Turgut GÜLER
Feryâd etmek, bâzen suç üstü delîli sayılıyor. Yâni, her çığlığı basanın mâsûm ve de mağdûr olmadığı kanaati, aklın eyerine oturuyor.
Ne zamân Dünyâ’yı saran, sarsan bir ekonomik sıkıntıdan bahsedilse, Türkiye’nin piyasa aktörleri, bağırıp çağırmaya başlıyorlar. Ekonominin işâret okları hangi yöne giderse gitsin, devamlı kazanan “hep bana”cılar, duruma el koymuşlar. İşin garîbi, gözyaşı dökme şampiyonasında finişe en yakın olanlar da onlar.
Memleketin, kendi yağıyla kavrulan ezici ekseriyeti, bu mâlî vaziyetin haberlerini gözü ve kulağı ile tâkib edip her zamânki vakarı içinde günlük hayâtını sürdürüyor. Sâde ve sokaktaki vatandaş için “ekonomik kriz”, evvelinde de, âhirinde de “medyatik malzeme”nin ötesine geçmiyor.
Aynı arastada icrâ-yı meslek eden esnâfdan, nafakasını temin ile şükre yönelip siftahsız komşusuna müşteri gönderen atalarımız vardı. Bize ne oldu da:
“Her şey sonuna kadar ve tamâmen benim olsun”
diye tepiniyoruz?
Bölüşmek, paylaşmak, acıya-sevince ortak olmak başlıklarını sosyal klişeli kürsülere hediye eden Müslüman-Türk geleneği, hangi aşılmaz dağın arkasında kaldı?
Rakamların diline bakarak devirdiğimiz günler, gönlümüzü, yüreğimizi paslandırıyor. Fakat bunu hakkıyla ifâde edecek edebiyâtımız kalmadı.
Edebiyât tedrisâtı, sizlere ömür. Bu cenâze tedârikinde pek çok sebep rol oynadı, ama üniversite imtihânındaki komprime soru şekli, elebaşılığı inhisârına aldı. Test tarzındaki ve çoktan seçmeli cevâba dayalı imtihân, “edebiyât”ın rûhunu kuruttu.
Aynı imtihânın ortaöğretime âyârlanmış biçimi, Türk çocuğunun beyin faaliyetini, daha yeşerme imkânı bulamadan dumûra uğrattı.
Artık, gazel, kasîde lezzetiyle tanışmak, hayâl ötesine uçuruldu. Reşat Nûri’nin, Yakup Kadri’nin duru ve nâmuslu Türkçelerine, “sâdeleştirme” bahânesiyle balta sallayan iz’âna da rahmet okutacak bir “edebiyâtsızlığı”, gözümüzün içine sokuyorlar.
Hâlbuki bir milletin büyüklüğüne esâs olan kıstaslar; soldan sağa da, yukarıdan aşağı da “edeb”den başlar. “Edeb”siz bir söz kalabalığına, hangi insâf ölçüleriyle “edebiyât” ruhsatı vereceksin?
Alnımıza yapıştırılan ve kaderimizmiş gibi lânse edilen terbiyesizlik, aslâ “edebiyât” bahçesine giremez. Ecdâdın, “edeb yâ Hû!” sitemini, ucuz bahâya satın alıp, “hangi edeb?” soytarılığına karıştıranlar, düzine hesâbıyla Nobel alsalar, ne yazar?
Bu memlekette, “yeni” etiketiyle takdîm edilen nice züppelik, “eski”nin ağırlığına tahammül edemeyecek hafiflik ve basitliklere düştü. O, zillet zelzelesine tutulan edebsizlik ehli, bir gün kendilerine lâzım olacak “insâniyet”i, mezârdan kaldıracakları “edebiyât”dan isteyecekler…