Metin SAVAŞ
Kimi sanat yapıtları vardır ki tükenmez hazine gibidirler. Örnek olarak, Dostoyevski’nin ve Tanpınar’ın romanları böyledirler. Onların yapıtlarını her defasında farklı bir algılamayla okuruz, her keresinde farklı yorumlarız. Onların yapıtlarına edebiyat eleştirisiyle ilintili bir şekilde sosyolojik, psikolojik, teolojik, mitolojik, felsefi ve diğer disiplinler penceresinden farklı okumalarla başka başka anlamlar yükleriz. Ve haliyle onların yapıtlarını tüketemeyiz. Bugünümüzde dünya hâlâ Dostoyevski’yi konuşuyor. Tanpınar’a dair yazılmış kitaplar ise Tanpınar’ın kendi kitaplarının toplamından çok daha fazladır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de işte böylesine tükenmez bir hazinedir. Atatürk hakkında kitaplar yazılmaya hep devam edilecektir. Atatürk sevgisinin tükenmeyeceği gibi Atatürk düşmanlığı da tükenmeyecektir. Çünkü büyük insanların talihi budur. Onları ölümsüz kılan da zaten bu tüketilemez büyüklükleridir.
Atatürk bir asker ve devlet adamı olmasının yanı sıra, aynı zamanda gıpta edilecek derecede bir entelektüeldir. Onun entelektüel derinliğini okuduğu kitapların sayısına indirgeyemeyiz. Zira çok okumak başka şeydir, okuduklarımızı kavrayıp zihnimizle özümsemek başka şeydir. Atatürk tartışmasız şekilde bir dehadır. Türk aydınlanmacılığının zirve isimlerinden biridir. Yegâne zirvedir diyerek Atatürk’ü kutsallaştırmayı doğru bulmuyorum. Atatürk köklü bir milletin binlerce yıllık birikiminin tecessüm etmiş halidir. Tek başına değildir. Etrafıyla birlikte büyük önderdir. Bununla beraber, Mustafa Kemal Atatürk mukaddes bir kimsedir. Tabii ki kutsaldır. Devlet kurmuş bir insana kutsiyet atfetmenin anlaşılmayacak tarafı da yoktur. Atatürk aynı zamanda bir arketip konumundadır. Efsanevi Oğuz Kağan’ın yirminci yüzyıldaki tezahürüdür. Olup bitenlere mitik evren çerçevesinden bakacak olursak Oğuz Kağan ile Atatürk arasındaki irtibatı kolayca yakalayabiliriz. Türk mitolojisindeki Umay Ana hayat ağacıyla özdeştir. Doğurganlığı ve besleyiciliği ile bir millete hayat veren mitolojik kadındır. Mitik evrende nihai son yoktur. Daimi döngü vardır. Umay Ana sonsuz döngü prensibi uyarınca varlığını hep sürdürür ve yirminci yüzyılda bir millete hayat veren kadın işleviyle Zübeyde Ana olarak yeniden karşımıza çıkar. Oğuz Kağan nasıl ki Umay Ana’nın çocuğuysa, Mustafa Kemal Atatürk de Zübeyde Ana’nın çocuğudur. Buradaki bütün bu özdeşlikler nedeniyle ve mitoslar kapsamında Atatürk kutsaldır. Osmanlı devletini doğuran da Hayme Ana adında bir kadındır ki Osman Bey’in annesidir. Görüldüğü üzere mitik evrende son yoktur.
Atatürk aydınlanmacıdır demiştik. Birkaç sene öncesinde bir üniversitenin mühendislik fakültesinde edebiyat sohbetlerine davet edilmiştim. Bir hafta boyunca fakültenin neredeyse her sınıfında öğrencilerle sohbet ettik. En seçkin öğrencilerin bulunduğu değişik bir sınıfa girdiğimde sadece yedi öğrenci gördüm. Bu öğrencilerle uzun uzadıya sohbet ederken Atatürk hakkında ne düşündüğümü sordular. Onlara aşağı yukarı şöyle karşılık verdim: “Atatürk’ün içerisinde bulunduğu koşulları bir düşünün. Dünya savaşından ve kurtuluş savaşından yeni çıkılmış. Cumhuriyet yeni kurulmuş. Ekonomi iflas etmiş. Okuma yazma oranı fevkalade düşük. Eğitimli vatandaş çok az. Osmanlı’dan devralınan borçlar cabası. Bütün bu olumsuz koşullar altında Atatürk ne yapmış? Kâğıt fabrikasından tuğla fabrikasına, kumaş fabrikasından ayakkabı fabrikasına ne lazımsa hepsini kurmuş. Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi gibi uluslaşma süreci için çok önemli bir fakülte kurmuş. Muazzez İlmiye Çığ’ı Sümerolog olarak bu millete kazandırmış. İlk kadın pilotumuzu yetiştirmiş. Kadınlara pek çok uygar ülkeden daha önce seçme ve seçilme hakkı sağlamış. Türk Dil Kurumu’nu ve Türk Tarih Kurumu’nu oluşturmuş. İktisat kongresini toplamış. Milli burjuvaziyi yaratmaya çalışmış ki aydınlanma hareketi için burjuva bir zarurettir. Daha pek çok fabrika ve müessese kurmuş. Ekonominin gücünü bildiği için İş Bankası başta olmak üzere muhtelif bankalar kurmuş. Türk ulusunun tarih bilincini Oğuz Kağan’a ve Etilere kadar genişleterek evrensel bir düşünüşle çok büyük hamlelere yeltenmiş. Anıtkabir’in tavan süslemelerine dikkatle bakarsanız orada Yörük motiflerini de Hitit çizgilerini de göreceksiniz. Atatürk, Alevi-Sünni ayrışmasını bertaraf etmek isteyerek Türklük kimliği altında çağdaş bir uluslaşmaya hız vermiştir. Batılı ülkelerle Doğulu ülkeler arasındaki uçurumu çok kısa sürede kapatabilecek atılımları cesaretle sergilemiştir. Mustafa Kemal Atatürk bütün bunlarla yetinmemiş ve ne yapmıştır? Devlet hazinesinin yoksulluğuna karşın Kayseri’ye uçak fabrikası kurmuştur. Yurtdışına yolladığı öğrenciler uçak mühendisi olarak geri dönmüşlerdir. Onun döneminde beyin göçü yaşanmamıştır. Tam tersine ülkemize başka yerlerden gelen beyinler olmuştur. Atatürk daha ne yapsaydı?” İşte ben aşağı yukarı böyle konuşunca mühendislik fakültesinin o seçkin öğrencileri ışıldayan gözlerle birbirlerine baktılar. Çünkü ne demeye çalıştığımı anladılar.
Atatürk’ü önyargıyla ya da objektif eleştirecek bir kimsenin, her şeyden önce, yukarıda saydığımız işleri o koşullarda başaran dehaya hakkını vermesi gerekir. Ve tabii ki Atatürk de eleştirilmelidir. Onun yüreklerimizdeki ve gönüllerimizdeki kutsallığı mitik evrenimizden ötürüdür. Bunun dışında, Atatürk bir insandır. Dolayısıyla da Atatürk’ten kusursuzluk bekleyemeyiz. Atatürk sevgisini kimler yıpratmıştır diye kendimize soralım. Atatürk’ü körü körüne putlaştıranlar ve körü körüne eleştirenler yıpratmıştır. Atatürk onların değil bizimdir. Biz derken Türk ulusunu kastediyorum. Umay Ana ile Türk destanlarındaki dişi kurt da özdeştir. Emziren ve bağrına basarak koruyan dişi kurt aslında Umay Ana’nın metaforudur. Dişi kurdun çocuklarının sığındığı Ergenekon yurdu ise korunaklı anne rahmiyle özdeştir. Gerçek dünyada Ergenekon diye bir yurt yoktur ama mitik evrende vardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması sürecinde Balkanlardan, Kafkaslardan, Kırım’dan ve diğer coğrafyalardan göç ederek Anadolu’ya sığınmışlığı düşünürsek Türk ulusunun çağdaş Ergenekon’u Küçük Asya yani Anadolu’dur. Mustafa Kemal Atatürk işte bu bilince sahip bulunduğu içindir ki kendisini Türk ulusunun kurtarıcısı (yol göstericisi) yeni bozkurdu saymıştır. Şu halde Bozkurt ve Ergenekon unsurları Türk ulusunun temel değerleridir. Bu türden temel değerleri birtakım kurumlara indirgemek o değerlerin marjinalleşmesine yol açabilir. Bir ulusa kimlik veren temel değerleri o ulusun bütün üyeleri sahiplenmek zorundadır.
Bütün bu ulusal mayayla birlikte Atatürk evrensel bir şahsiyettir. Atatürk kapalı toplum yanlısı olmaktan uzaktır. Bütün mazlum toplumların umudu olmuş Atatürk o göz kamaştırıcı zekâsıyla Hindistan’dan Arjantin’e kadar yankı uyandırmıştır. Diyebiliriz ki Atatürk, emperyalist ejderhanın karşısına korkusuzca dikilmiş bir devdir. Mavi gözlü devdir. Ve Atatürk her bakımdan cesurdur. Türk kültürüne yönelik özgüveniyle dünya kültürlerinden muhtelif unsurları kendi ulusuna cesaretle çekebilmiştir. Günümüzde birtakım korkaklar Noel Baba’dan bile ürküyorlar. Atatürk ise Orhun Yazıtlarının alfabesine gönülden bağlı iken Latin alfabesini uygarca bir hamleyle çekip almış ve kendi dilimize uyarlamıştır. İşte cesaret budur. Bizim büyük önderimiz Noel Baba’dan ürkecek adam olamazdı ve olmamıştır. Unutmayalım ki Avrupa’nın kimi zengin ülkelerinde uçak fabrikası yokken Atatürk dönemi Türkiye’sinde vardı. Hem yolcu hem savaş uçağı fabrikaları kurulmuştu. Psikolojik savaşın gerektirdiği karşı hamleleri de gayet iyi bilen Atatürk (kendisini hâlâ anlamayanlar için söyleyelim) Avrupalı entelektüellerin uydurduğu Üstün Ari Irk teorisine karşılık vererek Güneş-Dil teorisini ortaya atmıştır. Sosyolog Claude Lévi-Strauss bir makalesinde Üstün Ari Irk savını Avrupalı aydınların şekillendirdiklerini ve bu savın bilimsel hiçbir temelinin bulunmadığını açıkça belirtiyor (Bakınız: Irk, Tarih Ve Kültür, sayfa 65/90, Metis Yayınları, İstanbul 2013).
Güneş-Dil teorisi gerçeklik midir düşsel midir tartışması ayrı konudur; Avrupa’nın o kibir yüklü Üstün Ari Irk teorisine psikolojik karşılık vermek gerekiyordu ve Atatürk de psikolojik savaşın gereğini yapmıştır. Sürekli savaşarak bezgin ve yoksul düşmüş, cehalete sürüklenmiş Türk milletine özgüven sağlamak için Atatürk kendi dehasını her alanda cömertçe konuşturmuştur. Mustafa Kemal Atatürk yeterince anlaşılamıyor çünkü o dehasıyla o kadar çok iş başarmıştır ki bizler ona yetişmekte daima zorlanıyoruz.
Mustafa Kemal Atatürk şeksiz şüphesiz bir şekilde Türk mitik evreninin kapsamındadır. Bunu bir Atatürk sevdalısının romantizmi olarak da değerlendirebilirsiniz elbette. Hayat ağacıyla özdeş bulunan Umay Ana bize ruh gönderendir. Mitik düşünceye göre her insanın hayat ağacında bir yaprağı (bir beşiği) vardır. Hayat ağacındaki yaprak sararıp düştüğünde o kimse ölür. Dolayısıyla ömrün süresi hayat ağacına bağlıdır ki işte bundan ötürü Umay Ana ruhlarımızla birlikte zamanın da sahibidir. Şimdi bir düşünelim: Cephedeyken Atatürk’ün kalbine mermi isabet ediyor fakat ölmüyor. Niçin ölmüyor? Çünkü Atatürk’ün göğsündeki saat o mermiyi durduruyor. İşte size Umay Ana’nın zamanı ve Atatürk’ün saati arasındaki bağıntı! Zamanı gösteren saattir ve zamanın sahibi de Türk milletini doğurmuş olan Umay Ana’dır!