenek etkisiyle şekillenen cemaat tipi toplum yapısının bir sonucudur. “Hala gelenek kültürüne dayalı yaşayan insanlar geleneğin kendilerine buyurduğu yolu izler ve endüstrileşmiş toplumlardaki insanlardan çok farklı hareket ederler.”3‘
Bu noktada toplumun karşısına çıkan “… sorun, toplumsal yapısı ve bu yapıyı meydana getiren temel toplumsal kurumlan sıkı sıkıya geleneksel değerlerle çevrili olan bir toplumun büyük bir istek belirtmiş olsa da toplumsalın getirdiği sınırlılıkları nasıl aşacağı? Sorunudur. Cemaat ve demek merkezli; müdahaleci ve ataerkil itaat kültürlerinden nasıl birey çıkacağı; üstelik tüm bu mensubiyetlerden kurtularak kendi ayakları üzerinde bireyin nasıl duracağı sorunudur?32 “Kuşkusuz bireyin cemaatten bağımsız olarak var olması ve buna uygun davranış üretmesi kendi özlük hakları çerçevesinde yeni bir dünya kurması ise gerçekten kolay değildir.”33 Çünkü “Kültürümüz emrivakilere yatkın bir kültürdür, itaatte, himayede, otorite de bunun üzerine gelmiştir. Böyle bir kültürle yoğrulmuş bir toplumda bireyin ön plana çıkması zordur.”34 Dolayısıyla böyle bir yapıya sahip bir toplum, “…ortak bir biz bilincini, bireyin aşkın ideali olarak tüm üyelerine kabul ettirir… Böyle bir toplumda birey kayıtsız şartsız topluma adanmış bir varlıktır.”36
Bireyin tarihi geçmişinden miras olarak aldığı, geleneksel değerleri hayatının vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Hayatının her alanında bu değerler onu yönlendirmektedir. Değerlerle kuşatılmış bir toplumda dini inançlar dahi geleneklerle şekillendirilerek yerine getirilmeye çalışılmaktadır. Doğumundan ölümüne kadar hayatının tüm evrelerinde, biri/lerinin yardım ya da desteğiyle ayakta kalmaya alışmış olan birey karşılaştığı her güçlükte kendisini himaye edecek birilerini aramaktadır. “Kendi ayakları üzerinde kalamayan insanların ayakta ve hayatta kalma çabasında yöneldikleri gruplar büyük ölçüde onların sığınakları olmaktadır.”36 Yaşamını bu denli güçlü bir etkiyle kuşatan grup yaşamı etkisiyle birey, himaye kültürünün uygulayıcısı durumuna gelmektedir.
Himayeye ve korumaya yatkın insanlar bireysel teşebbüs ve bireysel karar vermede güçlük çektiklerinden kendilerini biri ya da binlerinin himayesi altında görmeye her zaman yatkın insanlardır. Bu tür insanların, kendi başlarına bir iş yapmaları, kendi başlarına girişimde bulunmaları zor olmaktadır. Dolayısıyla kendilerini yönlendirecek olan birilerini gördükleri zaman da her şeyleriyle kendilerini onlara teslim ederler. Korumacı geniş aile ortamında yetişen bu insanlar aile ortamından gelen bu alışkanlıklarını hayatı boyunca sürdürme,37 her zaman, her yaşta binlerinin koruması altında yaşama, onların desteğini arkalarında hissetme eğilimindedirler. Böylece, bir gruba, bir cemaate ait olma vazgeçilmez duruma gelmektedir. “Ait olma insanın en basit ihtiyaçlarından biridir, insanlar gruplardan tecrit edildikleri veya dışlandıklarını hissederlerse büyük ızdırap çekerler.38
Özellikler metropol kentlerinin acımasız hayat akışı, insanları yalnızlığa itmektedir. Her yönüyle bir cenderenin içine girmiş hissi uyandırmaktadır. Yalnız, tek başına kalmış, terkedilmiş duygusu hâkim olmaktadır. Bu ortamlarda bireyler tutunacak, kendini güvende hissedecek bir sığınak arama ihtiyacını hissetmektedirler. Bu ihtiyaç, bir demeğe, bir kulübe, bir cemaate, bir siyasi partiye, vb. mensubiyeti beraberinde getirir. Çünkü birey yaşamının her aşamasında, dayanışma, birlik-beraberlik, yardımlaşma vb. değerlerle yoğrulmuştur.
Alışkanlıklar insanları her yeni şeye karşı yabanileştirir.39 Birey alışık olmadığı şeylere zararlı, olumsuz, kendisi için bir anlam ifade etmeyen şeyler olarak bakar. Alışkanlıkları dışındakilere zararlı olarak yaklaştığı için alışkanlıklarına daha sıkı sarılır. Bu durumdaki birey gelişmelere de kapalıdır, itaate, boyun eğmeye alışmış birey, bu durumu kendisi için bir zorunluluk olarak hisseder ve hayatının her evresinde uygulamaya çalışır. Sonuçta “özgün olmaktan, içinden gelene kulak vermekten, farklı davranmaktan korkan bireylerden oluşan bir toplum… Dolayısıyla her ortam ve düzeyde otorite arayışı, itaat” 40 kendini göstermektedir. “Örneğin, itaat kültürünü bir değer olarak benimseyen ailenin itaatkâr bireylere ödül vermesi kadar doğal bir şey olamaz. Buna karşılık böyle bir kültürde itaatsizlik, isyan ve aykırılığın da pirim alması söz konusu değildir. İtaat ve itaat kültürü, bir takım faktörlerin desteğinde gelişip kök salmaktadır.”41
Kendilerine özgü değer ve alışkanlıklara sahip olan toplumlarda himayeci değer ve alışkanlıklar, toplumların genlerine işleyerek onların kendilerine özgü yaşam tarzlarını ortaya çıkarmaktadır. Öyle ki bu alışkanlıklar birey yaşamına zarar verse bile vazgeçmek zor olmaktadır. “Alışkanlıklar bir kez yerleşip ön yargılar kökleşti mi, artık onları değiştirmeye kalkmak, hem tehlikeli hem de boşunadır; halk, hekimi görünce titreyen ödlek ve akılsız hastalar gibi tıpkı, dertlerine el sürülmesini, bu dertlerin yok edilmeleri için bile olsa istemez.”42
“Şüphesiz, toplum içerisinde yaşayan, geleneksel insan için de modem insan içinde bir takım değerlere bağlı olmak bir tür zorunluluktur. Çünkü toplumsal hayatı mümkün kılan, paylaşılan bu değerlerdir.”43 Çağlara ve dönemlere göre farklı anlam ve görevler yüklenen değerler bireylerin ortama sağlıklı uyumlarında önemlidirler. Geçmişten devralınan ve yaşanılan çağın şartlarına göre beliren değerlerin uyumlu olması toplumsal kalkınma açısından önemlidir. Aileden gelen bir etkiyle devamlı olarak geleneğin etkisinde kalan toplumlarda himayeci değerler toplumun vazgeçilmez başat değerleri olmaktadır. Çünkü cemaat eksenli toplumlarda geleneksel etki oldukça kuvvetlidir. Bu tür toplumlar geleneksel değerlerini her dönemde yeni kuşaklara aktararak muhafaza etme eğilimindedirler. Himayeci değerlerin etkin olduğu toplumlarda, bireylerin biz bilincinden kurtularak ben bilincine ulaşması zor olmaktadır. Kararlarında, hareketlerinde ve yaptığı birçok işlerde kendi başına karar vermekten korkan, birilerinin onayını alma gereği hisseden bireyler, eleştirmekten, karşı çıkmaktan, yeni fikirler ortaya atmaktan, ben böyle düşünüyorum demekten, bu yapılan yanlıştır demekten korkmaktadırlar. Bu korkunun altında ise; mevcut yapıya zarar verme, alışkanlıkların etkisinden kurtulamama, yalnız kalmaktan, dışlanmaktan korkma, vb. endişeler yatmaktadır. Prens Sabahaddin’in de belirttiği gibi; bu ve buna benzer bireyler yetiştiren toplumların ilerlemesi, gelişmesi zordur. Çünkü bu tür toplumlarda bireyler, tek başına karar vermede, tek başına bir işe başlamada zorlanmakta, korkmaktadırlar. Her şeyi aileden ya da devletten beklemektedirler. Devletin, ailenin kanatlan altında olmadıklarını hissettikleri an hayatta kalamayacakla- rını düşünmektedirler. Onlar için, düşünmek, yeni şeyler üretmek zordur. Çünkü onlar adına düşünen, karar veren, üreten bilileri hep olmuştur. Bu nedenle de böylesi ortamlarda, düşünmeyen, üretmeyen, ne verilirse olduğu gibi alan, kabul eden bireyler hep olmuştur.
Düşünmenin olmadığı yerde farklılıklar, sahiplenmeler, orijinallikler yani fertleşme ve şahsiyetleşme de yoktur. (…) Düşünme mekanizmasını işletemeyen insan, yapıcılık ve icatçılığa ulaşamayacağı gibi, taklitçilik hariç, hiçbir kabiliyetini gereğince geliştiremez. Hadiseler karşısında daima pasif kalır. Hayatın sürekliliği ve değişkenliği onu ezer. Kâinatı ve olup bitenleri yorumlayamaz. Olayların ve başkalarının yönlendirdiği zavallı yaratık haline gelir. Bu tür insanlardan oluşan bir toplum da, gönüllü köleler durumuna düşmekten başka hiçbir işe yaramaz.44
En basit konularda dahi kendi aklıyla düşünerek karar veremeyen, başkalarının düşüncelerinden hareketle hayatım yönlendiren bireylerin her zaman başkalarına ve onların düşüncelerine mahkûm olduğu ortadadır. Buna güzel bir örnek: “Ortaçağ eski Yunan düşünce geleneğini temsil eden ve bunu bütün sahalara hâkim kılan mütefekkirlerden bir grup arasında, atın kaç dişi olduğuna dair bir tartışma yapılır. Aristo’nun bütün kitapları satır satır arandığı halde atın dişine dair bir bilgiye rastlanamayınca bu meseleye dair bir işaret olmadığı için müzakereye son verirler. O arada bu ünlü mütefekkirler çevresine yeni girmiş bir genç, uzun boylu münakaşaya gerek kalmadan tavlaya gidip atın dişinin sayılmasını teklif eder. Fakat Aristo’da bulunamayan bir meseleyi kendi başına çözmeye kalkan bu haddini bilmez adam derhal kovulur.”45 Öyle ki, hayatının her aşamasında daima biri ya da binlerine bağımlı yaşamaya alışkın insanların, en basit konularda dahi kendi düşünceleriyle hareket etmeleri zordur. Bu tür insanlar hep, daha önceden alışkın oldukları gibi, başkalarının düşüncesine göre hareket etmektedirler. Her zaman onların yerine düşünen, kara veren ve uygulayan bilileri olmuştur. Durum böyle olunca da, onların düşünmesine, karşılaştıkları bir sorunu çözmek için zihin yormasına, zorlukları kendi kendilerine aşmalarına gerek yoktur. Çünkü her konuda onların yerine gerekeni yapan bililerinin gölgesinde yaşamaya alışmışlardır. Böyle bir bireyden beklenecek fazla bir şey olmasa gerek. Yaşadığı toplumsal ortamda sahip olduğu değerler sisteminin etkisiyle bireyin bu tür bir durumda olması da gayet normaldir. Girişimci, cesaretli, aklını kullanan, kendi kararlarında tesir altında kalmayan, güçlüklerin aşılmasında kendine güvenen, aklını ve gücünü kullanma yeteneğine sahip bireylerin yetiştirilmesi çağı yakalamada önemli bir etkendir. Bireyin durumu, yaşadığı toplumun değerleriyle özetlenebildiğine, toplumsal değerlerin her çağda ve her ortamda vazgeçilmez olduğuna göre, bu aşamada istenilen doğrultuda bir birey yetiştirebilmek için, toplumsal değerlerin çağın gereklerine göre yeni anlam ve işlevlerle donatılması gereği ortaya çıkmaktadır.
DİPNOTLAR
- Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Ankara: 1998, s.538.
- Zeynep Çopur, Şükran Şafak, “Aile yaşamında Değerler ve Önemi”, 1. Ulusal Aile Hizmetleri Sempozyumu, TC. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, Ankara, 2001, s.312.
- John S. Brubacher, “Değerler Özel mi, Yoksa Nesnel midir?”, Çev., Ferhan Oğuzkan, Eğitim ve Bilim Dergisi, sayı 60, 1986, s.42.
- Vehbi Hacıkadiroğlu, “Değerlerin Temellendirilme – si”, Bilgi ve Değer, Vadi Yayınlan, Ankara: 2002, s.35.
- İsmail Doğan, Sosyoloji, Pegem A Yayınları, Ankara: 2002, s.340.
- Kuçuradi, loanna. Felsefe Açısından Eğitim ve Türkiye’de Eğitim, İstanbul: 1995, s.8.
- Doğan, a.g.e., 2002, s.341.
- A. Şirin, “Gençlerin Değer Sıralaması Üzerine Bir Araştırma” (Yayınlanmamış YL Tezi) İstanbul: 1983, s.4. Aktaran: Bülent Dilmaç, ” ilköğretim Öğrencilerine insani Değerler Eğitimi Verilmesi ve Ahlaki Olgunluk Ölçüleri ile Eğitimi (yayınlanmamış YL tezi) İstanbul: 1999. s.l1
- Ziya Gökalp, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri, MEB Yay. İstanbul, 1992, s.124.
- loanna Kuçuradi, “Nietzsche ve İnsan”, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara, 1999, s.15.
- Doğan, a.g.e., 2002, s.342.
- Doğan Özlem, “Değerler Sorununda Nesnelcilik/Mutlakçılık ve Öznelcilik/Rölativizm Tartışması Üzerine”, Bilgi ve Değer, Vadi Yayınları, Ankara: 2002, s.283-284.
- Erol Güngör, Değerler Psikolojisi Üzerine Araştırmalar, Ötüken Yay., İstanbul: 1998, s.28.
- Afşar Timuçin, “Ahlâk Değerlerinin Bilgi Temeli”, Bilgi ve Değer, Vadi Yayınları, Ankara, 2002, s.45.
- Erol Güngör, a.g.e., 1998, s.33.
- Güngör, a.g.e., s.84-85.
- Kuçuradi, a.g.e., 1999: s. 14.
- Francis Fukuyama, Güven, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2000, s.29.
- İsmail Doğan, “Eğitimin Toplumsal Temelleri”, Öğretmenlik Mesleğine Giriş, Editör: Yüksel Özden, Ankara, 2002, s. 144.
- Orhan Türkdoğan, Toplum Kalkınması, Dede Korkut Yayınları, Erzurum, 1977, s.27.
- İsmail Doğan, “Liselerde Alan Seçmeli Program Uygulamaları Üzerine Değerlendirme: AnkaralI Merkezindeki Liseler Örneği”, 2000’li Yıllarda Lise Eğitimine Çağdaş Yaklaşımlar Sempozyumu (08-09 Haziran 2002), İstanbul, 2003. s.219.
- İsmail Doğan, “Küresel Değerler ve Eğitim: Türkiye Örneği”, 21. Yüzyılın Eşiğinde Türk Eğitim Sistemi, Ulusal Sempozyumu, 1999, s.42.
- Sabri Büyükdüvenci, Eğitim Felsefesine Giriş, Savaş Yayınları, Ankara, 1991, s.65.
- Emre Kongar, Kültür Üzerine, 1982, s.96.
- İrfan Erdoğan, Çağdaş Eğitim Sistemleri, Sistem Yayınları, İstanbul, 1995, s.43-44.
- Selahattin Ertürk, Diktacı Tutum ve Demokrasi, 1978, s.9.
- Büyükdüvenci, a.g.e., 2000, s.26.
- Dökmen, İletişim Çatışmaları ve Empati, İstanbul, 2001, s.297.
- Doğan, a.g.e, 1999, s.48.
- Üstün Dökmen:, a.g.e., s.236.
- Fukuyama, a.g.e., 2000, s.36.
- Fukuyama, a.g.e,, 2000, s.49.
- İsmail Doğan, “Demokrasi ve Erdem İlişkisi: Türkiye Örneği”, A. Ü. Eğitim Bil. Fak. Dergisi, Ankara, 1990, s.85.
- İsmail Doğan, 31.12.2002 tarihli “doktora dersinden.”
- Doğan, a.g.e,, 2000, s.4-6.
- Doğan, a.g.e, 2000, s.7.
- Doğan, a.g.e., 2002, s.216.
- Johon Ç. Maxwell, Jim Doman, Etkili İnsan Olmak, İstanbul, 1998, s.61.
- Niyazi Berkes, 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz-1, 1977, s.23.
- Murat Belge, Türkiye Dünyanın Neresinde, Tarihsiz, s.l 15.
- Doğan, a.g.e., 2000, s. 127.
- J. J. Rousseau, Toplum Sözleşmesi, Çev:, Alpaut Erenuluğ, Öteki Yayınevi, Ankara, 1999, s.84.
- Neşet Toku, “Değerlerin Dilemması: Sübjektiflik ve Objektiflik”, Bilgi ve Değer, Ankara, 2002, s. 102.
- Necmettin Tozlu, Eğitim Problemlerimiz Üzerine Düşünceler, Mikro Yayınları, Konya, 2003, s. 6-7.
- Erol Güngör, Sosyal Meseleler ve Aydınlar, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1993, s.302.
KAYNAKÇA
AFŞAR, Timuçin: “Ahlak Değerlerinin Bilgi Temeli”, Bilgi ve Değer, Vadi Yayınları, Ankara: 2002.
BELGE, Murat, Türkiye Dünyanın Neresinde?, Birikim Yayınları, İstanbul: Tarihsiz.
BERKES, Niyazi, 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz-1, Cumhuriyet Yayınları, 1977.
BRUBACHER, John S.: “Değerler Özel Mi, Yoksa Nesnel Midir?”, Çev. Ferhan Oğuzkan, Eğitim ve Bilim Dergisi, 1986, sayı 60.
BÜYÜKDÜVENCİ, Sabri: Eğitim Felsefesine Giriş, Savaş Yayınları, Ankara, 1991.
___ : Felsefece Eğitişim, A Yayınevi, Ankara, 2000.
ÇOPUR, Zeynep, Şükran Şafak: “Aile Yaşamında Değerler ve Önemi”, 1. Ulusal Aile Hizmetleri Sempozyumu, TC. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, Ankara, 2001.
DOĞAN, İsmail: “Demokrasi ve Erdem İlişkisi: Türkiye Örneği”, A. Ü. Eğitim Bil. Fak. Dergisi, Ankara, 1990.
___ : İsmail: “Küresel Değerler ve Eğitim: Türkiye
Örneği”, 21. Yüzyılın Eşiğinde Türk Eğitim Sistemi, Ulusal Sempozyumu. Ankara, 1999.
___ : Osmanlı Ailesi -Sosyolojik Bir Yaklaşım-,
Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001.
___ : Sosyoloji -Kavramlar ve Sorunlar-, Pegem
A Yayıncılık, 5. Baskı, Ankara, 2002.
___ “Eğitimin Toplumsa] Temelleri”, Öğretmenlik
Mesleğine Giriş, Pegem A Yayıncılık, Editör: Yüksel Özden, Ankara, 2002
___ : “Liselerde Alan Seçmeli Program Uygulamaları Üzerine Değerlendirme: Ankara İl Merkezindeki Liseler Örneği”, 2000’li Yıllarda Lise Eğitimine Çağdaş Yaklaşımlar Sempozyumu (0809 Haziran 2002), İstanbul, 2003.
DOĞAN Özlem: “Değerler Sorununda Nesnel- cilik/Mutlakçılık ve Öznelcilik/Rölativizm Tartışması Üzerine “, Bilgi ve Değer, Vadi Yayınları, Ankara, 2002
DÖKMEN, Üstün: İletişim Çatışmaları ve Empati, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001.
ERDOĞAN, İrfan: İrfan: Çağdaş Eğitim Sistemleri, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1995.
ERTÜRK, Selahattin: Diktacı Tutum ve Demokrasi, Tekışık Matbaası, Ankara, 1978.
FUKUYAMA, Francis: Güven, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2000.
GÖK ALP, Ziya: Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri, MEB Yay. İstanbul, 1992.
GÜNGÖR, Erol: Değerler Psikolojisi Üzerine Araştırmalar, Ötüken Yay., İstanbul, 1998.
GÜNGÖR, Erol: Sosyal Meseleler ve Aydınlar, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1993.
HACIKADİROĞLU: Vehbi “Değerlerin Temellen- dirilmesi”, Bilgi ve Değer, Vadi Yayınları, Ankara, 2002.
KONG AR, Emre: Kültür Üzerine, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1982.
KUÇURADİ, loanna: Nietzsche ve İnsan, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara, 1999.
_________________: Felsefe Açısından Eğitim ve Türkiye’de
Eğitim, İstanbul, 1995.
MAXWELL, Johon Ç.: Jim Doman, Etkili İnsan Olmak, Çeviren: Demet Dizmen, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1998.
ROUSSEAU, J. J.: Toplum Sözleşmesi, Çev:, Al- paut Erenuluğ, Öteki Yayınevi, Ankara, 1999.
ŞiRİN, A.: “Gençlerin Değer Sıralaması Üzerine Bir Araştırma” (Yİ., Tezi) İstanbul 1983. Aktaran Bülent Dilmaç, ” ilköğretim Öğrencilerine insani Değerler Eğitimi Verilmesi ve Ahlaki Olgunluk Ölçüleri ile Eğitimi (Yİ., tezi) İstanbul, 1999.
TOKLU, Neşet: “Değerlerin Dilemması: Sübjektiflik ve Objektiflik”, Bilgi ve Değer, Ankara, 2002.
TOZLU, Necmettin: Eğitim Problemlerimiz Üzerine Düşünceler, Mikro Yayınları, Konya, 2003.
TURGUT, Ihsan: “Felsefe Açısından Türk insanının Kimlik Sorunu”, Buca Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Yıl.2, Sayı 4, Temmuz 1993.
TÜRKDOĞAN, Orhan: Toplum Kalkınması, Dede Korkut Yayınları, Erzurum, 1977.
Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1998.
————————————————-
Kaynak:
Recep ÖZKAN, Bilge Dergisi, 2004, Cilt: 10, Sayı: 39
[i] Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Eğitim Fakültesi