Mehmet MAKSUDOĞLU
BENİ BU GÜZEL HAVALAR MAHVETTİ diyordu Orhan Veli; öyle güzel bir havada âşık olduğunu, vakıftaki işinden de öyle güzel bir havada istifâ ettiğini söylüyordu.
Bizi de 16 yaşını henüz doldurmuş çocuk pâdişâh Abdülmecîd’i gizli görüşmelerle birtakım yenilikler yapmağa iknâ eden mason sadrâzam (okul kitaplarımızda hâlâ ‘büyük’ diye anlatılan) Mustafa Reşîd Paşa, târîhî çizgimizdeki en büyük sapmayı, 1839yılında, Tânzîmâtdenilen, Avrupa’ya teslîmiyet beyânnâmesini ilân ettirerek mahvetti … devâmı1856da İslâhâtdenilen, ikinci boyun eğme zavallılığıyla geldi; Avrupalıların baskısıyla, Yaradan’ın buyruğu olan, Müslümanın kâfire üstünlüğünün sembolü mahiyetindeki cizye vergisi kaldırıldı, gâvura gâvur demek yasak edildi. 1839 da disk kaymasına uğradık ve bu çarpık durum devâm ederek günümüze kadar geldi. Dahası, ‘bu durum iyidir, atılımdır’ diye kendimizi kandırma olayı süregeldi.
Cizye, başka vergilere benzemez. Kaynağı, dayanağı, Müslümanların, Gökten indiğine, Allah kelâmı olduğuna inandığı Kur’ân-ı Kerîmdir :
بسم الله الرحمن الرحيم
قَاتِلُوا الَّذِبن لا يُؤْمِنُونَ بِاللهِ وَ لا بِالْيَوْمِ الْآخِرِ وَ لا يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللهُ وَ رَسُولُهُ وَ لا يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ
وَ هُمْ صَاغِرُونَ.
Tevbe Sûresi (9) âyet : 29.
Kendilerine Kitab verilenlerden; Allah’a, Âhiret Günü’ne inanmayan, Allah’ın ve Rasûlü’nün harâm ettiği şeyleri harâm saymayan, Hak (olan İslâm) dînini kendine dîn edinmeyenkimselerle, küçülüp boyun eğerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.
Feth, bir ülkeyi İslâma açmak, orada Allah’ın emirlerini, islâmî değerleri hâkim kılmak demektir. Bu buyrukları Yeryüzünde hâkim kılan Müslüman da, yine buyruğa uyarak cizyealmaktadır.
Osmanlı’ya, Selçuklu Sultânı tarafından Söğüt, Domaniç bir de Sultân Öyüğü (Eskişehir) verilmişti; bu yerlerin dışındaki bütün Osmanlı ülkesi, Feth edilmiş, İslâm’a açılmış, İslâm değerleri, adâlet hâkim kılınmış beldelerdi. Bu bakımdan, Osmanlı ülkesinde, cizyeden vazgeçmek, cizyeyi ilga etmek, İslâm dâvâsından vazgeçmek demekti.
Kur’ân-ı Kerîm’de, Cizye ödeyen gâvurun, cizyeyi NASIL ÖDEYEYECEĞİ de emr olunmuşdur : küçülerek, boyun eğerek, elleriyle!
Cizye ödeyen gâvur, avucunda cizyeyi getirir, avucu yukarı bakar, cizyeyi alan Müslüman, elini yukarıdan getirerek zimmînin (Müslümanın himâyesindekinin, zimmetinde olanın) avucundan alırdı. Halbuki, tabiî olan, normal olan verme şeklinde, verenini eli yukarıda, alanın eli aşağıda olur!
Osmanlı Devleti’nde, millet nizâmı vardı; Müslümanlar dışındaki diğer dîn mensupları, inançlarında tamamen serbest bırakılmışlar, işleri, başlarındaki kendi dîn büyüklerine bırakılmıştı : Avrupa ve Amerika’nın günümüzde bile ulaşmak şöyle dursun, hayâl bile edemeyeceği bir medenî seviye sergilemiştik. Başka zaman, işlerinde farklılık olmayan gâvur, cizyeyi küçülerek öderdi.Müslüman olursa, cizye ödemez, nisaba mâlik ise, zekât öderdi.
Gâvur, Müslüman hakkında tanık bile olamazken, bu Avrupâîleşme, muâsırlaşma (Çağdaşlaşma) hengâmesinde, mahkemelerde hâkim bile oldu! Toplum, bizi ‘biz’ yapan özelliklerimizden soyutlana soyutlana, kimyadaki deyimle ; renksiz, tatsız, kokusuz bir hâle getirildi. Birkaç yıl önceki bir gazete yazısını hatırlıyorum, durumu çok güzel gösteriyor:
İki arkadaş konuşurken, lâf arasında, birisi, Ermeni olduğunu söylemiş. Türk, şaşırarak, elinde olmaksızın, düşünmeksizin, estağfirullah!demiş.
Kanun önünde her yurttaşın eşit haklara sâhip olması doğru … da, bilinçaltı, sosyolojik kimlik, ne derseniz deyin; Türk, arkadaşına Ermeniliği yakıştıramamış veya yadırgamış. Her neyse, üzerinde durulacak nokta o değil: ‘bizim’ gazeteci, bu olay üzerine şöyle döşeniyordu:
-Vay, sen nasıl estağfirullah! dersin; bu, ötekileştirmektir! vb ….
(öyle ya,Müslüman Türkle Hristiyan Ermeni AYNIDIR, aralarında hiçbir fark yokturçağdaş gazeteciye göre; kendisio çağdaş aşamaya erişmiştir: dünyâ görüşü, yaşama biçimi AYNI hâle gelmiştir: bu ‘çağdaş tip’, içki içer, oruç tutacak olursa açlıktan öleceğini sanır, 60 yıllık ömründe câmiye HİÇ girmediği için, câmide sigara içildiğini zanneder, eve ayakkabı ile girer, fethettiğimiz, Seferberlik’te elimizden çıkan ülkelerin -Avrupalılar öyle gösterdikleri için- sömürgelerimiz olduğunu zanneder, milletteki, “asker ocağı, Peygamber Ocağıdır” kanaatini reddeder, ezan sesinden rahatsız olur, domuz eti yemeyi mârifet bilir, bu ‘çağdaş tip’ten bâzıları, dilekte bulunurken, avuçlarını göğe açacağı yerde, ineğe tapanlar gibi, göğsü hizâsında birleştirir, kendini Yaradan’a, kendine hayat veren Allah’a tapmaz, namaz kılmaz, yoga yapar, yoga anlayışında, Allah’ın yarattığı milyonlarca yıldızdan biri olan güneşe tapmanın olduğunu bilmez, insanla hayvan arasındaki farkı gösteren nikâha değer vermez, zinâ’ya ‘düzeyli birliktelik’ der …) (Düzgün Ermeni yurttaşlarımız bile sex konusunda bu denli ‘çağdaş’ değildir!)
Yâni, kendimizden uzaklaşmakta epeyce yol aldığımızı, bu gazetecimizgösteriyor da, ‘tam olarak’ amorf hâle (henüz) gelmemiş olmamızın acısını o Türkten çıkarıyordu; ona göre, Türkün, kendisini, gâvurla aynı görmesi gerekiyordu!
Tanzîmât’la resmen başlayan gelişme, çağdaşlaşmanın geldiği/getirdiği DURUM budur!
Nerede YANLIŞ yaptık?sorusunun cevâbında milletçe anlaşıp gereğini yapmak hiç kolay değil. Çünkü, Kırılma Noktası’ndanberi devâm edegelen 200 yıla yakın zaman içinde, o yönde yetiştirilenler ve onların yetiştirdikleri, büyük ölçüde hâlâ statükoyu teşkîl ediyor. Çağdaşlaşma, devrim sloganlarıyla düşünme özürlü yetiştirildikleri, zihinlerinde örülen kabuğu kıramadıkları için, düşünmekten korkarlarve kendimize dönüş için atılan her adımı, bir gericilik hamlesi sayarlar, “tehlikenin farkında mısınız!” diye feryâd ederler.
24 Temmuz 2019