Muhafazakâr zümre adacıkları, değişimin ancak tekâmül sayılabilecek biçimlerine cevaz verebilecek bir “mümkünse değişmesin” tavrı içinde iken, muhafazakâr toplum tabanı, “bizi de adam yerine koyacak bir dünya mümkünse hemen kurulsun ve bunun için benim kendimi hiç değiştirmem gerekmesin” heveskârlığı içindedir. Muhafazakâr zümre adacıkları hakikaten mazbut bir hayat tarzına sahip iken muhafazakâr toplum tabanı, uzun horlanmışlıklarının acısını çıkarırcasına gösterişçi ve evrimcilere taş çıkartırcasına “yıkımına rekabetçidir”. Yoksulluktan yılgınlığını, saldırgan bir mal mülk tutkusu ile ödünlemekte fütursuz sayılabilecek bir gözü karalıktadır.
*****
Doç. Dr. Vehbi BAŞER[i]
Alaattin Diker Hoca yaptığım bir facebook paylaşımımı şöyle özetlemiş:
Vehbi Hoca, muhafazakârlık ve geleneksellik konusunda şu fikri savunuyor:
a) Muhafazakârlar, geleneğin toplumsallık açısından olumlu bir rol oynadığını düşünmektedirler;
b) Muhafazakârlar[ın] muhayyel kurum tasavvurları toplumsallığımızı tahrip etmektedir;
c) Muhafazakârlar, toplumu modern girdilerin zehirlediği avuntusu” içindedirler.
Ben de Alaattin Hoca’ya katkı sadedinde şunları söylemek istiyorum:
Muhafazakârlık tartışması, aslında sadece kendilerine muhafazakâr denilen veya onları böyle isimlendirenlerin hallerinin tartışılmasından ibaret olamaz. Bu bakımdan meseleyi daha geniş bir çerçeve içinde gündeme getirmeniz elbette isabetlidir. Türkiye’de 50’li yıllardan itibaren, zamanla dönüşüp yeni biçimlere ve duyarlılıklara göre farklı terimlerle adlandıran bir toplum tabanı bugün “muhafazakâr” olarak adlandırılıyor. O dönemlerden bu yana, envâi çeşit adlandırmalar belki biraz da kronoloji gözetilerek sıralanacak olursa maneviyatçı, mazbut, mutaassıp, spritualist, mukaddesatçı, akidesine bağlı, halkın ya da bu toprakların değerleri ile yoğrulmuş, bize ait mazhariyetlerden utanmak şöyle dursun onları ilahî bir vedîa sayan, dinine bağlı, Millî Görüşçü, İslamcı, Müslüman, dindar, mütedeyyin uğraklarından geçen bu kesim, nihayet AK Parti’nin kendisini “Muhafazakâr Demokrat” ilan etmesinin de etkisi altında, muhafazakâr nitelemesi kapsamında ele alınıyor. Bu terimin son zamanda geçirdiği bir kırılma ile, bir tür “Muhafazakâr-Milliyetçiliğe” evirildiğini de, gözden kaçırmamak gerekiyor.
Türkiye’de bu kelimenin kültürel, fikrî ve yaşambiçimsel gerçek anlamıyla muhafazakâr denmeye layık bir sosyal çevreye işaret edip etmediği sorulacak olursa, yukarıda işaret ettiğimiz sosyal taban ile de ilişkileri nispeten zayıf, bir hayli şehirli ve en azından üst-orta sınıf ve daha yüksek sosyo-ekonomik statüye sahip, buna ilaveten daha seçkin ve bir ölçüde entelektüel müktesebata sahip, birbirleri ile de doğrudan bağlantılı olmayan dar zümre adacıkları dışında, gerçekten muhafazakâr bir çoğunluk bulunmadığına hükmetmek gerekir. Bu zümre adacıklarını dolduranlar bilinçli bir sağ-siyaset tavrı içindedirler. Radikal dönüşümlere kuşkuyla yaklaşır, toplumun asıl şirazesini uzun bir mazinin damıttığı örf-töre-geleneğin korunmasında görürler. Dini çok kıymetli buldukları halde, dine sivri atıflarda bulunmaya mesafelidirler. Toplumu mümkünse “muhtelif sosyal renklerin, meşrep ve meşgaleler yelpazesinin mesut bir işbirliği ve dayanışması ve herkesin kendi işinde gücünde yaşaması” esasında tahayyül ve tasavvur etmeye mütemayildirler. Toplum ve kültürdeki değişmenin tahrip edici olmayacak bir makuliyet çerçevesinde gerçekleşebileceğine inanırlar. Geçmişle bağları mutlaka sürdürerek, ilerleme yerine kaçınılmaz olduğunu kabul ettikleri tekâmül perspektifini benimserler. Statükocu olarak suçlanmak pahasına, mevcut müesseseleri geliştirerek ıslah etmeyi tasvip ederler. Ağır başlıdırlar. Kitlelere ve kitlesel çalkantılara ürküntü ile yaklaşırlar.
Muhafazakârlığı bu kültürel ve fikrî duyarlılıklar temelinde değil de, harcıâlem siyasî çağrışımları ile kullanarak başlangıçta vurguladığım “geniş sosyal tabanın” yönelimleri biçiminde ele alacak olursak, karşımıza daha amorf ve “seçmeci yakınlıklarla” bir araya gelmiş bir duyarlılıklar potpurisi çıkar. Muhafazakâr zümre adacıkları geleneksel değil “geleneği önemseyen” bir tutum içindeyken, muhafazakâr toplum tabanı, gelenek yerine koyduğu görenek setlerine bir ölçüde bağnazca dahî denebilecek bir abartılı vurgu ile karakterize olur.
Muhafazakâr zümre adacıkları, değişimin ancak tekâmül sayılabilecek biçimlerine cevaz verebilecek bir “mümkünse değişmesin” tavrı içinde iken, muhafazakâr toplum tabanı, “bizi de adam yerine koyacak bir dünya mümkünse hemen kurulsun ve bunun için benim kendimi hiç değiştirmem gerekmesin” heveskârlığı içindedir. Muhafazakâr zümre adacıkları hakikaten mazbut bir hayat tarzına sahip iken muhafazakâr toplum tabanı, uzun horlanmışlıklarının acısını çıkarırcasına gösterişçi ve evrimcilere taş çıkartırcasına “yıkımına rekabetçidir”. Yoksulluktan yılgınlığını, saldırgan bir mal mülk tutkusu ile ödünlemekte fütursuz sayılabilecek bir gözü karalıktadır.
Muhafazakâr zümre adacıkları, dinî duyarlılıklara ahlaki faziletler temelinde, şahsiyet ve izzet temelinde, değerlere hürmetkârlık temelinde manevîleştirilmiş bir yüceltme ile yaklaşırken “muhafazakâr toplum tabanı” dini, akidesini bozmama, ibadet borçlarına riayet, atadan hocadan gördüklerini tavizsiz sürdürme ile iftihar, dini “emir ve yasaklara”, “yüce zatlara ve dinen mukaddes şeyler”e ritüalistik bir hürmet meselesi sayarlar.
Bu analizin eksik bıraktığı, görünürlüğü nispeten zayıf ama etkililik noktasında her iki muhafazakâr tavırdan daha belirleyici bir muhafazakâr çevre daha vardır ki o da eski eşraf kökeninden gelen ve özellikle AK Parti iktidar döneminde çeşit türlü cemaat ve tarikat yapıları içinde büyük saygınlığa sahip yeni burjuva sınıfının “zekâtını sadakasını fukarayı görüp gözetmeyi ihmal etmeyen kapitalizmi”nde tezahür etmektedir. Anadolu sermayesinin üzerinde yükselen, rüküş ama mutantan, umreli ve CIP’li, villalı ve haşemalı bu yeni burjuvazi, halktan insanların diliyle, halktan insanların hayal dahi edemeyeceği bir müreffeh zümreler oligarşisinin köşe taşlarını oluşturuyor.
Bunların muhafazakârlığı, kültürel değişmeyi zirzopluk olarak tiksintiyle karşılarken, kazanç, itibar, güç söz konusu olduğunda her şeyin fetvasını almaya pek düşkündür. Öte yandan “evrensel değerler” ile başı nâhoş bu grup, demokrasi, insan hakları gibi meselelere “külliyen gâvur icadı ifsatlar” gözüyle bakar. “Sosyal değişmeye direnirken”, toplumun travmatik dönüşümünde maksimal adımlar atmaktan kaçınmayacak gözü karalıkta bir muhafazakârlık sergiler.
———————————————-
Kaynak:
www.fikircografyasi.com/makale/muhafazakarligin-uc-sosyal-katmani
[i] Kocaeli Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyesi