Turgut GÜLER
Dinî isimlendirmeler gibi, Türkiye’nin coğrafî ve mülkî isimlendirmeleri de, çarpıcı manzaralar gösteriyor.
Çok yakınımızdaki günlere kadar “El-Azîz” olan 23 plâka numaralı eski “Harput” vilâyetimizin adı, her ne hikmetse, hiçbir mânâya delâlet etmeyen “Elâzığ”a çevrilmiş.
İnsanın aklına ilk gelen, daha önceki ismin, bir Osmanlı Hükümdârı’ndan mülhem olması ve bâzılarının bundan duyduğu rahatsızlık. Nitekim bu isimlendirme gayretkeşliğinin başka mîsâlleri de var.
Aydın’ın yeni kazâ merkezlerinden İncirliova’nın eski adı “Karapınar” imiş. Bunun neresinden memnûn kalınmadıysa, değiştirme ihtiyâcı duyulmuş. Yine Aydın’da, Germencik’e bağlı “Ortaklar” adında bir belde var. Onun da eski adı “Reşâdiye”. Bugün İzmir sınırları içine alınan “Çamlık” da, önceleri “Azîziye” diye anılıyormuş.
Roma yahut Bizans dönemine ait izler taşıyan bir ismi, Türkçesiyle değiştirmeye aslâ itirâzımız olamaz. Ama bunlar, bizim öz kültürümüzün “tapu senedi” hükmündeki isimleri.
Anılan zihniyet, “Yenihisâr” gibi bir Türkçe güzelini “Didim” çirkinliğine fedâ etmedi mi?.. Hiçbir derinliği olmayan yabancı hayranlığı, aynı zamânda bizim eğitim sistemimizin ne kadar aşağılarda bir seviyeye oturduğunu da gösteriyor. Hakikâtleri öğrenmenin zorluğu karşısında fal kolaylığına kaçanlar, temâşâ mahâllini ağzına kadar doldurmuşlar.
İnsan elinin iç yüzündeki çizgilere bakarak geleceğe ait tahmînlerde bulunmaya “el falı” deniyor.
Falın her çeşidine Kur’an’da “Şeytân işi” hükmü verilmiş. Bu yüzden, İslâmî ölçüler içinde falın yeri yok. Ama dini, inancı ne olursa olsun, âdemoğlunun tabiatında “faldan hoşlanan” bir bölüm, muhakkak var.
8 Temmuz 2006 günü Hakk’ın rahmetine kavuşan Mustafa Necâti Sepetçioğlu, “Kilit”le başlayan târîhî roman dizisinin bir yerinde, Osman Gâzî’ye yakıştırılan bir avuç içi okuma sahnesini anlatır.
Henüz ortada Osmanlı Devleti yoktur. Ertuğrul Gâzî’nin başında bulunduğu Kayı Boyu, “Bitinia” denilen “Söğüt – Domaniç” “uc”una yerleşmiştir. Ertuğrul ve Kayı aşîreti, Konya Sarayı’na yâni Anadolu Selçuklu Devleti’ne tâbidir.
İşte Osman Bey, resmî bir vazîfeyle Konya’dadır. Merâm’ın ferah iklîminde karşılaştığı Mevlânâ, Osman Bey’in omuzuna, sağ elini iki defa koyarak onu “hoş-hâl” eder. Bunun hikmeti, sağ eldeki çizgilerin eski rakamlarla “on sekiz”e ve onun iki katı olan “otuz altı”ya karşılık gelmesidir. Yâni, Osman’ın sulbünden hüküm sürecek “otuz altı” Osmanlı tâc-dârına…