Ülkü SİNCAR
Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeler, bölgenin siyasal haritasını değiştirecek boyutlara varmış, uzun yıllar İngiliz ve Fransız sömürüsü altında yaşayan Bölge bu gün ABD, Rusya, Çin gibi küresel güçlerin de pay kapmak için sahaya indiği, insanların bahis karşılığı dövüştüğü kirli arenalara dönüştürülmüştür.
Hollywood stüdyolarında tasarlanan bu kirli oyun, finali itibariyle bir demografik değişim ve işgal senaryosudur. Sömürüye taahhüt veren yerli işbirlikçilerin lehine bölge tanzim planıdır.
Örneğin Barzani, 1973 yılında The Washington Post gazetesine şu beyanda bulunmuştur: “Eğer ABD bizi kurtlardan korursa, ABD politikaları doğrultusunda hareket etmeye hazırız. Yeterli destek verildiği takdirde petrol yataklarının denetimini ele geçirebilir ve kullanım haklarını bir Amerikan şirketiyle paylaşabiliriz.” diyerek ilk işgal kapısını açmıştır
Demografik işgalin ilk aşaması Kuzey Irak’ta yaşanmıştır. 1992 Yılında Körfez savaşı ile 36. paralelin Kuzeyi ve 30. paralelin güneyi “uçuşa yasak” bölge ilan edilmiş, Irak coğrafi olarak bölünerek, “kuzey” merkezden ayrılmıştır. Kerkük, Musul, Süleymaniye gibi Türkmen şehirleri ile Arap, Türkmen, Kürt kökenli vatandaşların beraber yaşadığı bir çok şehir de ayrılan coğrafi bölge içinde kalmış, ABD’nin bölgedeki Kara gücü olan Kürt aşiretler aldıkları küresel destekle bu bölgelerde hızla, büyük bir Türkmen ve Arap kıyımı başlamış, şiddet yoluyla insanları göçe zorlamışlardır.
Resmi binalar ve tapu müdürlükleri peşmergeler tarafından talan edilmiş, yağma esnasında Türkmenler tapu ve nüfus kayıtlarını kaçırmak istemiş, Türk askerleri de bu kayıtların Türkiye’ye taşınması için Hükümete görüş bildirmiş, ne yazık ki yukarıdan “karışmayın” emri gelmiştir. (Bunu da tarihe not olarak düşmek isterim). Bölgede planlı olarak yürütülen etnik temizlik had safhaya ulaşmış, Arapların boykot ettiği, Türkmenlerin dışlandığı sözde seçimlerin ardından Kerkük’ün Kürt aşiretlerine bırakıldığı resmen ilan edilmiştir. ABD’li General R. Odiorno’nun huzurunda ve emrinde Kerkük Kent Konseyi Kürt temsilci Abdurrahman Mustafa, Kerkük Valisi olarak yemin ederek göreve başlamıştır.
Aynı oyun Eş zamanlı olarak Suriye de Esad’ın muhaliflerle mücadele karşılığında, Kürtlere kanton sözü vermesiyle başlayarak alan kazanan, ardından ABD’nin karagücüne dönüşen PYD, PKK, Peşmerge iş Ebirliği bölgede Arap ve Türkmenlere etnik temizliğe başlamıştır. Bu etnik temizlik öyle şiddetli ve sistematik yaşanmıştır ki Uluslararası Af örgütü 13 Ekim tarihinde yayınladığı raporda PYD’nin insan haklarını ihlal ettiğini ve savaş suçu işlediğini açıklamak zorunda kalmıştır. Arap ve Türkmen köylerinin ateşe verildiği, köylülerin bölgeyi terk etmeleri için ölümle tehdit edildiği raporda özellikle vurgulanmıştır. Irak ve Suriye de tarihi eserler haraç mezat satılmış, yakılmış, yıkılmış, başka kimliklere ait ne varsa yok edilmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak AB-D Enerji koridoru için tasarlanan sözde Kürdistan’ın Suriye parçasında istenilen demografik yapı nerede ise hedefine ulaşmıştır.
Benzer demografik savaş Türkiye de ilk kez 1989 yılında yoğunluk kazandı. Terör örgütünün Mobilize ettiği gruplar yavaş yavaş istenilen illerde nüfusu arttırmaya yönelik çalışmalara başlamış; Örgüt terör, tehdit, şantaj yoluyla kendilerinden olmayanların yaşam alanlarını çembere almıştır. Bu strateji hem Barzani hem de PKK’nın Türkiye üzerinde ki ortak stratejisidir.
2011 yılında bizzat şahit olduğum; Türkiye’yi ziyarete gelen K.Iraklı resmi bir grup, düşünce kuruluşunda yaptıkları konuşmalarda “Eskiden Mersin Limanından denize açılan bir Kürdistan istiyorduk. Şimdi İstanbul’u, İzmir’i beraber, Diyarbakır’ı kendimiz yöneteceğiz. Siz Anadolu’yu 1000 yılda Türkleştirdiniz, biz hepinizi yüz senede Kürtleştireceğiz. Irak modelinin İkinci hedefi Türkiye’dir.” Sözleri ortak planın nasıl işlediğine dair itiraf niteliği taşımaktadır
Uluslararası siyasete yön verenlerin ilk yaptıkları araştırmalardan biri ülkelerin demografik yapılarının bilimsel analizidir. Örneğin CIA her yıl W. Factbook adlı bir kitap çıkarmaktadır. Bu kitapta ülkelerin demografik yapısı da yeralmaktadır. Ülkemizin demografik analizinde 1990 Yılında yüzde 85 Türk nüfusu olarak açıklanırken, diğer etnik grupları yüzde 15 olarak belirtilmiştir. 1992 yılında ise ciddi bir kırılma ile Türk nüfusunu yüzde seksen oranın da açıklamıştır. Yüzde beşlik değişimin en önemli nedeni Türkiye’ye Körfez savaşı ve Halepçe katliamı nedeni ile 4 yılda Kuzey Irak’tan gelen resmi 1 buçuk milyon, gayrı resmi 2 milyon mültecidir. Göstermelik dönüşler olsa da önemli sayıda mülteci sessizce Türkiye’ye yerleştirilmiş, siyasi olarak Irak’a dönmelerine izin verilmemiştir.
Açılım süreci, Barzani aşireti ile kurulan ticari ilişkiler, bölgenin fiilen PKK’ya terk edilmesi sonucunda sessizce yürütülen “demografik istila” son on yılda hızla artmıştır. Örneğin 2007 yılında ki seçmen sayısı, 2009 yılında 6 milyon, 2011de ise 10 milyon artmıştır. Yıllara göre bölgesel doğum oranları ile bağdaşmayan en dikkat çeken seçmen artışı ise Doğu ve Güneydoğu illerinde olmuştur. Bazı doğu illerinde bu artış yüzde kırklara varmıştır. Seçimlerin ardından “Kürdistan haritası Iğdır’la tamamlandı” diye açıklama yapan BDP’lilerin sözleri ve yeni oy kullanacak nüfusun artmamasına rağmen, seçmen sayısı 32.619 olarak açıklanan Iğdır’ın, bir kaç ay içinde 43.892’ye çıkması çok anlamlıdır.
Altı yılda ülke nüfusu yaklaşık 5 milyon artarken, seçmen sayısının 12 milyon artması bir çok insanın dikkatini çekmiş, ancak yapılan araştırmalar ve ithamlar sonuçsuz kalmıştır. Çünkü fark seçmen sayısının yüzde yetmişi gerçektir, yani mezarda ki oy değil, daha tehlikeli bir oyundur.
Sınırlardaki kontrolsüzlük, dağdaki teröristlerin şehirlere inmesi, bunların kaçının Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edildiği tam olarak bilinmemektedir. Konuyla ilgili meclise verilen soru önergeleri ne yazık ki yanıtsız kalmıştır. PKK’nın istediği illerin mobilize seçmen profili ile demografik yapısının organize edildiği, bu illerde başka kimliklerin yaşam haklarının sınırlandırılarak nasıl göçe zorlandıkları Hakkari, Şırnak, Diyarbakır, Batman, Mardin, Van, Siirt, Iğdır, Muş ve Ağrı’nın son 20 yılını incelediğimizde bu günlere nasıl geldiğimizi görebiliriz. Adana, Mersin ve İstanbul’da ki demografik oyunlar da dikkat çekici boyuttadır.
Yukarıda bahsettiğim CIA araştırması açılım sürecinde yayınladığı Türkiye’nin demografik yapısını 2014 yılına ait verilerin de Türk nüfusu beş puanlık bir düşüşle Yüzde 80’den yüzde 75’e gerilemiş, diğer kısmını da beş puanlık bir artışla yüzde 25 olarak açıklamıştır. Bunun nedeni dış politikada ki stratejik çöküşümüzdür. Şu anda sınırlarımızda 2 milyonun üstünde Suriye’den, Irak’tan gelen mülteci vardır. Sosyal, ekonomik, kültürel, demografik değişim tehditleri ile çok ciddi bir işgal süreci ile karşı karşıyayız.
Ülkemize sığınan resmi rakamlara göre iki milyon mültecinin kim oldukları hakkında ne yazık ki tam bir bilgiye sahip değiliz. Bir çok mülteci kamplarına Apo posterleri, Pkk flamalarının asıldığı, Diyarbakır’da ki Mülteci çadırından “Apo’ya özgürlük” adı altında binlerce imza toplandığı, bu mültecilerin bir kaç yıl sonra bu ülkenin vatandaşı olmak için hak kazanabilecekleri gerçeği önümüzde ki günler için düşündürücüdür.
Türkiye’nin bir bölümünü etnik ve mezhepsel olarak 3. sınıf Ortadoğu ülkesine çevirme ve daha kolay yönetme politikalarına biran önce dur demeliyiz. Türkiye Avrupa’nın kapı bekçisi değildir.AB’ye giriş, siyasi ve ekonomik rant karşılığında yapılan mülteci pazarlığı Ülkemizin siyasi ,ekonomik ,toplumsal dinamikleri açısından ateşle oynamaktır..
Henüz geç kalmış sayılmayız. Tüm manipülasyonlara rağmen Dünyanın en büyük demografik araştırma kuruluşları en az beş ayrı bilim dalı kullanılarak etnik köken ve kültürel tanım araştırmalarında, (Amerikan merkezli United States Center for World Mission (USCWM) kuruluşu, DRN araştırma kuruluşu, World Fatbook şirketi, National geography-Universty of illions SCS, National Center…) ayrıca Konda, Konsensus gibi yerel araştırma şirketleri, Türkiye’nin etnik haritasını çıkarmış, sonuç olarak hepsinin genel ortalaması Ülkenin yüzde 80’inin Türk, yüzde 20’nin ise diğer etnik gruplardan oluştuğu açıklanmışlardır. Ayrıca vatandaşlarla yüz yüze yapılan araştırmalarda da; “Etnik kimliğiniz nedir?” sorusuna yüzde 78 gibi bir oranla vatandaş “Türküm” cevabı vermiştir.
Ortadoğu’ya hükmetme, halifelik rüyaları ile kürt emirliği sözü veren İktidar ve etnik bölücüler sırf bu sebeple ülke insanını kimliksiz, aidiyetsiz, sömürüye açık yığınlarına çevirmektir. Durmadan bahsedilen mozaik budur. Mitinglerin fotomontaj ustaları, “Türkiye’de 72 çeşit millet yaşıyor!” diyerek, tabiri caizse 72 kişiyi 72 milyon göstererek algılarla oynamaktadır.
Ülkemizde kimlik tanımlanmasını kabul etmeyenler, sırf bu yüzden Türkiye cumhuriyetinin temel dört maddesini tartışmaya açanlar,Suriye de,Irak ta ve şimdi Türkiye de Ellerinde uydurulmuş tek kimliğe dayalı bölgesel etnik kimlik dökümleri ,demografik haritalar, referandum talepleri, BM, AB parlamentosu, Uluslararası Lobilerin kapılarında bölgenin kendilerine ait olduğunu ispata çalışmaktalar. Bizi durmadan bu konuda uyaran Küresel güçlerin ise aynı gerekçelerle topraklarımızda, bağımsız devlet kurma girişiminde olması tam bir akıl ve ahlâk tutulmasıdır.
Gerçek amaç ve asıl savaş ülkede pilot ilân edilen dokuz ilde sessiz ilerleyen; Suriye’den, Irak’tan gelen mültecilerin dâhil edileceği demografik değişimdir. Henüz birlik, beraberlik, ortak yaşam alanlarının olmadığı, asgari müşterekte birleşip kaynaşamadığı bir nüfusun yaratılmaya çalışılmasıdır. Bu konuda bir an önce önlem alınmalıdır.
Uluslararası ilişkilerde tesadüf diye bir şey yoktur. PKK’nın tesadüf olmadığı gibi IŞID’de tesadüf değildir. PKK’nın doğuda, IŞİD’in Ortadoğu’da demografik yapıyı nasıl değiştirdiği ortadadır. IŞID ve PKK ortaklığının en güçlü kanıtıdır. Türkiye de bu oyunun parçasıdır. Sözde ABD, Rusya ve 7 düvelin bir araya gelip bitiremediği IŞİD’i PYD, Peşmerge, PKK güçlerinin temizleyebilmesi tam bir tiyatrodur.
Ülkeyi yönetmeyi şirket yönetmek zannedenler, tüm değerlerimizi özelleştirme yolu ile ihaleye çıkarmıştır. Kimliğimizi, inançlarımızı, beraber yaşama müştereklerimizi, bizi biz yapan kültürel birlikteliğimizi, öz benliğimizi ayrıştırıp dünya borsasında küçük hisse senetlerine dönüştüren bu siyasi zihniyeti Türkiye bir an önce tasfiye etmelidir. Türkiye’nin zihinsel, demografik ve kültürel istilâsı bir an önce durdurmalı, bu sessiz işgâlin farkına varılmalıdır.
——————————————
13.06.2016
http://www.millirefleks.com/mobil/Yazar-demografik-isgal–3805.html