Metehan KAYGI
Edvard Said, Batı’nın son yüzyılda yetiştirdiği ve Batı’ya ait olmayan değerlere hâkir yaklaşmayan, bu değerlere de en az Batı değerleri kadar önem veren fikir insanlarından olmuştur. Bu yazımızda onun ‘’Entelektüel’’ adlı eserine genel bir perspektifle bakıp kendi kültürümüzden de örnekler vermeye çalışacağız.
Said, kitabının ilk kısmında entelektüelin neyi temsil ettiğini sorar. Ona göre entelektüel bulunduğu zamanın basmakalıp fikirlerine bağlı kalmamalardır. Bu cümleyi açmak gerekirse entelektüeller zamanlarına ait insanlardır. Yani herkes gibi onlar da bilgi ve medya endüstrisinin yaylım ateşine mâruz kalırlar. Bu noktada onların görevleri hakikatı anlamaya çalıştıkları alternatif yollar geliştirmeleridir. Bir bakıma akıp giden bir ırmağa göğüslerini siper ederler.
Yazar Grimsci ve Benda’nın entelektüel tanımlarına da vererek bunları karşılaştırır. Grimsci’nin entelektüele yaklaşımını daha gerçekçi bulur. Çünkü E. Said’e göre yirminci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan profesyonel akademisyenler, piyasa uzmanları, bilgisayar analistleri… gibi yeni meslek grupları Grimschi’nin öne sürdüğü ‘organik entelektüel’ kavramını haklı çıkarmıştır.
Mevzuya kendi kültürümüzden bakacak karşımıza Hüseyin Nihal Atsız’ın çıktığını görüyoruz. Çünkü yaşadığı dönemde bütün iletişim araçlarından anti-milliyetçilik pompalanırken, Türk demek adeta suç sayılırken Türk milliyetçiliğini ne pahasına olursa olsun savunmuştur. Bu uğurda kendisine yöneltilen tehdit ve baskılara boyun eğmemiştir. Nitekim onun arkasından söylenen ‘’Demir gibi sert, Atsız gibi mert.’’ sözü onun kişiliğini yansıtır.
E.Said bunu yalnızca devlet politikalarını eleştirmek olarak görmez, entelektüelin yarım yamalak doğrulara pabuç bırakmamak için her zaman tetikte olmayı kendine görev telakki etmesini savunur.
Yazar, profesyonellik ve amatörlük kavramlarından da söz eder. Amatörlüğü kâr ya da ödül beklentisine girmeyip her türlü kısıtlamaya rağmen hür biçimde hareket etme isteği olarak açıklar. Profesyonelliği veya başka bir değişle uzmanlığı ise iki nedenden ötürü eleştirir. Bunlardan birincisi uzmanlığın bilginin veya bir sanat eserinin üretilirken harcanan çabayı gözden kaçırmaya sebebiyet vermesidir. Böyle olunca da kişi bir sanat eserine veya bilgiye onu üreten kişinin seçimi, zevkleri olarak bakmaz; gayri şahsi teori ve metodoloji olarak görür. Yazarın ikinci eleştirdiği nokta ise uzmanlaşmanın kişiyi iktidar ve otorite adına çalışmaya sürüklemesidir. Bu durum da doğal olarak özgünlüğe fazlasıyla gölge düşürmektedir.
Yazar, kitabının ilerleyen bölümlerinde sürgünden bahseder. Bu sürgün sadece maddi sürgünü kapsamaz, içerisine manevi sürgünü de alır. Bu noktada eserde geçen şu ifadeler sürgün kavramının anlaşılmasında faydalı olacaktır: ‘’Yabancı olarak entelektüelin izlediği mecrayı belirlediği kalıbı en iyi anlatan söz sürgünlüktür. Geçmişte kalmış ve herhalde daha istikrarlı bir nitelik arz eden evde olma durumuna geri dönemezsiniz; maalesef yeni evinize de varamazsınız, yeni evinizle ya da durumunuzla asla özdeşleşemezsiniz.’’ (Edvard Said, Entelektüel, sayfa 63-64, Ayrıntı Yayınları)
Yazarın sürgünle ilgili olarak dikkat çektiği bir diğer husus da sürgünün yalnızca yuvadan ayrılmak olmadığı, asıl güçlüğün kişiye yuvadan çok da uzakta olmadığını hatırlatan unsurlarla birlikte yaşaması olduğudur. Sürgünlük tam bir arada kalma durumudur. Ne yeniye tam anlamıyla uyum sağlanabilir, ne de eskiden tamamıyla kopulabilir. Ancak entelektüel sürgünü kendisi için avantaj olarak görür. Çünkü sürgün alışılagelmiş yolların oluşturduğu bilindik yaşam tarzından kurtulmaktır. Entelektüel önceden belirlenmiş bir yolu takip etmediği için her şeyi kendince yeniden tanzim etmek zorundadır. Bu entelektüel için hayıflanacak bir durum değil, hangi konu ilgisini çekiyorsa onunla uğraşacağı haz verici bir serüvendir.
Yazar kitabının bir sonraki bölümünde entelektüel kavramının zamanla değişimine yer vermiştir. Burada da on dokuzuncu ve yirminci yüzyılları birbirleri ile karşılaştırmıştır. Said’e göre on dokuzuncu yüzyılda entelektüelliğe dair kavramlar bireyselliği savunuyordu. Yazar bu düşüncesini Turgenyev’in Bazarov’unu ve J.Joyce’nin Stephen Dedalus örnek göstererek desteklemiştir. Bu karakterler topluma uyum gösteremeyen, hiçbir kalıba sokulamayan asi ruhlu figürlerdi.
Yirminci yüzyıla gelindiğinde ise durum değişmişti. Bireyselliği ön plana alan entelektüel yerine hayatları üniversitede geçen akademisyenler, yöneticiler, gazeteciler, sendikalı köşe yazarları, lobiciler gelmişti. Yani entelektüeller kendine toplumun belli bir görev yüklediği ve buna uygun cevaplar üretmesi beklenen kişiler haline gelmişti. Yazar buna karşı çıkar ve entelektüelin her durumda sesini duyurmasını ve işleyen bir makinenin dişlisi gibi kabuğuna çekilmemesini ileri sürer. Ayrıca entelektüel olmanın hiç de akademisyenlikle bağdaşmaz olmadığı fikrini de reddeder. Burada üzerinde durulması gereken nokta akademisyen olmak veya olmamak değil, kendini mevcut sisteme bağlı çalışan bir memur gibi hissetmemektir.
Yukarıdaki paragraflarda E.Said’in ‘Entelektüel’ kitabını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Yazının sonuna yaklaşırken Batı’nın entelektüel olarak tanımladığı bizde ise ‘münevver’ olarak vücut bulmuş bu kavramdan söz ederken Nurettin Topçu’yu anmamak olmaz. Çünkü Topçu düşünce hayatımızın yapaycılıktan ve sıradanlıktan uzak, inandığı dâvayı günün koşullarından etkilenmeden, her ne pahasına olursa olsun savunmuş isimlerinden biridir. Nurettin Topçu’yu ve milletimizin irfan hayatına katkısı olmuş tüm münevverlerimizi saygıyla anıyorum.