Tuğba ÖZCAN
1905′ de İstanbul’un Şehzâdebaşı semtinde doğan,1921 yılında Süleymâniye İnas Mektebi’ni bitirdikten sonra tahsiline husûsi olarak devam eden Mükemmel Fransızca öğrenerek târih, tasavvuf, felsefe, edebiyat sâhalarında kendini yetiştirmiştir. Onun hayatında esas rol oynayan insan, Fatih’teki Ümm-i Ken’an Dergâh’ının Şeyhi Ken’an Rıf’âidir.
Osmanlının yıkılışı, Cumhuriyetin kuruluşuna şahitlik etmiş. Bilge, cesur yürek hanımefendi Sâmiha Ayverdi.
Kitap, madde olarak elinizde olabilir. Sanki sayfalara dokunarak okuyan siz değilsiniz. Ömrünü, Türk-İslam kültürünün yeniden dirilmesine adayan, bilhassa genç nesilleri bilinçlendirmek isteyen, özümüze giden yola açılacak kapının KAYBOLAN ANAHTAR’ını bize uzatan Sâmiha anne ile karşılıklı sohbet halinde o anlatıyor siz dinliyorsunuz lezzeti..
Soru işaretleri ile anlatan, sorgulatan, utandıran, en naif haliyle Sâmiha annenin iki eli arasında sarsılmanıza, belki uyanmanıza vesile olan hatıralar ve tavsiyeler üzerine muhteşem sohbeti..
***
Kültürümüz, gelenek ve göreneklerimiz, sanat eserlerimiz, dinimiz ve dilimizin tahribe uğramasına izin verişimiz ve dahi sonrasında kazanmak adına mücadele edemeyişimiz veya yetersiz kalan mücadelemiz, üzerine Avrupa hayranlığı neticesinde tarih bizi affetmese yeridir…
Sâmiha anne’nin sözleri ile ” Türk’ün Balkanlarda ve Orta Avrupa’daki tesir ve nüfûzu, dilinde, folklorunda hatta bâzı hayat çizgilerinde sürüp gitmiştir. İşte Avrupa’nın ve Balkanlar’ın dillerine derinlemesine tesir etmiş Türk’ü, ne yazık ki bugün, kanı çekilmiş bir ceset hâline getirmek gayreti ile tahtından düşürmenin vebâlini bilmem kimlerin sırtına yüklemek lazım?”
***
Fatih Sultan Mehmet’in, İtalyan Bellini’ye yaptırdığı portesini, torunlarının muhafaza edememesi sonucu Londra’da izbe denilebilecek bir bodrum katında gören Sâmiha anne;
“İngilizlerin işbu eseri elde ettikten sonra ondan iftihar ile bahsetmeleri elbette istenemezdi. Bu kabâhat onların değil bizim olduğuna göre yüzümüzü yerlere sürecek gafletimizden, milli ve târihi ayıbımızdan utanmak elbette onlara değil bize düşmekte bulunuyordu.”
Bu satırları okurken mahcubiyet duyabiliyorsak halâ umut var demektir…
***
KAYBOLAN ANAHTAR
Amerikalı bir milyoner, ara sıra yer altı hâzînesine giderek servetini saymak ile meşgul olurmuş. Hâzînenin ise biri kendisinde, diğeri karısında olan iki anahtarı varmış. Adamcağız günlerden birgün yine servetini sayarken kapı birden kapanmış ve mahzende tutsak kalmış. Karısı telaşla her yere bakmış olsa da, hâzîneye bakmak aklına gelmemiş. Günler hatta haftalar süren araştırmalara rağmen adamcağız milyonların içerisinde açlıktan ölmüş olarak bulunmuş. Sâmiha anne bu hikâyeyi muhteşem Türkçe’si ile anlatır ve milletimizin içinde bulunduğu durumu bu hazin akıbete benzetir ve der ki;
“Teşkîlâtçı idik, idâreci idik. Yediden yetmişe, tepeden tırnağa sanatkârdık. Hatta sanatın tâ kendisi olmuştuk. Güzeli daha güzel, iyiyi daha iyi yapmayı bir vicdan ve îman borcu haline getirmiştik. Çinili duvarlarımız, yaldızlı tavanlarımız, cennet bahçesini hatırlatan kumaşlarımız, ibriklerimiz, leğenlerimiz, keselerimiz, en basit günlük eşyâlarımız dahi hep kararlı ve kıvamlı bir anlayışın öğrettiği akılla yapılırdı.”
***
“Şahsî ve üstün bir medeniyet yaratıcısı olan milletimiz, neden şimdi her yönden kendi hüviyeti ile alâkasını kesmiştir? Acaba onu bize kim öğretir, kim söyler, yeni baştan kim kazandırır?”
***
“Medeniyetimizi,mâzimizi tanıtacak,kendimize kendimizi gösterecek kütüphâneler dolusu eserlerimiz, etnoğrafik maddeler gibi tozlu raflarda alâkamızı bekliyor. Beklediğine kavuşabilmesi için evvelâ kaybolan anahtarı bulmak gerek. Çünkü bugünkü genç, değil dedesinin, babasının dilini bile anlamıyor. Hâzinesi içinde açlıktan ölen adama benzememek için her şeyden evvel dünya târihinde bir eşi daha görülmemiş bu hatâyı tamir etmek lâzım.”
***
Milyonerin hâzînesi nihâyet bir madde ve mâdenden ibâretti. Hâlbuki bizim definelerimiz, dil, din, mimâri, mûsiki gibi zîrûh (canlı) içtimâî (sosyal) gerçeklerdir. Bunların içinde mahpus kalıp ezelî ve ebedî nîmetlerinden faydalanamamak, altınlar ortasında açlıktan ölmekten çok daha hazin. Târih boyunca bu hazînenin kapısı açılmışsa, aklıselim, ihlâs ve imân anahtarı ile açılmıştır. Yine de, evet yine de o lâzım..”