Halil ATILGAN
İsveçli Palm ile yaptığım öldürücü maç bittikten sonra, kampa döndüm. Banyo yaptıktan sonra rahat bir uyku çektim.
Uykumu almış yorgunluğumu atmıştım. Final maçları için güreşlerin yapıldığı tarihi binaya gidiyorduk. Otomobilde Hasan Güngör, Celal Atik vardı. Celal Atik benimle konuşmasa da, yakınlık gösteriyor konuşmak için fırsat kolluyordu. Hatta ”İsmet şampiyon olursa beni takmayacakmış” gibi sözler etti. Ben cevap vermedim.
Ben, finale rakiplerimi sayı ile yenerek geldim. Tahti bütün rakiplerini tuşla yenmiş, final maçına sıfır kötü puanla gelmişti. Ama aradaki farkı göz ardı etmemek gerekirdi. Ben şampiyonada favori güreşçilerle karşılaştım. Tahti ise zayıf güreşçilerle karşılaştı. Onun için de tüm rakiplerini tuşla yendi.
Bu arada FİLA başkanı Fransız Kulon ile As Başkan Vehbi Emre arasında şöyle bir konuşma geçmiş:
Mösyö Kulon:
– Takım olarak iyi gidiyorsunuz. Burada da ikinciliği garantilediniz.
Vehbi Emre:
– Neden birinci olmuyoruz ki.
Mösyö Kulon:
– Bundan sonrası da var.
Vehbi Emre:
– İsmet Tahti’yi yenecektir.
Mösyö Kulon gülerek:
– Bir şampanyasına var mısın?
Vehbi Emre:
– Tabi varım…
Çok heyecanlıydım. Bu konuşmalar da kulağıma gelince heyecanım bir kat daha arttı. Sanki harbe gidiyordum.
İsmet ATLI
İranlı Tahti ve İsmet Atlı 1960 Roma Olimpiyatları
Tahti ile yapacağım maçı düşünüyor, yenileceğimi, yeneceğimi aklıma getirmiyor, maçtaki uygulayacağım taktiği plânlıyordum.
Saat 23 00 idi. Tahti ile ben mindere çıktık. Hakem kontrolünden geçtik, ortaya yakın yerde karşı karşıyayız. Tahti’yi son bir kez daha süzdüm. İçimden, bu adam beni yenemez dedim. Mindere çıkmamızla ortalık suspus oldu. Sinek uçsa duyulacak. Alkıştan ziyade salonda korkunç bir uğultu var. Sanırım herkes maçın kritiğini yapıyor. Seyircilerin çoğu Avrupa’dan gelen İranlılar. Türk seyircilerin sayısı da az değil.
Büyük tarihi bina içine kurulan iki ringden birindeyiz. Her yer ışıklandırılmış, pırıl pırıl parlıyor. Yüksek duvarlar, dayalı tribünler, ringin karşısında asma bir kat. Orada her iki minderi gören FİLA üyeleri. Sol baştaki duvarda, hakemlerin, güreşçilerin maç zamanını takip edebilmesi için kocaman bir saat. Akrep ve yelkovanı kolumun uzunluğu kadar var.
Hakem düdüğünü çaldı. Hemen vaziyet aldık. Ben iyice eğilmiştim. Bu, Tahti’ye uyguladığım özel bir taktikti. Diğer güreşlerimde bu kadar eğilmez, minderin kenarına yakın durmaz, rakibimin karşısına dikilir, dalmasını bekler, dimdik güreşe girer, göğüs göğse mücadele yapardım.
O giriyor, ben giriyorum. Ayrılıp tekrar kapışıyorduk. Öyle hızlı, dikkatli, çalışıyorduk ki buna can dayanmazdı. Tahti daldı, ben de boyunduruğu çektim. Öylece minderin dışına yıkıldık. İkimiz de hızla ortaya yürüdük. Parçalarcasına bir mücadele başladı. Minderden dışarı çıkarken hep yıkılıyorduk. İşin garibi ben üste düşüyordum. Hâlbuki iki yıl önce Tahran’da minder kenarında ben altta, Tahti üstte idi.
Tahti finale dinç girmişti. Onun için müthiş saldırıyor, sanki minder yırtılacak. Kendinden çok emin. Minderin kenarından kalkarken Celal Atik Hoca “Bu gün bu adamı istersen tuşla yenersin” diye bağırıyordu. Bu sözle beni uyardığını düşündüm.
İranlı seyircilerin kendilerinden emin alkışları, Türklerin beni galeyana getirmek için çabaları birbirine karışıyor, biz de Tahti ile süratle kapışıyorduk. İş kuvvete bindi. Bütün gücümüzle mücadele ediyor, imha sistemi uyguluyorduk. Tahti dalarken ben de koltuk altından kaldırmış, göğüs göğse girmiştik. İkimiz de aksi yönlere yükleniyorduk. Birimiz yere düşecekti. Yine minderin dışına yıkıldık. Düşmemizle kalkmamız bir oldu. İkimizde öfkeli. Minderin ortasına yürüdük. Orta çizgide güreşe başlamak için bekliyorduk. Hakem düdüğünü çaldı. Öfkeli koçlar gibi birbirimize girdik. Tahti minderin ortasında altıma yıkıldı. Emekleyerek kaçmaya çalışıyordu ki, mindere yapıştırdım. Bu defa da dışarıya kaçmak istedi. Hâlbuki Tahti’nin o zamana kadar alta düştüğü görülmemişti. Hem de ilk dakikalarda.
İsmet Atlı ve İranlı Tahti
İranlı Tahti’nin güreş tekniğinden de kısaca bahsetmek istiyorum. Tahti boğuşur gibi güreşir. Uzun kollarını bacaklardan dolar, ahtapot gibi çeker, altına alır, kalın bacaklarıyla sarmayı takar, altındakini açar, ondan sonra da burgu ile tuşa getirirdi.
O dönemde güreşten kaçmak mubah sayılırdı. Hâlbuki Tahti, üç dakika içinde minderdeki beyaz yuvarlağın dışına çıkmadan, göğsünü yere vermeden oturur, zamanı doldurur, sonra da uzun uzun alkışlanırdı. Bu sefer evdeki hesap çarşıya uymadı. Tahti, altımdan kalkamayınca sürüne sürüne dışarı kaçmaya başladı. Ben de puanımı aldım.
Hakem ayağa kaldırdı. Yeniden kapıştık. Bir buçuk dakika sonra ilk altı dakikalık devre bitti. Hakemin düdüğü ile ayrıldık. Bir dakikalık ara dinlenmesi için yerlerimize çekildik. Görevliler beni serinletiyor, terimi kurutmaya çalışıyorlardı.
Bu bir dakikalık sürede ikinci devre için taktiklerimi düşündüm. Kura çekildiğinde üçer dakikalık yer devresinde alta düşmeyi istiyordum. Yerde iyice dinlenecek, üç dakikayı puan vermeden kapatacak, ayağa kalkınca da bütün gücümle rakibime saldıracaktım. İkinci devre için taktiğim bu idi.
Bir dakikalık zaman doldu, ikinci devre başladı. Hakem ortaya çağırdı. Kura çekildi. Aksilik bu ya, ben üstte Tahti altta. Hakemin düdüğüyle Tahti’ye yüklendim. Sarma takmadığım gibi çırpma, künde gibi oyunlar ile güçlü rakibimi taşıyıp enerjimi bitirmek de istemiyordum. Hep kollarına yükleniyor, çeke çeke dağıtmaya çalışıyordum. Benim kolum yorulduğunda onun da kollarının biteceğini biliyordum. Böyle çalıştığım için Tahti altımda bozuluyor, dağılıyor, sürünerek minderden dışarı çıkıyordu. Bu durum üç defa gerçekleşti. Her defasında hakem Tahti’yi getirdi altıma yatırdı. Daha önce söylediğimiz gibi, bu büyük güreşçiyi oturduğunda yerden kaldırıp minderin dışına çıkarmak mümkün değildi. O oturuşunu bozmadan 3 dakikayı doldurur, yerinden kimse bir santim oynatamazdı.
Üç dakika dolmuştu. Bu defa hakemler beni alta verdiler.
Tahti’nin en büyük oyunu uzun bacakları ile sarma takıp, soldan taktığı sarma ile altındakinin sağ omzuna yüklenir, dağıttıktan sonra sol kolunu rakibin sol koluna burgu takarak kısa zamanda tuşlardı. Ben Tahti’nin bu oyununu bildiğim için sol yanımdan sarma vermiyor, toplu oturuyor, üzerimdeki müthiş yükü küçük kıpırdanmalarla büyük güç sarf ederek yok etmeye çalışıyordum. Bazen de puan vermemek için minderin dışına çıkıyor, üç dakikayı böylece kapatmak istiyordum.
Ayakta güreşirken aldığım bir puanım vardı. Ama üçer dakikalık güreş ikimiz için de puansız bitti. Güreş böyle biterse ben müsabakayı kazanıyor, olimpiyat şampiyonu oluyordum. Son üç dakikalık güreşe hakemin düdüğü ile başladık. İkimizde kıyasa saldırıyorduk. Tahti, yüksek maneviyatlı güreşçi, birçok şampiyonalarda olduğu gibi bu şampiyonada da bana gelinceye kadar bütün rakiplerini üç dört dakikada yenmiş, hatta bir buçuk dakikada tuşla kazandığı da olmuştu. Ama güreşe başlayalı 12 dakika olmuş, Tahti hâlâ güreşiyor, rakibine karşı kıyasıya mücadele veriyordu.
Tahti ile tarihi güreşte ülkemin insanlarını düşündüm. Bulgaristan’da yamaklı pantolonlarla beni ziyarete gelen Türk asıllı Bulgarları hatırladım. Toroslar’ı bölerek Çukurova’yı sulayan Seyhan, Ceyhan geldi aklıma. Kastamonulu Davulcu Karayılan’ın meççiği kaldırmasıyla başladığım güreşler geçti gözümün önünden. Sivas’ın Sicimoğlu, Maraş’ın Göksun güreş havası çınladı kulaklarımda. Dut ağacının yapraklarına düşen arı duru yağmur damlacıkları kadar tertemiz duygular doldurdu içimi.
Bir sabah çifte giderken Gökülü Emminin söylediği senir havası doldu yüreklerime. Gözlerimde hasret, bileklerimde asil gücüm haykırdı. Sabahın erken saatinde “dan”davulu ile başlayan köy düğünlerini hatırladım. Çukurova bozlaklarıyla kulağımın pası açıldı. Süslü Hasanın ağıtı, Topuz Eşe’nin dörtlükleri boğazımda düğüm düğüm.
Sarı Zeybekle Kolbaşı’nın Kır Atı şahlandı. Yörük Ali Efe, Çakırcalı, Kerimoğlu, Debreli Hasan, Hekimoğlu, Bayram Aracı, Muzaffer Sarısözen Ankaralı seğmenler el ele, kol kola düşmüşler yollara. Şafak vakti sunayı uyandırmadan koro halinde bağırmaya başladılar.
Aman bir de ne göreyim bizim eski ustalar, peşrev çekiyorlar. Kurtdereli Mehmet Pehlivan, Koca Yusuf, Çoban Mehmet, Mersinli Ahmet, Yaşar Erkan, Zanapalı Hanifi, Yusuf Aslan hepsi orada. Bana moral veriyorlar. Zanapalı Hanifi aralarından sıyrıldı. “İsmet’in şampiyonluğunu Çukurova’nın üçayak halayını çekerek kutlayalım” dedi.
Aman yarabbi burası Roma, Çukurova değil ki. Burada kim anlar Çukurova’nın üçayağını beş ayağını. Olmaz arkadaşlar burası Roma diyecek oldum. At gemi azıya almış, İsmet Atlı’yı kim dinler.
Davulda Adanalı Cebbar, zurna da Arap Nazmi. Koygun bir üçayak tutturdular. Zanapalı Hanifi başta. İpek mendil elinde, benim gözlerim dolu dolu. Zanapalı Hanifi’ye atalım attılar. Ustam Zanapalı eli kulağa attı. Ağzını da poyraza verdi. “Kız senin adın da Fadime mi Fatma mı” diye başladı.
Gel de dayan dayanabilirsen. Buna yürek mi dayanır özek mi. Hele ki İsmet’in özeği hiç dayanmaz. Zanapalı bir dörtlük okudu. Tekrar Çukurova üçayağına dönmeye başladılar.
Ustam Zanapalı, “İsmet, bu halaylar, türküler, bozlaklar hep senin için. Emeklerini zayi etmeyesin. Tahti’yi vur yere, bitir onu. Haydi yiğidim. Çukurovalım. Aslanım haydi”.
Kurtdereli de arkamı sıvazladı. “Alacaksın yiğidim. Tahti’nin tacını tahtını devireceksin, İran’ı yasa boğacaksın.”
Yunus bir taraftan, Karacaoğlan bir taraftan heykirmeye başladı. Dadaloğlu’nun kahrı hele hiç çekilmiyordu. Dadaloğlu verdi temrenli mızrağı elime. “Haydi, İsmet davran diye bağırıyordu. Devir Tahti’yi. Yasa boğ Acem ülkesini. Devir Şah Rıza Pehlevi’nin sırtı yere gelmemiş pehlivanını. Yasa boğulsun İran ülkesi, Acem ülkesi. Bak Köroğlu’da seninle beraber. Hiç eksiğin yok. Ayvaz da ata binmiş geliyor. Elinde kılıç. Davlumbazlar dövülüyor. Toylar kurulmuş. Daha ne bekliyorsun. Haydi, vur mızrağını Tahti’ye.”
Bizimkiler bütün gücüyle beni alkışlıyor. Ülkemin taşı, toprağı, bayrağı, kızı kızanı, ozanı, efesi kısaca herkes benimle beraber minderde. Tahti ile güreşimin sonucunu bekliyorlar. Hep bir ağızdan: “Yüreğimiz seninle. Davran İsmet davran. Yolun açık, gazan mübarek olsun”diye bağırıyorlar.
Ey ulular, yüceler, ant olsun, yemin olsun. Tahti’yi tahtından indireceğim. Söz veriyorum indireceğim.
Maçın sonuna doğru Tahti yenildiğine inanmaya başladı. Üstelik bir de puan kaybetmişti. Bu düşünceler onu biraz daha hırçınlaştırdı. Azgın bir boğa gibi saldırıyor, kuduz köpekler gibi ağzından salyalar akıyordu. Ben süratle güreşi devam ettiriyor, kötü puan almadan bitirmek için bütün gücümle çalışıyor, son gücümü sarf ediyordum. Güreşe başladığımız andan bu yana mücadele aynı tempo ile devam ediyordu.
Ben aldığım maçı kaybetmemek için fazla güç sarf ederken, Tahti kaybettiği puanların acısıyla daha hırçınlaşmış, azalmış olan gücüyle intihar hücumları yapıyordu.
Yan duvardaki saat maç başlayınca çalıştırılıyor, seyirciler gibi müsabıklar da saate bakıp maçını ona göre ayarlıyordu. Tahti ile kıyasıya mücadele ederken gözüm saate takıldı. Baktım maçın bitmesine iki dakika var.
Aman Allah’ım iki dakikalık süre bir türlü bitmek bilmiyor. Ha bitti ha bitecek derken Tahti, daha da hırçınlaştı. Mağlup olacağını iyice anladığından son hücumlarıyla durumu değiştirmek istiyordu. Eğer biraz üstünlük göstermiş olsa, ünlü güreşçiye hayranlık duyan hakemler bana ihtarı çekeceklerdi.
Tahti de, ben de bu durumu çok iyi biliyorduk. Böyle maçlarda ünlü güreşçinin terazisinin kefesi ağır basar. Hakemler ünlü güreşçiden yana olur. İşte Tahti bunu bildiğinden daha da saldırganlaştı. Mücadele dişe diş devam ediyordu. İkimizde bittik tükendik. Buna rağmen yeni başlamış gibi dalışlar yapıyorduk.
Güreşin bitmesine daha bir dakika var. Artık acı sona her saniye biraz daha yaklaşıyorduk. Saniyeler bir yıl gibi. Ömrümün bitmek tükenmek bilmeyen saniyeleri, saatin tik tak sesleri yüreğimin atışına eşitti. Benim için de tehlike çanları çalmaya başladı. Çünkü hakemler her an bana bir ihtar verebilir. Hatta orta hakem şöyle bir sağa sola baktı. Yan hakemlerden bir işaret alsa ihtarı çekecekti.
Tahti dalarken ben de göğüsledim. Çırpmayı bastırdım. Yana doğru çırparak yarım köprüye getirdim. Böylece ihtar almadığım gibi iki de puan aldım. Belki orda tuşa gider güreşi bitirebilirdim. Fakat bitmiş güreşi maceraya sokmak istemedim. Tahti her an beni bir oyuna getirebilir, ünlü oyunlarını uygular, kazandığım maçı tuşla kaybedebilirim diye düşündüm.
Altımdaki yorgun güreşçiyi biraz gevşetince süratle ağız aşağı dönerek tekrar saldırmak istedi. Biraz dizleyip ileri doğru kaydıktan sonra tam ayağa kalkmıştık ki, ben arkadan yakaladım. Bütün gücümle sıktım. Sol bacağımla da Tahti’nin sol bacağına bağdayı takarak yan üstü devirdim. Tahti ayağa kalkamayacağını anlayınca bu defa sol tabanını yere, sağ dizini de mindere dayayarak kalkmak istedi. Ben, Tahti’nin bu hareketini engellemedim. Böyle durumlarda kendime sonsuz güvenim vardı. Kim olsa mindere çakardı. Gene Tahti’yi yere uzatıverdim. Büyük güreşçi Tahti bununla beraber bir sağdan, bir daha sağdan gayretle altımdan kalkmış tam saldırmak üzereyken “dan!”diye gonk vurdu.
Alkışlar, tezahüratlar birbirine karıştı. Çünkü İsmet Atlı dünya olimpiyat şampiyonu olmuş yenilmezleri yenmişti. Alkış alkış… Alkışlar… Alkışlar çınlatıyordu salonu. Bense soğukkanlılığımı koruyor minderin ortasında hakemin elimi kaldırmasını bekliyordum.
HAKEM ELİMİ KALDIRDI… İKİ GÖZÜM İKİ ÇEŞME. SALON TÜRKİYE, TÜRKİYE, TÜRKİYE SESLERİYLE İNLİYOR. Benim gözümden yaşlar murt gibi dökülüyor. Ben de Türkiye, Türkiye, Türkiye diye bağırmaya başladım. İŞTE O. TÜRKİYE SESLERİ BENİ ŞAMPİYON YAPTI. ANKARA KALESİNİN BURCUNA BAYRAĞI DİKTİK. SONUÇ: TAHTİ YENİLDİĞİ İÇİN İRAN ÜÇ GÜN ULUSAL YAS İLAN ETTİ. TAHTİ HEYKELLERİNİN ÜSTÜ SİYAH ÖRTÜLERLE KAPATILDI. EFSANE PEHLİVAN TAHTİ, TÜRKİYE, TÜRKİYE, TÜRKİYE SESLERİYLE KARANLIKLARA GÖMÜLDÜ…
DİPNOT
[1]Yazı: İşte O pehlivan İsmet Atlı’dır adlı kitabımdan alınmıştır. İsmet Atlı: 1960 yılında Roma Olimpiyatlarında dünyanın en ünlü güreşçilerinden İranlı Tahti’yi yenerek Dünya Olimpiyat Şampiyonu olmuştur. Makale o şampiyonayı anlatmaktadır.