Nilgün DAĞ
Marx haklı çıktı. Kehaneti tuttu ve insanlar aynîleştiler. Gelirde ve sosyal konumda eşitlenmedilerse de giyim tarzları, müzik zevkleri, film tercihleri… itibarıyla benzeştiler. Tutum, beğeni, anlayış ve davranış bakımından da neredeyse yakınlaştılar. Peki insanlık aynîleşen bu familyaya nasıl dahil oldu? Ve Türkiye özelinde bir sosyolojik soruşturma yapmak gerekirse bu hâl ne ile açıklanır?
Makro ölçekte bir tahlil yapıldığında, bu hâl küreselleşme ile izah bulur. Mikro bağlamda bir analiz ise, toplumların kültürel repertuarına ve sosyolojik belirteçlerine göre farklılık arz eder. Örneğin Türkiye’de hem konformist tavırları talep eden ve özendiren bir sosyoloji ve siyaset retoriği vardır hem de bu retoriğe kendisini meyletmiş ve teslim etmiş büyük bir insan kalabalığı mevcuttur. Konformizmin bu muazzam gücü, Türkiye’de uysallık ahlâkını pekiştiren, hak ve hakikatin boynunu büken bir marazdır ve ne yazık ki fikri hürriyetin temelini oluşturan “haysiyet” değerini aşındıran da bir virüstür. Ki, burası mühimdir!
Unutmayalım: Haysiyet, Kant’tan mülhem bir ifadeyle, insanın yalnızca insan olmaktan kaynaklı saygıdeğerliğine gönderme yapar. Bu yüzden insan, sevgide özgürdür; ama saygıda mecbur! Haysiyet cellatlığına ortak olmamamız, katkı sunmamamız ve haysiyet adında bir derdimiz olması temennisiyle…
Düz olmak…
Deveye sormuşlar: “Yokuşu mu seversin, inişi mi?”. “Düzün suyu mu çıktı?” demiş.Düz olmak, aslında bir Nasreddin Hoca felsefesidir. Halk dilinde anlayış ve davranışta detaydan kaçan, hatta tasarrufa yönelen, hiçbir meselede arkadan dolanmayan, bir[iler]inin bir şeyi olmaya çalışmayan insanlar için kullanılan bir tabirdir. Bu tip insanların kendilerine has referanslarla tahkim ettikleri bir doğru-yanlış çizelgeleri vardır. Netlik ve kesinlikte hayli disiplinlidirler. Sadeliğin konforunu yaşamayı severler. Zihinlerini kurgulardan, paranoid fikirlerden, ahlâkî ikilem ve açmazlardan uzak tutarlar. Olanı olduğu gibi görmek ve hadiseleri olduğu şekliyle karşılamak adeta şahsiyet beyanlarıdır…
Şu izaha bakınca düz olmakta, düz bakmakta, düz düşünmekte, düz yaşamakta bir beis yok gibi görünüyor. Oysa sorun şu ki; düz olmak, insanı ahlâkî ve estetik açıdan ilerletmez! Önünü tanımak, ardını bilmek ve yarını kestirmekle ilgilenmeyen bir insanın sadra şifa anlamlar üretmesi, kendini ve hayatını estetize etmesi daire-i imkân içinde değildir. Özürlerimle…