Hilmi ÖZDEN
XIII. yüzyıl başlarından itibaren dağınıklıkları ve gittikçe daralan imkanları nedeniyle hayat şartları zorlaşan Kıpçaklar, özellikle kıtlık ve hayvan hastalıklarının baş gösterdiği yıllarda, Deşt-i Kıpçak’ta İslavların da etkisiyle eski tarihlerden beri devam ede gelen bir geleneğe uyarak sıhhatli ve gürbüz çocuklarını para karşılığında başka müreffeh ülkelere göndermeye başlamışlardır.
Mısır’da Eyyubi devleti askeri gücünü yabancılardan sağlamak durumunda kaldığı zaman, Deşt-i Kıpçak’tan ve Kafkaslardan getirilen Kıpçak, Oğuz, Çerkez gençlerini özel kışlalarda eğitmişlerdir. İşte bu dönemden başlayarak Suriye ve Mısır’a önemli ölçüdeki Kıpçak delikanlısının girerek orduda görev aldığı anlaşılmaktadır. Nihayet bu bölgeye bu şekildeki Kıpçak akını 1250 yılında Mısır’da kurulan Memlük Türk Sultanlığı döneminde doruğa ulaşmış ve bu Türk Sultanlığında idare Kıpçakların eline geçmiştir.
XII. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak özellikle XIII. yüzyılın başlarında tıpkı Suriye ve Mısır’a gelen Kıpçaklar gibi Hindistan’a da köle tüccarları vasıtasıyla “Memluk” olarak Kıpçak menşeli önemli ölçüde nüfus girmiştir. (Gökbel 2000: 134-135)
İslam devletleri içerisinde Abbasi halifeleri Memun (813-833) ve Mütasım (833-842) ilk defa olarak Türkleri getirip askeri birlikler oluşturdular. Onların Acemlerle evlenip bozulmamaları için Samarra şehrini kurup geniş mal ve mülk verdiler ve Türk kızlarını da getirterek onlarla evlendirdiler. Hatta bu birlikleri oluşturan kimselere maaş bile bağladılar. (Yavuz 2002:19)
Mısır ve Suriye’de devlet kuran Eyyubiler de Kıpçak Türklerinden satın alıp getirdikleri çocukları sıkı bir eğitim ve terbiyeye tabi tuttuktan sonra devletin idari kademelerinde görevlendirdiler. Memlükler Haçlılara karşı Eyyubi ordusunda büyük görevler aldılar. 1250 yılında Eyyubilerle Memlüklerin arası açıldı. Aybek komutasındaki Memlükler 30 Nisan 1250 tarihinde devletlerini kurdular. Mısırda kurulan bu devlet iki dönemde incelenir. a) Bahri Memlükler (1250-1382), b) Burci Memlükler (1382-1517). (Yavuz 2002: 20) Memlükler, 1250-1517 yılları arasında Mısır, Hicaz, Suriye, Filistin ve Güney Anadolu’nun bir kısmında hüküm sürmüş bir İslam devletidir. Kaynaklarda hükümdarları daima “Mülük’üt-Türk” (Türk Hükümdarları) diye anılan bu devletin sahiplerine çok sonraları “Türk Memlükleri” adı takılmış, zamanımızda da “Türk Kölemenleri” (Mısır Kölemen Devleti) denilmiştir. Halbuki başlangıçta para karşılığı hizmete alındıkları için “Memlük” olarak gösterilen fakat büyük idareci, kumandan ve nihayet hükümdar olan bu insanların gerçek kölelikle ilgileri yoktur. Esasen Arapça Memlük kelimesine bu mana sonradan yakıştırılmıştır. Bu dilde köle’nin tam karşılığı “abd”dır. Bu itibarla “Kölemen Devleti”, “Memlük Sultanları” gibi deyimler yanlıştır. Üstelik Devletin adı da Ed-Devlet’üt-Türkiya veya Devlet’ül-Etrak (Türk Devleti)dir. (Kafesoğlu 1988: 182,383)
Osmanlı döneminde ise Kafkaslardan Osmanlı sarayına getirilen gençler sadece ailelerin teşviki ile değil Rusların, Cenevizlerin, Venediklerin eliyle de getirilmiştir. XIII-XV. yüzyıllar arasında Abhazya sahilleri Ceneviz kolonileri haline geldi. Cenevizliler Abhazya kıyılarında büyük ticaret yapıyorlar, atölyeler kuruyorlardı. Cenevizliler müthiş birer tacirdi. Ellerinden hiçbir şey kaçmıyordu. Hatta insan ticareti (köle ticareti) de onların en iyi bildiği işti. Bazen, bu köleleri satın alıyorlar ama çoğunlukla kaçırıyor, denizin ötesine götürüp satıyorlardı. En çok da genç, güçlü delikanlılar ile güzel kızlar kaçırılıyor yüksek fiyatlarla satılıyordu. Abhaz halkı defalarca Ceneviz kolonilerine karşı kılıç sallamıştı. Bu köle ticaretinin kendilerini yok ettiğini, bitirdiğini anlıyorlardı. XV. yüzyıl sonlarına doğru bir avuç Abhaz şu güzelim ülkelerini soyup soğana çeviren sömürgecileri ülkelerinden kovmayı başardılar (Beygua 2000:43). Özellikle Ruslarla yapılan savaşlarda sürekli nüfus kaybeden Kafkasyalıların kendi aleyhlerine olan köle ticaretini desteklemeleri mümkün değildi. Onların en küçük eli silah tutan çocuktan genç kızlara kadar her ferdine Ruslara karşı savaşta ihtiyaçları vardı.
Mısır Çerkes Memlükleri Üzerine Faruk Sümer’in Görüşleri:
1382 yılında Seyfeddin Berkuk Memluk sultanı oldu. Berkuk Çerkes asıllı idi(ölümü 1399). Kendisinden sonra da bir iki istisna ile, Çerkes asıllı emirler sultan oldular. Fakat Türk kültürü bakımından değişen hiçbir şey yoktu. Çerkes Sultanları da Türk Kültürüne bütün güçleri ile sarıldılar ve devletleri sona erinceye kadar, Türk kültürünü korudular. Kendilerine Türk diyorlar ve Türk denilmesini de istiyorlardı. Çerkes Memlükleri de Türkçeye, Türk edebiyatına çok değer vermişlerdir. Mesela Çerkes Memlüklerinin ilk hükümdarı olan Meliküz-Zahir Berkuk’un rakipleri ile mücadele ettiği esnada dünyaya gelen oğluna Bolgak yani “Karışıklık” adını koymuştu. Bolgak da eski bir kelime olup Orkun kitabelerinde görülür. Erzurumlu Darir’in Siyerün – Nebi (Hazret-i Peygamber’in Hayatı) adlı eserini Sultan Berkuk’a takdim ettiğini biliyoruz.
Türk asıllı tarihçi el-Ayni Berkuk’tan sonra sultan olan el-Müeyyed Şeyh ile Bars Bay’a geceleri tarih kitabı okuyor ve okuduklarını sultanlara Türkçe açıklıyordu. Çünkü hükümdarlar öyle arzu ediyorlardı. 1421 yılında sultan olan Çerkes asıllı Tatarın Türkçe kitaplardan oluşan bir kütüphanesi vardı. Çünkü Sultan Seyfeddin Tatar Türkçe kitap okumaktan büyük zevk duyuyordu.
Yavuz Sultan Selim’in “Koca Çerkes” dediği Sultan Kanı Sav da (ölümü: 1516) Türk edebiyatını çok seven bir hükümdardı. Bu sultanın adı bugüne kadar her yerde “Kansu” veya “Kansuh” şeklinde okunmuştur. Bunlar Türkçe kanı sav’ı yanlış okumaktan ortaya çıkmış isimlerdir. Kanı sav, kanı temiz, kanı halis demektir. Sav g-v değişmesi ile “sag” kelimesinin aldığı şekildir.
Sağ kelimesi sağdan başka iyi, temiz, halis sağlam ve daha bazı manalara geliyordu (Divanu Lugati’t-Türk’ün dizinine bk. S.480). Alp Arslan ve Melik Şah devrinin büyük kumandanlarından Sav Tigin’in isminin de böyle izah edilmesi gerekir. Sav Tigin, özden prens, halis prens şeklinde bir mana taşımaktadır. (Sümer 1990: 5)
Kanı Sav’ın İranlı büyük şair Firdevsi’nin Şahnamesini Türkçe’ye çevirdiğini biliyoruz. Kendisinden önce ve sonra hiçbir Türk hükümdarı bu eseri Türkçe’ye döndürtmemiştir. O, katına gelen Türkiyeli ve Orta Asyalı şair, edip ve ilim adamlarına da yakın bir ilgi gösterip onları himaye ve hizmetine alıyordu. Kendisi de Türkçe şiirler söylüyordu. Halbuki, Selim’in Türkçe hususunda Kansuh gibi himmet gösterdiğini bilmiyoruz… Müverrih Hammer 24’lü Oğuz boy teşkilatının Mısır Memlüklerinde 24 bey olarak devam ettiğini söylüyorsa da böyle bir keyfiyet ancak XVI. Yüzyıl başlarında görülmektedir. Filhakika Kansuh-ul Gavri devrinde mukaddem beğlerin sayısı 24 idi. (Sümer 1972: 170, 210)
Faruk Sümer, Memlükler ve Türk Tarihi isimli araştırmasını şu sözlerle noktalar: “Çerkes Memlükleri de Türk kültürüne bağlı kaldıkları gibi onun gelişmesine de hizmet etmişlerdir. Bu sebeple onlara karşı saygı ve sevgi duymamak mümkün değildir. Esasen eski zamanlardan beri Türk toplulukları ile birlikte yaşamış olan Çerkesleri Türk ağacının bir dalı kabul etmek yerindedir.” (Sümer 1990: 6)
Mısır’da Türkçenin evreleri incelendiğinde:
- Asıl Memluk Kıpçakçası
- Kıpçakça-Oğuzca karışık bir diyalekt
- Anadolu Türkçesi,
Memluk Kıpçakçası, XV. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren tamamen Oğuzcalaşmış; Sultan Kayıtbay, Muhammed bin Kayıtbay, Kansu Gavri, Yaş Bek ve Nasır… Şiirlerini hep Anadolu Türkçesi ile yazmışlardır. Bunlardan başka Arapça ve Farsçadan da bir çok eser Anadolu Türkçesine tercüme edilmiştir.
Sultan Kayıtbay’a (1468-1495) ait dini bir şiir:
Ben bir derviş idüm, ehl-i münacat: Allah Allah!
Dilüm tesbih okur, işüm ibadet: Allah Allah!
Seccadem çignümde, aşam elümde: Allah, Allah!
Yani had yürürem sahib-i keramet: Allah Allah!
Bir ay yüzlü beni yoldan apardı: Allah Allah!
Ne din kodı bize ne had ibadet: Allah Allah!
Dilüm tefsir okur medreselerde: Allah Allah!
Kolum kadeh tutar, işüm harabat: Allah Allah!
Bıraguram hırkamı çagıruram: Allah Allah!
Kem gördi bu dünyada aşık selamet: Allah Allah!
Ya KAYITBAY tevbe kıl gönehlerinden: Allah Allah!
Meger Hak gele bize inayet: Allah Allah!
(Yavuz 2002: 23)
Faruk Sümer Hoca “Türkçe konusunda Selim’in himmet gösterdiğini bilmiyoruz” dese de
Yavuz’un meşhur
“Şirler pençe-i kahrımdan olurken lerzan,
Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek”
dizelerini bilmeyen yoktur.
Gavri’nin Anadolu Türkçesi’yle yazdığı şu şiirle okuyucuları baş başa bırakıp Tarihdeki devlerin şimdi Uçmak’da birbirleriyle sohbet ettiklerine iştirak etmek gerekir, diye düşünüyorum:
“Hakayık madenine kan Muhammed
Dekayık dürrine umman Muhammed
Yazuklu ümmetin şem’u çerağı
Delil ü hüccet ü burhan Muhammed
Günehkar ümmetün baht-ı sa’idi
Şefa’at tahtına sultan Muhammded
Senün hakkındadur levlake levlak
Sen oldun saye-i Sübhan Muhammed
Senünle tutdı revnak din ü dünya
Sen oldun şule-i iman Muhammed
Sen ol şehsin ki senün mu’cizatun
İdüpdür şak meh-i kaban Muhammed
Sahabiler kiramü’n-nas olupdur
Ebübekr-ü Ömer Osman Muhammed
Ali’dür birisi ol ibn-i ammun
Bular yoluna virür can Muhammed
Bularun ruhına yüz bin tahiyyat
Çalab’dan rahmet ü gufran Muhammed
Şeha GAVRİ’ye sen kıl şefaat
Ki sensin derdine derman Muhammed
Senün fazluna tutmışdur ümidi
Çün oldun rahmet-i Rahman Muhammed.”
(Yavuz 2002: 79-80)
KAYNAKLAR:
Beygua, V. (2000). Abhazya Tarihi (Çeviri: P. M. Tuna) as yayın, İstanbul.
Gökbel, A. (2000). Kıpçak Türkleri, Ötüken Yayınevi, İstanbul.
Kafesoğlu, İ. (1988).Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınları 5, Baskı. İstanbul.
Sümer, F. (1972). Oğuzlar (Türkmenler), 2. Baskı, DTCF Yayınları, Ankara.
Sümer, F. (1990). Memlükler ve Türk Tarihi. Türk Dünyası Tarih Dergisi, Ekim’90, s.5-6.
Yavuz, O. (2002). Kansu Gavri’nin Türkçe Divanı. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayınları: 2, Konya.