Hasan Rıza Bey’in Kopyalanan Fetih Tablosu ve Bir Oryantalist Ressam Fausto Zonaro Üzerine Millî Hasb-i Haller
Ayşe SAMİHA
Şerefli bir hayat mâcerâsını ihyâ etmiş, millî kültürümüze hazîneler devretmiş büyüklerimize sâhip çıkıp onları evlâtlarımıza aktarmanın milletlere nasıl bir şeref getireceğini ah bir bilebilsek!
O, isteseydi meşhûr bir saray ressamı-Ressam-ı Hazret-i Şehriyârî- olabilir, bir saray ressamına sunulan dünyalıklar ile ömrü ihyâ olabilirdi. Öyle olmadı. Ressam Hasan Rıza Bey, on iki yıl İtalya’da kalıpRönesans kültürünün bütün birikimini inceleyebildiği Floransa, Roma ve Napoli gibi san’at merkezlerinde bulunup, çeşitli atölyelerde çalışır ve meslekî çizgisini üst seviyeye çıkarma fırsatını bulduktan sonra “nâzenin bir ana”olarak nitelendirdiği, o çok sevdiği İstanbul’a döner. Çağdaşı olan ve saray ressamı olarak atanmış meşhur Fausto Zonaro’dan hiç bir eksiği yok, fazlası vardır;Hasan Rıza Bey, resimlerini saraydan aldığı sipârişler üzerine değil, bütün gücünü ve kuvvetini Türk Târihi’nin zafer ve kahramanlarını tasvîr etmeye adamış tutkulu bir ressamdı. Gösterişi sevmeyen, samîmiyetten yana olan Hasan Rıza Bey’in çizdiği bazı eserleri, İtalyan ressam Fausto Zonaro tarafından reprodüksüyon olarak yeniden yapılmış, Zonaro dünyaca tanınmış meşhûr bir ressam olurken Hasan Rıza Bey bugün ne yazık ki, neredeyse unutulmuştur.
Zonaro’nun Hasan Rıza Bey’den bire bir kopya ettiği eserler arasında en meşhûru Koca Fatih’in Topkapı surlarından kıratı üzerinde İstanbul’a girişini gösteren “Fetih” tablosudur.
Bu resim Hasan Rıza Bey’in Fatih Sultan Mehmed Hân’ın Topkapı’dan İstanbul’a girişini, 1899 yılında tasvîr ettiği bir eserdir. Siyah beyaz tarama usulü ile yapılan bu resimde Fatih’in bindiği kıratın hemen yanında, elinde tüfek olan pala bıyıklı yeniçeri muhâfızı, tabloyu yapan ressam Hasan Rıza Bey’dir ve bulunduğu yere pek yakışmıştır. Bu tasvîr, bir nevi eserin müsebbîbinin imzasıdır.
O vakitler İstanbul’da bulunan ve bir vesîle ile tabloları dikkat çeken Fausto Zonaro, 1897’de saray ressamı olarak atanır. 1905 yılında Sultan II. Abdülhamid Hân, ressamdan İstanbul’un Fethi’ni tasvîr eden tablolar yapmasını ister. Tabloları Sultan tarafından pek beğenilen Zonaro, İstanbul’un Fethi’ni çizerken Hasan Rıza Bey’in evvelden çalıştığı ve İstanbul’un Fethi’ni resmettiği eserini renkli olarak yeniden ele alır ve bire bir kopyalar. Resimdeki bütün detaylar hemen hemen aynıdır, tek farkla; elinde tüfek olan yeniçeri yerine Zonaro buraya kendisini resmetmiştir.
Savaş Tabloları Yapmak
Savaş resimleri yapmak,çok önemli akademik eğitim ve figüratif ifâde üstünlüğü gerektirir. Özellikle târihî şahsiyetelere yönelik savaş ve kahramanlık resimlerinde insan ve at anatomisini doğru ve güçlü ifâde yeteneği elzemdir. Bizde, 1890’larda, akademik resim eğitimi olmadığı için Rönesans’ın beşiği İtalya’ya giden Hasan Rıza Bey’in bu seçimi isâbetli olmuştur. Ancak bugün Rıza Bey’e “çağdaş ressam”diyenler dikkat buyursunlar, 1800’lerin sonunda 1900’lerin tekniğinde resimler yapan bir ressam çağdaş değil, “çağının üstünde”veyâ “çağını aşan resimler yapan ressam”diye anılmalıdır.
Zonaro’nun sipâriş üzerine yaptığı tablolarında, Hasan Rıza Bey’in özellikle savaş sahnelerini konu olarak çizdiği eserlerinden farklı tesirler sezilir. Bu resimlerde Hasan Rıza Bey, hem Osmanlı’nın geçmişteki hâkimiyetini vurgulamakta ve anlayanlara “meşrûtiyet”ülküsünün mesajlarını iletmektedir. Nitekim 1876’da Meşrûtiyet ilân edilmiştir… Hasan Rıza Bey’in kafasında ilân edilmiş bir meşrutiyet’in ardında, giderek toprak kaybeden bir ülke vardır, giderek artan bütçe açığı vardır, ileride kaynamaya başlayacak olan Balkan ülkeleri ve hürriyet vardır. O bir Türk ressamıdır. Onda, gecesini gündüzüne katarak geçmişte yaşanan zaferleri tasvîr etme ve bu zaferler serisini tamamlama kaygısı vardır.
O, gösterişi sevmez, samîmidir. Sâhip olduğu kişilik yapısı gereği, saray ressamı olmamayı tercîh eder:”Velhâsıl kanımdaki gurûr, kuvvetlerini münâfıklıkla zehirlemeden, rûhumdaki çalışma kudretini fuzûlî teessürlerle öldürmeden, en ihtiyâr dostumun delâletiyle vatanımdan, istikbâlimden uzaklaştım. Kuru ikbâllere, netîcesiz saltanatlara tapmış ahlâk sarhoşluğu içinde yüzen muhîtten âdetâ firâr ettim.” derken, içten ve samîmi şahsiyetini, dedikodu ve gösteriş sevmeyen kişilik yapısını ortaya koymuştur. Büyük ressam İtalya dönüşü İstanbul’da görmüş olduğu dedikodu, gösteriş ve ahlâk yoksunluğu karşısında rûhundaki san’at aşkının zarar görmemesi için, İstanbul’dan ayrılıp Edirne’ye âdeta firâr ettiğini söylemektedir.
Velhâsıl, bir san’at eserinde olması gerekenler; dâhilî âlem, duyarlılık ve taşıdığı bilinçtir. Hasan Rıza Bey bir Türk ressamıdır ve Türk kahramanlarını, Türklerin içinde bulunduğu savaş sahnelerinde insan ve at anatomisini doğru ve güçlü bir ifâde yeteneği ile tasvîr etmiştir. Bunu yaparken içten ve duygulu oluşu, konunun önemini ve olay yönünü öne çıkarması dikkatimizden kaçmaz. Resimlerinde samîmiyet, doluluk ve büyüleyici bir atmosfer vardır. Rıza Bey’de koca Fâtih’in duruşu Fatihâne’dir, Türk duruşudur ve yanına pehlivan duruşlu, pala bıyıklı yeniçeri pek yakışmıştır.
Bu demek değildir ki Türk olmayan bir ressam Türk zaferlerini resmedemez. Elbette edebilir. Ancak Rıza Bey’in resimlerini kopyalayan meşhûr İtalyan ressam Zonaro’nun, özellikle Fetih tablosunda içtenlikten uzak bir folklorik seyir ile temâşâ kurgusu ve yapmacıklık göze çarpar. Fatih’in yanına koyduğu kendi tasvîrindeki duruş, bir asker duruşu değildir. Nitekim İstanbul’un Fethi ile duyulabilecek bir sürûru ancak bir Türk, Hasan Rıza Bey duyabilir, ilk fırsatta İstanbul’u terk edip İtalya’ya doğru tabanları yağlayan bir İtalyan değil… Bu sevincin eksikliği de tabiî olarak Zonaro’nun tasvîr ettiği Fetih duruşunda, omuzlarına yük konmuş eğreti duruşlu, sakallı bir asker olarak yansır.
Başkalarının savaşlarını tablolaştıran İtalyan ressam Zonaro, saray ressamı olarak dünyâca meşhûr olmuştur. İstanbul’un Fethi’nin “ni’mel-ceyş”diye tavsîf edilen kutlu askerleri arasında bir ecnebiyi görmektense; pala bıyıklı, pehlivan yapılı bir Türk’ü görmek yeğdir. Meşhûr İstanbul’un Fethi tablosunun Fausto Zonaro tarafından taklîd edilmesi ve Zonaro’nun ününe ün katmış olması Zonaro’nun eser kopyalayıcılığı özelliğini örtbas etmez, bilâkis adına katmerli gölge düşürür. Bu mes’ele esinlenmek değil, başkasına âit olana el koymaktır. Tıpkı akademik eserlerde başkalarına ait olan fikirlerin mutlaka belirtilmesi inceliği gibi, oldukça hassas bir konudur. Velhâsıl “plagiarism”denen “akademik hırsızlık”akademik dünyada Avrupa üniversitelerinin üzerinde hassasiyetle durdukları bir konu iken, Zonaro’nun Hasan Rıza Bey’in resimlerini kopyalaması akademik ahlâk masasına nedense hiç yatırılmamış, üzerine tek bir cümle dahi sarf edilmemiştir.
Düne ve Bugüne Dâir Sorular:
Bir zamanlar gemi kamaralarının nakışlarının onarımı ve yeniden boyanması işlerini Hasan Rıza Bey’e yaptıran ve gördüklerine hayran kalan Sultan Abdülhamîd Hân, İtalyan ressam Zonaro’ya “Feth’in tablosu”nu sipâriş ederken, acabâ aynı tabloyu Hasan Rıza Bey’in evvelden yapmış olduğunu ve siparişinin aslında bir kopyadan ibaret olduğunu bilmiyorlar mıydı?
Yâhut; güçlü şahsiyeti ve fırçası ile bir Türk ressamı Hasan Rıza Bey mevcut iken, acabâ neden bir İtalyan ressamı meşhûr ve de ihyâ edilmiştir?
Zonaro’nun reprodüksüyonu neden kabul edilmiştir?
Türk Ressam Hasan Rıza Bey’e ve eserlerine gereken ihtimam zamanında verilmiş olsa idi bugün Türk resmi daha da gelişmiş olmaz mıydı?
Bu soruları bugün muhataplar aramızda olmadığı için tam olarak doğru cevaplamak mümkün değildir. Ama göze batan husûs; Türk ressamı Hasan Rıza Bey’in, maalesef ihmal edilmiş olduğu, Türk kültürel yatırımının gereğince yapılmamış olduğu, bugün gün gibi âşikar bizlere acı acı gülümsemektedir.
Bugün maalesef üstâdın eserleri üzerinde ciddi san’at analizleri yapılmamıştır. Bir kaç satır yazıdan ibâret olan düşünceler, san’ata dâir makalelerde göze çarpar, ancak çok yetersizdir. Hakkında renkli katalog dahî düzenlenmemiştir.
Hasan Rıza, kendinden önceki kuşaktan Hüsnü Yusuf, Şeker Ahmed Paşa, Süleyman Seyyid ile kendi kuşağından Hoca Ali Rıza, Hüseyin Zekâî Paşa ve Halil Paşa gibi asker ressamlar kuşağının bir üyesidir. Ressam Sâmi Bey, Ressamlar Cemiyeti Mecmuası’nda üstâd hakkında yazdıklarında şöyle der: “Yüzyılların, geçmiş olayların içinde yorulmak bilmeyen bir mesâi aşkı ile, taharriyât-ı tersimiyede (araştırarak çizimlerde) bulunan fırçası, geçmişin sönük bir hatt-ı hayâlini bile zapt edemediği, çehreleri geçmiş zamanların âmâk-ı nisyânından (unutulan derinliklerden) bir keşif, icazkârî san’atla bulup çıkarır ve onlara nazar verip renkleri hakîkat-nümûn çizgilerle zaptı tesbît ederdi.”
Geriye kalan, bir hoş sada olsa idi, heyhât! Çağdaş Türk San’atının önemli isimlerinden biri olan Hasan Rıza Bey, sanat dolu hayâtı, trajik bir şekilde şehîd edilmesi ile “Şehîd Ressam” olarak anılır olmuştur. Çok ince bir ayrıntı ile şehîd ressam sıfatını kazanmıştır. O, eserlerini azgın Bulgar vandalların yağmasından kurtarmak için canını hiçe sayarak eserlerini kurtarmak için şehîd olmuş bir Türk ressamıdır. Belki de sırf bu yüzden Feth’in kutlu askerleri arasında bir ecnebiyi görmektense pala bıyıklı, pehlivan yapılı bir Türk’ü, şehîd ressam Hasan Rıza’yı görmek yeğdir.
Şehîd ressam Hasan Rıza Bey, san’at dünyâsında millî kimliği ile öne çıkan nefer duruşlu bir Türk ressamıdır. Türk çocuğunun onur ve kimlikte örnek alacağı, özgün ve millî san’at tutumunu ilke edinmiş nâdîde bir vatan evlâdıdır.
Siz Dünya üzerinde resimleri yağma edilen, resimlerini kurtarmaya çalışırken şehîd edilen kaç ressam tanıyorsunuz?
Bugün, Edirne’de, savaş sırasında san’at eserlerini kurtarmaya çalışırken Bulgarlarca şehîd edilen bir ressamımızın mezârı bulunmaktadır!
İşte kendi hazînemiz, işte Ressam Hasan Rıza, gözümüzün önünde dururken, ağyârın eserlerine göz dikişimiz ne ilk ne de son örnek. Kendi gafletimize yanmayı bile öğrenememişiz. Şerefli bir hayat mâcerasını ihyâ etmiş, kültürel varlığımıza eşi benzeri olmayan hazîneler eklemiş bir Türk büyüğümüzü gelecek nesillere aktarmanın üzerimize düşen bir borç olduğunu ah bir bilebilsek!
12 Mart 2019, Singapore