Metin SAVAŞ
Mitler, modern insanın akılcılığı nazarında, yani bizlerin kavrayışına göre, uyanıkken görülen rüyalardır. Bizler mitosların günümüze ulaşmış kırıntılarına hurafe diyerek işin içinden kestirme bir şekilde sıyrılıyoruz. Hurafeler boş inançlardır ama bizler indinde böyledir. Arkaik insanlar içinse mitoslar birer gerçekliktir. Hatta günümüzde bile bu türden kırıntılar gündelik hayatımızda ve düşüncemizde etkilerini kısmen de olsa sürdürmektedirler. Birtakım ruhlarla iletişime geçen, birtakım kötü ruhlarla boğuşan kamların yerinde bugün cinci hocalar vardır ki onlara itibar edenlerin sayısı hiç de az değildir. Medyumlar da böyledir. Mitoslar, malum olduğu üzere, evrenimizin işleyişini ve doğa olgularını kavrayıp anlamlandırma ve yapılandırma ihtiyacından ortaya çıkmıştır. Bir nevi spekülatif sistemleştirme (kurgulama) gayretinin ürünüdür. Mitik düşünce ile modern/akılcı düşünceyi mukayese ettiğimizde arkaik insanın içerisinde bulunduğu şartları göz ardı ederek yargıda bulunursak bu yargı (bütün akılcılığına rağmen) oturduğumuz yerden ahkâm kesmeye kadar sürüklenir. Biz bugün organ nakli yoluyla veya kan bağışı sayesinde hayat kurtarabiliyoruz fakat arkaik insanların imkânları çok fazla kısıtlıydı. Eski zamanlarda ortalama yaşam süresi 35 yıl kadardı ama şimdi 70 yılın üstüne çıkabilecek durumdadır. Biz bugün muhtelif yöntemlerle salgın hastalıkların önünü kesebiliyoruz fakat eski zamanlarda salgınlar yüzünden büyük kayıplar veriliyordu. Yine eski zamanlarda bebek ölüm oranları çok yüksekti. İşte bütün bu olumsuz şartları göz önüne aldığımızda arkaik insanların bugün bizlere hurafe gibi görünen birtakım kültlere bel bağlamalarını anlayışla karşılamamız gerekiyor.
Kaldı ki akılcılık hiçbir çağda tastamam hâkimiyet kuramıyor, Yuğ törenlerinin kalıntısı olarak bizler bugün cenazelerimizde lokma ve helva dağıtıyoruz. Oysaki lokma ve helva dağıtmanın cenazeye hiçbir faydası bulunmadığı gibi üstüne üstlük yas tutmakta olan cenaze sahibine de masraf çıkartıyor. Cenaze törenine iştirak edenlerin iki lokmayla karnı doyacak diye hem ölüye faydası bulunmayan hem de cenaze sahibine külfet bindiren bir geleneğin akılcılıkla bağdaşıp bağdaşmadığı tartışmaya açıktır. Şu halde arkaik insanın sözüm ona ilkelliğiyle çağdaş insanın akılcılığı arasındaki farkın derin bir uçurum oluşturmadığı pekâlâ düşünülebilir. Biz kendi çağımızdan geçmişe baktığımızda arkaik insanın davranışlarını yadırgayabiliriz ama arkaik insan zaman makinesiyle çağımıza gelebilseydi altılı ganyan gişelerindeki kuyruğu gördüğünde kötü ruhların bizi tutsak aldığını söyleyecektir. Arkaik bir insan uzun müddet aramızda yaşayarak bizim çağımızı az çok tanıyabilir, kavrayışını hızlı bir şekilde çalıştırabilir, her sabah niçin gazete okuduğumuzu peyderpey idrak edebilir; gelgelelim aynı arkaik insan bizim biteviye borsa bültenini takip ederek para kazanmamızı veya kaybetmemizi hiçbir şekilde anlamlandıramaz. Şu halde diyebiliriz ki akılcılık görecelidir.
Mitik tasavvurlar arkaik insanların kolektif gerçeklikleridir. Bunlar topluca görülen düşlerdir. Ama onların birer rüya olduğunu biz modern insanlar fark edip söylüyoruz. Eski insanlar kendilerinin uydurdukları bütün o şeylere gerçekten ve samimiyetle inanmışlar mıydı sorusu çağdaş insanın kafasını kurcalayabilir. Evet inanmışlardı. Yirmi birinci yüzyıl insanı “Allah bana sordu depremi başka bölgeye savuşturmasını istedim” diyen bir şarlatana inanmıyor mu? Mitik tasavvurlar kolektif inançlardır fakat o tasavvurları arkaik zamanlarda sorgulayan tek tük insanların da bulunduğunu varsayabiliriz. Peygamberler bunlara birer emsaldir. Bununla birlikte arkaik insanlar da kendi şartları içerisinde akılcı idiler diyebiliriz. Onlar tabiatı okuyarak hastalık gibi ve birtakım toplumsal sorunlar gibi olumsuzluklara çareler bulmaya çalışmışlardır. Arkaik toplum, hasta olmuş bir üyesinin kötü ruhlarca tutsak alındığını düşünürken bile o hasta üyeyi yerleşkenin uzağına bırakıyorsa karantina (tecrit) uyguluyor demektir ki işte burada açıktan açığa akılcılık devreye girmektedir.
Bir de şöyle düşünelim: Kabil öz kardeşi Habil’i katlettiğinde ilk cinayeti işleyerek teknolojinin temelini atmıştır. Habil’in cesedini toprağa gömmeyi doğayı gözlemleyerek tasarlamıştır ve böylelikle ölü gömme ritüelini başlatmıştır. Belki de onun bu davranışı toprağı kazma kürekle kazma işleminin arketipidir. Salt bu ilk örnek bile mitik düşünceyle çağdaş akılcılığın bağıntılarını bize sergiliyor.
Eski zamanlardaki tıp teknolojisini şimdiki teknolojiyle kıyaslayamayacağımıza göre, bugün bizim hurafe dediklerimizin arkaik insan indinde niçin birer gerçeklik olduğunu kolayca kavrayabiliriz. Bugün bizim içimize virüs girdiğinde hastalanıyoruz. Arkaik insan ise hastalandığında kendisinin içine kötü ruh girdiğini varsaymıştır. Aslında her ikisi de bir bakımdan aynı şey değil midir? Dışarıdan içeriye menfi olanın girmesi! Tabii ki tedavi yöntemlerinde farklılıklar vardır ama benzerlikler de vardır. Bir şaman olumsuz bir durumu düzeltmek maksadıyla zamanın dışına çıkarak (uçarak) kozmik başlangıca döner. Çünkü kozmik başlangıç kusursuzdur ve dünyevi olumsuz durum ancak kozmik başlangıcın kusursuzluğunun enerjisiyle düzeltilebilir. Bugünümüzde ise psikolojik sorunları olan hastaları psikiyatrlar o hastanın çocukluğuna dönerek tedavi etmeye uğraşıyorlar. Görüldüğü üzere başlangıca dönerek sağaltmak yöntemi arkaik zamanlarda da günümüzde de geçerlidir. Nitekim günümüzde, doğacak çocuğun muhtemel hastalıklarını anne rahmindeyken (cenine müdahale ederek) doğum öncesinde (başlangıçta) tedavi etme ya da hastalığı başlamadan önleme teknolojisi geliştirilme aşamasındadır.
Çocuğu olmayan kadına bir dervişin elma vermesi ile tüp bebek yöntemi arasında koşutluk kurmak epeyce fantastiktir ve spekülatif bir yaklaşımdır elbette ama bizler ister istemez zihinlerimizde böylesi bir kurguya izin verebiliriz. Loğusa kadınlara musallat olan Albastı karısını kadın hastalıkları olarak düşündüğümüzde mitik tasavvur ile çağdaş tıp birbirine yaklaşmış gibi görünebilir. Bütün bu örneklerden kastımız mitosları düş kapsamından çıkarma işgüzarlığı değildir. Arkaik insanın o hurafelere niçin gerçeklik muamelesinde bulunduğunu izah edebilmek kastıyla böylesi uçuk benzerlikler veya yakıştırmalarda bulunuyorum. Sümerlerde aspirin işlevini gören bir antibiyotik kullanıldığı artık malumumuzdur. Günümüzde ilâç fabrikalarında üretilen kimyevi öksürük şurubundan çok daha etkili olan şifalı bitki kaynatıp hastaya içirme bir hurafe değil bir tedavi gerçekliğidir. İşin şarlatanlık boyutu ise bu yazımızın kapsamı dışındadır. Şarlatanlığa tek örnek olarak depremi savuşturan şeyhten bahsetmekle yetindik.
Mitik tasavvurlar büsbütün uydurmadır dersek arkaik atalarımızın zekâsını aşağılamış oluruz. Kadın ile erkek bir elmanın iki yarısıdır. Halk anlatılarında daima karşımıza çıkan elma sembolizmi (kadın ile erkek bağlamında) bizi ilk hücrenin ikiye bölündüğü kuramına kadar götürebilir. Kaldı ki tasavvuf öğretisine göre ilk ruh Hazret-i Muhammed’in ruhudur ki tasavvufta buna rûh-i muhammedî denmektedir. Diğer bütün beşerî ruhlar bundan türemiştir. İlk ruhun bölünüp çoğalması prensibini kozmik başlangıca uyarlarsak bir elmanın iki yarısı esprisi ile beraber ilk hücrenin ikiye bölünmesi kuramı örtüşebilir. Fakat tabii ki bütün bu yakıştırmalarımız spekülasyondur, bilimsel bir yaklaşım olmaktan uzaktır. Biz bu yazımızda sadece bir denemeye girişerek hayal gücümüzü arkaik atalarımızın lehine çalıştırmaya yeltendik.
Son söz: Mitoslar kısmen düş kısmen hakikattir.