Turgut GÜLER
Gelibolu, Türk târîhinin, aslâ sarf-ı nazar edilemeyecek bir mühim kilometre taşıdır. Bâzı şehir ve kasabaların hâl-i hazırdaki görünüşü, târîhdeki büyüklüğünü aksettiremiyor. Edirne, İznik, Ahlat gibi yerler, bu konuda Gelibolu’ya arkadaşlık yapıyorlar.
Türkler, yayla karakterli bir yapıda olduklarından, deniz ve denizcilikle çok geç tanışmışlardır. Bunda, Anadolu’ya gelmeden önceki coğrafyalarımızın da büyük payı vardır. Üç tarafı denizlerle çevrili Anadolu, Malazgird Zaferi’nden sonra hemhâl olduğu Türkleri, pek çok şey gibi, denizle de tanıştırdı. Anadolu kıyılarındaki Alanya (Alâiye), Sinop, İzmir ve İzmit’le berâber İznik, Türk denizciliğinin ilk antrenman yerleri oldular. İznik, bu alışma ve alıştırma işini önce gölde, sonra da çok yakınındaki denizde yapma şansına sâhipdi.
Osmanlı hâkimiyetinin tesis edilmeye başladığı yıllarda, mistik bir atmosferde, Rûmeli’ne deniz üzerinden geçildi. Hakîkatle kerâmetin kol kola girdiği bu yeni kıt’a fethinde; hem ilk hedef, hem de Istanbul’un fetih müjdesi durumunda olan bir liman şehri vardı: Gelibolu…
Bursa gibi, Konya gibi, Gelibolu da rûhâniyetli bir şehirdir. İlk Osmanlı tersânesi burada kurulmuştur. Barbaros’un habercilerinden Kemâl Reis ile onun yakın akrabâsı olan meşhûr Pîrî Reis, Gelibolu doğumludurlar.
Gelibolu fâtihi Gâzî Süleyman Paşa, ebedî istirâhat yeri olarak da burayı seçmişti. Orhan Gâzî’nin bu fâtih ve denizci oğlu, annesi Nilüfer Hâtûn’un suda açan çiçeklerini, asırlardır Bolayır sırtlarından seyretmektedir.
Ölümünde, Süleyman Paşa’nın yanına gömülmeyi vasîyet eden Nâmık Kemâl de, Bolayır sâkinlerinden olmuştur. Nâmık Kemâl’in mezâr taşında;
“Ölürsem görmeden milletde ümmîd ettiğim feyzi,
Yazılsın seng-i kabrime, vatan mahzûn, ben mahzûn.”
mısrâları vardır. Gelibolu Mevlevîhânesi, bir zamânlar Galata ve Yenikapı ile birlikte anılıyordu…