İlahi olan ‘biz’i, biz ‘ilahi olan’ı nasıl görüyoruz? Onun biz insanlardan yapmamızı beklediklerini biz de O’ndan mı bekliyoruz? O’nun sonsuz kudret sahibi olduğunu vurgularken, acaba beklentilerimizin gerçekleşmesini garanti altına alan bir garantici gibi mi davranıyoruz? Olup biten bunca olay karşısında Tanrı’nın sessiz kaldığını söylemek ne kadar makuldür? Ve de sebebi olduğumuz acıların sonuçlarından Allah’ı sorumlu tutmak ne kadar doğrudur?
*****
Erol GÖKA[i]
Birçok kitap oluyor bu köşede sözünü ettiğim, hepsi birbirinden değerli. Bunlardan bazıları da var ki, ayrıca anlatmaya kıyamıyorsunuz, anlatsanız da olmuyor, esas kitabın yerini tutmuyor. Tüm köşeyi kitaba bırakmanın en iyisi olacağına hükmediyorsunuz. Burhanettin Tatar Hoca’nın “Din, İlim ve sanatta Hermenötik” (İSAM Yayınları, 2014) kitabı, benim için öyleydi mesela. “Kur’an’ı anlamak” yazımı tamamen bu fevkalade kitaptan oluşturmuştum).
Şaban Ali Düzgün Hoca’nın “Dini Anlama Kılavuzu” (Otto Yayınları, 2017) için de aynısını yapmak durumundayım. Aşağıdaki yazının tamamını bu kitabın “Acılarımız ve Tanrı’nın Sessizliği” makalesinden oluşturdum. Bu yazının yazarıyla konuşacağım, tartışacağım çok şey var ama makale, kendisine dışarıdan yapılacak tüm müdahaleleri reddedecek bir mükemmellikte. O halde kendimizi makaleden bölümler alarak oluşturulmuş bu yazıya bırakalım.
“Dini eleştirenler ve hatta afyon olarak tanımlayanlar, dinin acıları ortadan kaldırmak yerine bireyi acıyla başa çıksın diye eğittiğini söylerler. Dinin, acıyla başa çıkabilmesi için bireyleri eğittiği doğrudur. Ahiret inancının ve dünyanın bir imtihan yeri olduğu vurgusunun acıyı dindirmede rol oynadığı da doğrudur. Ama bu inanç, acıların sebeplerini ortadan kaldırma yönünde dindarların bir irade geliştirmesine engel değildir…
Prof.Dr. Şaban Ali Düzgün
İlahi olan ‘biz’i, biz ‘ilahi olan’ı nasıl görüyoruz? Onun biz insanlardan yapmamızı beklediklerini biz de O’ndan mı bekliyoruz? O’nun sonsuz kudret sahibi olduğunu vurgularken, acaba beklentilerimizin gerçekleşmesini garanti altına alan bir garantici gibi mi davranıyoruz? Olup biten bunca olay karşısında Tanrı’nın sessiz kaldığını söylemek ne kadar makuldür? Ve de sebebi olduğumuz acıların sonuçlarından Allah’ı sorumlu tutmak ne kadar doğrudur?
Tanrı sessiz değil, bunu biliyoruz… ‘Zaten size anlatıldı’ anlamında bir sessizlik (bu). Tanrı’nın bazı şeyler karşısında sessiz kalması, O’nun olup bitenden haberdar olmadığı anlamına gelmez. Bazı işlerin, çocukları tarafından yapılmasını isteyen ana baba gibi, Tanrı bazı talepler karşısında sessiz kalır. İstenilenin talep eden tarafından yapılmasını ister. Kim her şeyin sürekli kendisine danışılarak yapılmasını ister ki? Biraz inisiyatif alın, kendinizi gösterin sessizliğidir bu. Yetişkin dilini bilmeyen, yetişkinler dünyasının fertleri! Yetişkinler ama bir çocuk refleksiyle her şeyi Allah’tan dileyenler… Allah’ın kendilerinden dilediklerini hiç hatırlamayanlar…
Durduğum yerden Tanrı görünmüyor olabilir, durduğum yerden dünyanın düz görünmesi kadar aceleci ve saçma bir yargıdır bu… Tanrı’nın insana mesafeli yahut sessiz ya da yok olduğu yargısı, bir görüngü. Bir noktadan baktığında öyle görünüyor ve hissediliyor ama öyle değil.
Bir soralım: Tanrı, Eyüp’ün acılarına kayıtsız ve sessiz miydi? Eyüp’e öyle göründüğü kesin. Hz. Muhammed, terk edildiğini düşündüğünde gerçekten terk edilmiş miydi? Terk edildiğini düşündüğü kesin. Ama Allah’ın onu terk etmediğini söylemesi de bir o kadar kesin: ‘Rabbin seni terk etmedi’ (Duha/3).
Peki, geçmişte konuşan Tanrı, bugün neden sessiz? Dört duvarı (Kâbe’yi) Ebrehe’nin ordusundan koruyan Allah, enkazın altında can veren binlerce çocuğu ve masumu neden korumuyor? Bu insanların o dört duvar kadar kıymeti yok mu? sorusuna ne cevap vereceğiz?
İnsanlara merhametli olmamız, Tanrı’nın merhametinin bir eseridir. Enkaz altında kalan bir çocuğa karşı hissettiklerimiz, Tanrı’nın dünyada olup bitene kayıtsız kalmadığının en büyük göstergesidir… Enkaz altında kalan birine yardım etme irademiz harekete geçtiği an, Tanrı’nın olaya müdahale ettiği andır… ‘Allah’ın kulu, Allah’ın koludur’ veciz sözü, tam da bu durumu özetlemektedir. Aslında Tanrı’ya iman/güven duyma, Tanrı’nın yaşamımıza sessizce giriş anıdır. Sessizdir ama son derece etkin…
Aynı özelliğe sahip olan su, neden susuzluğumuzun en ileri seviyeye vardığı bir anda daha kandırıcıdır? Neden hiçbir zaman sahip olduklarımla yetinmem de her zaman fazlası için yanar tutuşurum? Neden bir şeyin yokluğu ve hatta ıstırabın kendisi insan karakterini güçlendirir de refah/bolluk tam tersini yaratır?
İnsan şah damarından yakın olduğunu söyleyen Allah’ın, ‘insan durumlarına’ neden sessiz kaldığını bu açıdan değerlendirmek gerekir. Unutmamak gerekir ki ‘Tanrı’nın sessizliği öyle hissedilen bir şeydir, öyle olan bir şey değil’. Olan bir şeye yüklenen anlam, insanı yeni bir amaç için harekete geçirmektedir. Hayatın anlamı, onda gerçekleştirilmek istenen amaçların toplamıyla ortaya çıkar. Sıfır anlam, sıfır amaç demektir.”
Bayramınız mübarek olsun.
———————————————
Kaynak:
https://www.yenisafak.com/yazarlar/erolgoka/dini-anlama-kilavuzu-2052365
——————————–
[i] Prof.Dr. Erol GÖKA, 1959 yılında Denizli’de doğdu. Orta öğrenimini “parasız yatılı” olarak Aydın’da tamamladı. 1983’te “Tıp Doktoru” oldu. 1989 yılında “Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı” oldu. İzmir’de tamamladığı askerlik görevinin ardından 1992 yılında “Doçent” olmaya hak kazandı. Ankara Numune Eğitimi ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği Eğitim ve İdari Sorumlusu olarak görevine devam etmektedir.
Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir.1991 yılında altı yıl süren bir eğitim faaliyetini tamamlayarak Uberlingen Moreno Enstitüsü’nün onayladığı “Psikodrama Asistanı” belgesini almaya hak kazanmış, “Psikodrama Terapisti” olmak için gerekli olan teorik ve uygulamaya dönük çalışmaları yerine getirmiştir. Türkiye Günlüğü ve Türkiye Klinikleri Psikiyatri dergilerinin yayın; birçok tıp ve beşeri bilimler alanındaki derginin danışma kurullarında bulunmaktadır. Çok sayıda bilimsel çalışmanın içinde yer almış, bilimsel makale üretmiştir.
“Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı Yılın Fikir Adamı Ödülü’ne layık görülen Erol Göka’ya, 2008 yılında da Türk Ocakları Ziya Gökalp İlim ve Teşvik Ödülü verilmiştir. Sosyal psikiyatri ve psikoterapiler alanında çalışmaları sürdürüyor.