Turgut GÜLER
Hukûkla aklın izdivâcı, her zamân saâdet getirmiyor. Çünkü aklı besleyen derelere o kadar çok çakıl taşı doldurulmuş ki, suyu hedefe ulaştırmak iyice müşkil hâle gelmiş. Önce, bu dere yataklarının temizlenmesi lâzım.
Kurtuluşumuzun temelinde, hukûk olgunluğu elbette var, ama ondan önce eğitimdeki düğümleri çözüp, milletin hak ettiği maârif sistemini kurup işletmek lâzım. Hukûkun, eğitim anarşisinden en ziyâde menfî tesir kapan bir tatbik gücü olduğunu, artık öğrenme vaktidir. Lâkin bu iş için de ağzımızda ve kalemimizde “dil”kalmadı.
Dilde sâdelik düşüncesi, bizim ufkumuzda henüz mânâ derinliği kazanamadı. Sebebine gelince, sâdelikle zenginliği bir arada tutamıyoruz. Zannediyoruz ki, sâde dil zengin olamaz, zengin dil de sâde. Kelimelere etimoloji şablonu geçirirsen, elbette elinde, avucunda söz nâmına sermâye kalmaz.
Fransızlar, İngilizler, Almanlar ana dillerine bizden daha mı az bağlılar? Hiç değil! Ama onlar aslâ dağarcıklarına dâhil olmuş kelimeleri irsî tasnîfe tâbi tutmuyorlar. Yalnız, öyle bir şey yapıyorlar ve uyguluyorlar ki, yeni dil unsuru, millî bir elbîse giyiyor. Yazılışları aynı, fakat telâffuzları çok farklı nice tâbir, bu terzi hünerinin derecesini gösteriyor.
Aynı durum, İslâmî dâirenin ortak medeniyet dillerinde de yaşanmış. Maydanozdan merdivene, gülden bülbüle, Osman’dan Ayşe’ye uzanan pek uzun bir kelime katarı, Türk hançeresine uydurulmak için, asırlarca haddehânemizde dövülmüş.
Şimdi, bütün bu tecrübe yekûnunu elimizin tersiyle itip, şânlı bir milleti kabîle dili çapına mahkûm ediyoruz. Zengin dil mîrâsını, sâdelik inâdına yok sayıyoruz.
Dünyâ’daki büyük işlek ve zengin dillerin hepsine bir bakın, istisnâsız imparatorluk bakıyesi diller olduğunu göreceksiniz. Türkçe de, çok köklü bir imparatorluk dili idi. Ne yazık ki, bugün redd-i mîrâs ile övünen, dil fukarâlığını meziyet ve fazîlet olarak takdîm eden bir garîb zihniyetin elinde, Türkçe son derece acınacak perâkende tezgâhına dönüştü.
Bir taraftan budama ameliyesi, diğer yandan moda salgını hâlinde yabancı kelime istilâsı, Türkçenin tâkatını kuruttu. İslâmî renk ve boya taşıyan kelimelere hâin muâmelesi yapılırken, Batı menşe’li harf kümelerinin, hiçbir rafine işlemine tâbi tutulmaksızın kullanılması, aslında Türkçe’yi yok etmeye çalışanların niyetini de açıkça ortaya koyuyor.
Dil yâresinin en iflâh olmaz sahîfeleri, maalesef resmî sıfatlarla açılıyor. Başta Millî Eğitim teşkilâtı olmak üzere, hemen bütün devlet kademeleri, Türkçe’nin dibini oyacak mesâî husûsunda âdetâ yarış hâlindeler.