Mehmet MAKSUDOĞLU
Âzerbaycan’lı bir Türk, dilimizin en büyük şâirlerinden biri olan Fuzûlî’yi anlatmak için şöyle demişti:
Fuzûlî, şiirin depesine e(ö)yle bir vumuş ki şiir daha kendine gelemiyr! (gelemiyor)
Kültür Emperyalizmi, iki yüz yıldır okumuşlarımızın tepesine öyle bir vuragelmiş ki, Türk Dili konusunda en bilgili, en bilinçli, en gayretli, en fedâkâr, en tâkipçi, en önde giden insanlarımızın bile kendilerine gelip, yanlış gidişe dur! diyemedikleri, dilimizin, kullandığı elbise durumundaki alfabe konusunda, -içine düşürüldüğümüz durum, sanki, normal bir gelişimin sonucu imiş gibi- durumu kabullenip bu yanlış temel üzerinde bir birlik sağlamağa çalıştıkları görülüyor.
Yunanistan dört yüz yıl Osmanlı hâkimiyetinde yaşadıktan sonra, Avrupalı’ların yerdımı ve dayatmasıyla 1829 yılında müstakil oldu; dili için, minnet borcu olduğu Avrupalı’nın Lâtin harflerini almadı, kendi harflerini kullanıyor. Bulgarlar da öyle; Kiril alfabesini kullanıyorlar.
Yahûdîler, 2000 yıl yurtsuz kaldıktan sonra, Filistin’de bir oluşuma kavuştuklarında, Avrupa’da yaşadıkları, oradan geldikleri için çok iyi bildikleri Latin harflerini almayı düşünmediler, sâdece kutlu bildikleri kitaplarında kalmış olan ibranca harfleri alıp, ölü bir dil olan ibrancayı dirilttiler, günlük hayatta kullanıyorlar, yazılı ve görüntülü basında ibrânî dil hâkim. Kitaplar da o dilde ve o harflerle basılıyor.
Hind’liler, İngilizlerin de yol gösterme ve yönlendirmeleriyle, ölü bir dil olan Sanskritçeyi hayata geçirip 1948 denberi kullanmaktalar.
Yanıbaşımzdaki Ermenistan’da da Latin harfleri değil, Ermeni alfabesi kullanılmakta.
Komşumuz İran’da, Batı’dan gelen Kültür İstilâsı -en azından bizdeki kadar- başarılı olamadığı için, hâlâ, Arap/Kur’ân harfleri kullanılmakta. Zamanla İran milliyetçiliği çok ağır basar da, alfabe değişikliğine karar verirlerse, kabul edecekleri harflerin Latin harfleri olmayacağı, İslâmdan önceki hatt-ı mîykhîye (çivi yazısına) dönecekleri kuvvetli bir ihtimâldir.
Türk Dünyâsında alfabe birliği varken, Gaspıralı İsmâil Bey’in çıkardığı Tercüman Gazetesi, Fergana’dan Mısır’a kadar okunuyor ve anlaşılıyordu. Şimdi, o günümüzdekinden çok daha geri ve zavallı durumda değil miyiz?
Bu konu çok mühimdir : bir milletin kullandığı alfabe, o milletin dayanağını, dünyâ görüşünü, inancını, yüzyıllar içinde geliştirip ortaya koyduğu değerleri taşıyan ve gösteren kabın, dilinin elbisesidir.
İyi bir akademisyen ve çok iyi bir yahûdî olan Prof. Dr. Bernard Lewis, konunun ehemmiyetini, Müslümanı, inançsızdan ayırdeden görünür ve dışa dönük alâmetin, dil olmayıp yazı olduğunu belirtir. Bu arada, güney Slavlarında Katolik Hırvatların, dillerini Latin harfleriyle, Ortodoks Sırpların ise Kiril harfleriyle yazdıklarını anar. Sûriye’de, Arapça’nın, Müslümanlarca Arap harfleriyle, Hristiyanlarca ise Süryânî harfleriyle, yahûdîlerce ise İbrânî harfleriyle yazıldığını ifâde eder. Osmanlı Devleti zamânında, Anadolu’da Türkçe konuşan Hristiyanların Türkçeyi, bağlı oldukları kiliseye göre, Yunan veya Ermeni harfleriyle yazdıklarını zikreder. (The Emergence of Modern Turkey, 1968, pp. 425-426.) Arnavutların da, aynı dili, dünyâ görüşlerine, bağlı oldukları dîne göre yazdıklarını belirtir : Müslüman Arnavutlar, Arap/Kur’ân harfleriyle, Katolik Arnavutlar Latin harfleriyle, Ortodoks olanlar da Kiril harfleriyle yazmaktadırlar. Kıpçaklardan Hristiyanlığa girmiş olanların, dillerini Ermeni harfleriyle yazdıkları da bir vâkıa.
Yeniçağ Gazetesi yazarları arasındaki, kanaatimce, yalnız Türkiyede değil, dünya Türkbilimcileri sıralamasında ilk ona girecek olan değerli Prof. Ahmet Bican Ercilasun’un yazısını zaman zaman okurum. Kalıcı çalışmaları arasında, Türklerin tarih boyunca kullandıkları harfleri anlatan kitapları da bulunmaktadır. Son yazısından (25 Kasım 2018) öğreniyoruz ki, Türk Ülkeleri Arasında Alfabe Birliği konusunda 1926 yılının Aralık ayında Bakü’de bilim insanları Türkoloji Kurultayı’nda buluşmuş, ortak alfabe konusunu görüşmüşler ve Latin Alfabesi’nde karar kılmışlar.
Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü 1991 yılı Kasım ayında “Milletlerarası Çağdaş Türk Alfabeleri Sempozyumu” düzenlemiş, Türkiye’nin tanınmış dilcileri yanında, Sovyetler içinde bulunan 14 Türk bölgesinden de 30’u aşkın uzman katılmış. Bu toplantıda, 34 harfli bir ortak alfabe kabul edilmiş. Türkiye Türkçesindeki 29 harfe, açık e, sızıcı h için x, kalın k için q, damak n’si (sağır kef) için n üzerinde iki nokta, çift dudak v’si için w ilâve edilecekmiş. (burun n/y si atlanmış; Türkçemizde, öyle bir ses daha var: babanın/babayın, gözünün/gözüyün gibi kelimelerde kendini gösteriyor.M.M.)
Kasım 2018’de, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, “2. Milletlerarası Çağdaş Türk Alfabeleri Sempozyumu” düzenlemiş. Türk dünyasından birçok bilim adamının katıldığı toplantıda gelişmeler enine boyuna incelenmiş, tartışılmış.
Türkmenistan ve Özbekistan, Latin alfabesine geçmiş, Kazakistan’ın da geçeceği şu günlerde, ch, sh gibi harflerin, Özbekistan’da olduğu gibi, Kazakistan’da da kullanılacak alfabede yer almaması dilek ve tavsiyesinde bulunmuşlar.
Günümüzdeki duruma göre, Türkbilimcilerimiz, doğru bildiklerini, ellerinden geldiğince yapmışlar… da gözden kaçan çok mühim noktalar var.
1.Bakü’de Türkoloji Kurultayı’nın toplandığı 1926 yılında, Latin harflerini kullanan Avrupa ve ABD yeryüzündeki süper gücü temsil ediyordu, bu ülkelerdeki milletlerin iç çürümüşlüğü ya başlamamıştı veya henüz dışa vurmamış, ortaya çıkmamıştı. Rusya, 1917 devrimi sonrası, kendine çeki düzen vermeğe çalışıyor, Çin ise uyuşturucu ile uyutuluyordu.
Osmanlı bakıyesi Türkiye, iki yüz yıldır dalga dalga gelen kültür emperyalizmini (1839 bunun resmen ilânıdır) artık içselleştirmiş, benimsemiş, yüz yıldanberi çağdaşlaşma (muâsırlaşma) adı altında, yönetim politikası hâline getirmişti. Diğer Türk ülkeleri ise, Rus harflerinden kurtulacaklardı. Kısacası, Batı karşısındaki eziklik, yenilmişlik, panik hâli, rahatça, bağımsızca düşünmeğe mecâl bırakmıyordu. Aynen, Sultan İkinci Mahmud’un damadı Halil Rif‘at Paşa’nın “Avrupalılar gibi olmazsak, Asya’ya çekilmeğe mecbur kalırız” telâşındaki gibi, 1829 da çıkarılan Kıyâfet Kanunu ile, yalnız askerlerin değil, sivil memurların da Avrupâî kıyafet giymeğe mecbur tutulmaları gibi … Osmanlı’nın son ikiyüz yılında, pek çok Osmanlı münevverinin kafası, “İslâmdan kurtulmak” üzere kurgulanmıştı, olaylar onları öyle yönlendirmişti. Son merhalede, Türkçülük, İttihad Terakki’nin bitişiyle, etkisiz kalmış, Batıcılık/Avrupâîlik bütün azametiyle ortalığı kaplamıştı. Türkçülük, kurtulunan İslâm yerine ikame değer (substitution) olarak kullanıldı. Harfler 1928 de değiştirilirken, (mâdem ki Türkçülük adına yapılıyordu) 34 sesli Göktürk alfabesi dururken niçin Latin harflerinin alındığının mâkul bir cevabı var mıdır? Mâdem ki Türklük için bir şeyler yapılıyordu, Göktürk harflerinin alınmasına ne mâni vardı? Bu batılılaşma/çağdaşlaşma akımı, öyle yaygın, sağlam bir zemin meydana getirmişti ki, 1950 yılından sonra, Demokrat Parti devrinde bile, yerli değer olarak sâdece milliyetçilik gündeme gelebiliyordu. Adam gibi adam, rahmetli Atsız Beğ’in cenâze töreninde, “mevtâyı nasıl bilisiniz?” diye sorulduğunda, rahmetli Fethi Gemuhluoğlu; “İmam Efendi! O musalla taşı, musalla olalıberi böyle bir er kişi görmemiştir!” diye haykırmıştı. İşte o, adam gibi adam, Atsız Beğ bile –okul çocukları Osmanlı Padişahlarını, balıklara para atan, sakallarına inciler dizdiren kişiler olarak öğrendikleri hâlde- resmî görüşe zıt olarak; gençlerin, okul çocuklarının, atalarının, pâdişahların türbelerini göktürk kıyafetleriyle ziyâret etmelerinin özlemini dile getiriyordu. (Türbeler kapatılmıştı, türbe ziyaretine sonraki yıllarda izin çıkacaktır.) İçinde yetiştiği şartlar, öyleydi, Türklük söz konusu olunca, sâdece İslâmöncesi Türklük vardı. İslâm Medeniyetini yüzyıllarca temsil etmiş, Dünyânın imrendiği Büyük Selçuklular, Harzemşahlar, Anadolu Selçukluları, Osmanlılar, Türk değillerdi sanki. Ana akım okumuşluğundan kopmuş olan Atsız Beğ bile, Türklüğün öğüncü Osmanlı’nın pâdişahlarını ziyâret etmesini özlediği Türk çocuklarının, gençlerinin başlarında, keçeden büktürülmüş yeniçeri börkü değil de, üstünde yapağısı duran Göktürk börkünü düşlüyordu.
2.Osmanlı’dan 1829 da kopan Yunanistan’ın Latin harflerini değil de kendi harflerini kullanıyor olması, bizim Türk dilcilerini hiç düşündürmez mi? Avrupa kıtası’ndaki Bulgaristan’da Latin harfleri değil de Kiril harflerinin kullanılıyor olması, bir durumu, baskıyı anlatmıyor mu?
1948 yılında kurulan İsrâil’de, İbrânî harflere dönüş, Hindistan’da Sanskrit harflerine dönüş hiçbir şey ifâde etmiyor mu? Ermenilerin, Kiril harflerini değil de, kendi harflerini kullanıyor olmalarına ne demeli?
Bizdeki, Osmanlı’nın son yıllarında gündeme gelen, 1928 de uygulanan harf değişikliği için ileri sürülen en büyük iddia, Arap harflerinin Türk fonetiğine uymadığı idi. Fransızca’da monsieur yazılıp mösyö okunması, İngilizce’de sire veya yeni şekli sir yazılıp da sör okunması, çok mu tabiî idi? Osmanlı Türkçesi’nde de dil, telaffuzdaki değişikliği hallediyor, ırmak kendi yatağında akıyordu. Sözgelişi, tymur harfleriyle yazılan kelimeyi, Timur diye okumuyor, Demir diye söylüyorduk. Hcaz tymr yoly yazısı, Hicaz demiryolu diye okunuyordu.
Harf değişikliği, sâdece harf değişikliği değildir; milletin yüzyıllar boyunca meydana getirdiği bütün kültür ve medeniyet birikimi, dünya görüşü, dünyayı değerlendirişi, kısaca, milletin manevî omurgası, belkemiği, milletin edebiyatında, onun görünen yüzü olan yazısında tezâhür eder. İngilizce veya Fransızcanın bir gecede Latin harflerinden meselâ Kiril harflerine veya ibrânî harflerine geçtiğini düşünün! Ortada bu milletlerin kültüründen ne kalmış olur? Dahası, yeni yetişenlere de, çok iyi bir atılım yapıldığını, Latin harflerinden (Hristiyanlık zâten Avrupa’da durmadan zemîn kaybediyor) kurtulduklarını okullarda öğrettiklerini, onların kafalarını Latin harflerine karşı şartlandırdıklarını düşünün!
Artık, köprülerin altından çok sular akıp geçmiş, Türkiye Cumhûriyeti dünya siyasetinde, kendisine uygun görülen nesne rolünden sıyrılıp özne durumuna büyük ölçüde gelmiş… kültürümüze, dilimize, târihimize, rahatça, bağımsızca bakabilmemizin zemîni belirmiş… Diğer ülkelerdeki aydınlardan, Türkbilimcilerden beklenemez belki ama, Türkiye’de doğup büyümüş bizim Türkbilimcilerin bu çok mühim işte kafa yormalarını beklemek, çok mu fazla bir şey istemektir?
Bağımsızlıklarına yeni kavuşmuş kardeş Türk ülkeleri dilcileri, Rus hâkimiyetinin sembolü/kalıntısı olan Kiril harflerinden kurtulurken, Rus işgaline düşmeden önceki alfabelerine dönmeyi niçin akıl edemezler?
Bizim Türkologlarımız, harf değişikliği konusunda, Mustafa Çalık Beyi, Dr. Ahmet Anapalı’yı, Prof. Dr. Teoman Duralı’yı hiç dinlemezler mi? Dil konusunda her şeyi, en iyi kendileri bildikleri için mi, görüşlerine uymayanları dinlemezler? Saydığım gerçekten bilgili er kişiler ve benzeri diğer yiğitler, kendilerinden daha mı az yurtsever kişilerdir?
Konulmuş olan yörüngeden çıkmak, kolay değildir; imâlât olmaktan kurtulmak, yetişme çağındayken kafasına doldurulan şablonları irdelemek, bir olaya değişik yönlerden bakabilmek yetisini kazanmış olmayı gerektirir.
25 Kasım 2018