Turgut GÜLER
Bursa başta olmak üzere, “yeşil”e alem bilinen vatan köşelerimizde, asırlara meydân okuyan ulu çınarlar, târîhe yardım etmenin çok ötesinde, bizâtihi “târîh”sıfatıyla zamânı süzüyorlar.
Ağaçtan konuşmasını beklemek, ne derecede sâfiyâne görünse de, insan fıtratının mûcize ve esrâra meyli ortada iken, ağaç hâricinde daha yığınla “intak”personeli var.
Canlı, cansız bütün mahlûkât ve eşyâ, târîh yolculuğunda “şâhit vagonu”na oturmuş, söz sıralarını bekliyorlar. Ne var ki, bu bekleyişin müddetini de, maalesef insan tâyin ediyor. İnsanın merhametine terk olunmuş bu şâhitler, asırlık suskunluklarını bir bozabilseler; Dünyâ’nın çehresi değişir.
Sözün gelişi, “Yassıada”adını taşıyan mekân, kendisi üzerinden savrulan yalan çuvallarını saklamaktan gınâ getirdi. Sık tekrâr ettiğimiz temennî cümlesini Marmara sularına yöneltip:
“Yassıada’nın dili olsa da söylese…”
diye diye, yıllardır dilimizle berâber gönlümüz de yoruldu.
Bir memleketin, bahtını karartan fiske miktârı “Yassıada”hüznü varsa, başka hiçbir ayıp ve yüz karası vesîlesi aramayın. Neylersin, Türk insanının geçmişine de, geleceğine de kara elbîseler giydiren bir tek “Yassıada”bulunmuyor. Daha, sıraya girmiş bölük bölük hâile var.
Hamâsetin ucuzluğu, çoğu zamân trajiği saman altına gömüyor. Çınarların yaprak hışırtısı, esrârını hâlâ muhâfaza ediyor…
“Tâlim”ve “terbiye”tâbirlerinin, Millî Eğitim Bakanlığı’nın üst seviyedeki bir hey’et ve ünitesine isim olmalarının ötesinde, hiçbir vasfı ve mânâsı kalmadı. “Eğitim”ve “öğretim”diye başladığımız yolculuk, bizi bugün eğitimsiz, öğretimsiz bir noktaya getirdi.
Her işimizde olduğu gibi, maârif sistemine dâir mesâîde de, merkeze kolaycılığı ve sahteciliği koyduk. Şu ânda elimizde olduğunu zannettiğimiz okul, öğrenci, müfredât ve benzeri maârif sermâyesinin, içi boş bir mîrâsyedi kesesi hâline geldiğini, bilmeyen kalmadı. Fuzûlî, papağana konuşma tâlimi yaptırmaktan bahsederken:
“Eylesen tûtîye tâlim-i edâ-yı kelimât
Sözü insan olur ammâ, özü insan olmaz.”
diyordu. Peki, insanın sözü ile özünü, hangi yapıştırıcıyı kullanarak birleştireceksin? Günümüzün en mühim derdi, özden uzaklaşmış söz.
Bir vakitler, senetsiz bir cemiyetimiz vardı. Ticârî hayâtımızı, sâdece verilen sözleri dikkate alarak tedvîr ediyorduk. Şimdiki bin türlü senet ve çek sahtekârlığı, bu milletin bir asır önceki karakterine ne kadar yabancı!
Zanneder misiniz ki, Türk’ün bağrına saplanan hançer, yalnız bu mâlî kılıflı olandır? Ne gezer? Hangi sâhaya, hangi mevzûa dalsan, karşına aynı manzara çıkıyor.
Özümüzü kaybettik, sözümüz dikiş tutmuyor.
“Tâlim”den öğretim, “terbiye”den eğitim kuşları uçurduk, ama sînemizde târifsiz hüzünlerle baş başa kalan, muazzam bir boşluk ortaya çıktı.
“Söz ola, kese savaşı!”
diyen Yûnus’la:
“Sözüm odun gibi olsun, hakîkat olsun tek”
diyen Âkif, Fuzûlî’nin yanında dertleşiyorlar…