Mustafa TEZEL
75 yıl önce bugün, güneş henüz Güzel Kırım’ı aydınlatmaya başlamamışken, gecenin zifirî karanlığında, zâlim Stalin’in askerleri Kırım Türkleri’nin kapısına dayandı. Genç erkeklerin çoğu cephedeydi. Evlerde yalnızca yaşlılar, kadınlar ve çocuklar vardı. Kırım süvarilerinin –gür yeleleri rüzgârda savrulan atlarıyla– her baharda Moskova’ya sefere çıktıkları günlerin üzerinden iki asır bile geçmemişti ama, devran dönmüş, dünkü köle efendi koltuğuna kurulmuştu. Yaşmaklı Türk kadınları, kapılarına destursuzca dayanan bu dâvetsiz misafirlerin hangi sebeple geldiklerini sormaya fırsat dahi bulamadılar. Moskofun askerleri, merhametsiz bir ses tonuyla, “Hazırlanın. Gidiyorsunuz. Yalnızca 15 dakikanız var.” dediler. Nereye/niçin/nasıl gidecekleri meçhûldü… Kadınlar yavrularını kaparcasına kucakladılar. Yaşlılar birbirlerine dayandılar. Çoğunun, sırtına kalın bir giyecek ve hattâ yanlarına yiyecek-içecek bir şeyler dahi almaya fırsatları olmadı. Hayvan naklinde kullanılan vagonlara balık istifi “tıkıldılar”. Ve o vagonların kapısı 22 gün boyunca hiç açılmadı, tren hiç durmadı. Kırım Türkleri’nin tamamı, o uğursuz günde, 18 Mayıs 1944’te, binlerce yıllık vatanlarından sürülmüşlerdi.
Trenler Sibirya içlerine vardığında, yolcularının yarısı artık yaşamıyordu. Aç-susuz, kar yalayarak, ölülerini taban tahtalarının arasından demiryoluna bırakarak yaptıkları bu dehşetengiz yolculuk sonunda, savaştan önceki nüfusunun yarısı cepheye giden (–Ki, onların pek azı geri dönebildi. Yaklaşık iki milyon kayıp verilen meşhur Stalingrad savunmasında, ön cephede bulunanların çoğu Kırım ve Türkistan Türkleri idi.), kalan yarısı da sürgüne uğrayan Kırım Türkleri, böylece nüfuslarının dörtte üçünü kaybettiler. Hayatta kalanların âile bütünlüğü parçalandı. Çil yavrusu gibi oraya-buraya dağıtıldılar. Kindarlık ve gaddarlıklarıyla tanınan bir toplumun çocuğu olan ve –Hitler ile birlikte– dünyânın bugüne kadar gördüğü en zâlim/kıyıcı insanlardan birisi olan Gürcü Stalin, Rusların Türk korkusundan/nefretinden istifâde ederek, yüzyıllarca Moskofu haraca bağlayan Kırım Türklerinin soyunu kurutmak için bu sürgün plânını devreye sokmuştu.
Kırım Türkleri, Türklerin 20. asırda yetiştirdiği müstesnâ şahsiyetlerden birisi olan Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu önderliğinde yaklaşık yarım asır boyunca, Sovyet idâresinin acımasızca uyguladığı her türlü baskı, soykırım ve sindirme politikalarına inanılmaz bir yaşama azmiyle direndiler.
Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, ömrünün önemli bir kısmını zindanlarda geçirdi. Cüssesi küçük, fakat yüreği büyük bu nevi şahsına münhasır adamın ve ona destek veren ülküdaşlarının azmi, sonunda Moskofa galebe çaldı. Demirperdenin yıkılmasının akabinde, yarım asır sonra, Kırım Türkleri anavatanlarına dönme hakkını elde ettiler.
Kırım Türkleri, yaklaşık yarım asırlık ayrılıktan sonra, evlerini-yurtlarını yeniden düzene koyma çabasındayken, bu defa da sahneye Deli Petro’nun yolundan gitme hevesindeki Putin’i karşılarında buldular. Putin idâresindeki Rusya, Rus donanması için hayâtî öneme sâhip Kırım yarımadasını, dünyâ siyâsetindeki gelişmeleri idrâk etmekten âciz Batılıların gafletinden yararlanarak, çok acemice tezgâhlanmış bir işgâl plânıyla, bir oldu-bittiye getirerek, 2016 yılında yeniden işgâl ediverdi.
Kırım Türkleri şimdi yeniden vatanlarından ayrılmak zorunda bırakıldılar. Dışarıda olanlar yurtlarına giremiyor. İçeridekiler, sürekli bezdirme-sindirme amaçlı baskılara mâruz kalıyor. Direnenler hapsediliyor, sesini biraz fazla çıkaranlar fâili meçhûl cinâyetler ile ortadan kaldırılıyor. Kendi yurtlarında mal-mülk edinemiyorlar, tapulu mülklerini diledikleri kişiye serbestçe ve ederi üzerinden satamıyorlar. Okulları ve ibâdethâneleri kapalı. Dillerini konuşmaları, TV açmaları ve gazete çıkarmaları yasak. Seçme ve seçilme, siyâset yapma hakları ellerinden alınmış durumda. Vatanlarını terketmek ya da Ruslaşmak seçeneklerinden birisini kabûle zorlanıyorlar…
Türklüğün mâkus tâlihi devâm ediyor. Türkler Kırım’da, Irak’ta, Suriye’de, Paşaeli (Batı Trakya)’nde, Doğu Türkistan’da, Afganistan’da, yeri geldiğinde özgürlük havarisi kesilen günümüz dünyâsının gözleri önünde, açıkça, göstere göstere soykırıma tâbi tutuluyor.
Târih makas değiştiriyor; beş asırlık bir fasıladan sonra Doğu, Batı’dan her anlamda liderliği almaya hazırlanıyor. Ve, Doğu ile Batı’nın bu amansız bilek güreşinde, Avrasya’nın candamarı olan topraklarda, binlerce yıllık anavatanlarında Türkler varlık-yokluk mücâdelesi veriyor.
Türkler, üçüncü bin yılın ilk yüzyılında ayakta kalmayı başarabildikleri takdirde, yalnızca Batı-Doğu mücâdelesinde güç dengeleri değişmekle kalmayacak, muhtemelen insanlığın kaderi de değişecek; sömürüsüz bir dünyâ kurma idealinin gerçekleşme ihtimâli belirecek.
Kırım Türklerinin üççeyrek asırdan buyana bıkmadan-usanmadan, yılgınlığa düşmeden, ezânın-cefânın her türlüsüne katlanarak, şiddete bulaşmadan sürdükleri bu “asimetrik” mücâdele, Türklüğün geleceği için ümit veriyor. Bu yaman mücâdeledenin –artık ismi târihe altın harflerle kazınmış olan– lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ve O’nun –herbiri isimsiz birer kahraman olan– yol arkadaşlarının azim ve kararlılıkları karşısında tâzimle eğiliyoruz.