PISA sınavlarındaki üzücü halimiz malum. Okuduğumuz Türkçe metni anlayıp tahlil etmede zorlanıyoruz! Biz yazarlar aldığımız olumlu ve olumsuz tepkilerden görüyoruz ki, bazıları yazdığımızı anlamamış, anlamadan hüküm vermiş…
Böyle olunca “anlayarak” davranmak yerine, bir gruba, tarikata, örgüte, partiye bağlanarak, bir ünlünün peşine takılarak davranmak çok yaygın oluyor. Siyasi kutuplaşma bu bağları keskinleştirerek eleştirel analitik düşüncenin gelişmesine pek de müsait olmayan bir iklim yaratıyor. Bugün böyle dün de böyleydi.
*****
Taha AKYOL
Eğitim ve üniversite Türkiye’nin geleceği için en önemli iki alan ve en büyük alarm da bu iki alanda ortaya çıkıyor.
Beka meselesi mi, işte budur.
Eğitimde, üniversitede, Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge) çalışmalarında yeterince başarılı olamayınca, ekonomide büyük hedeflerden bahsetmek hamasetten öteye geçemiyor.
2011 yılında açıklanan “2023 Hedefleri”nin ancak yarısına ulaşabileceğiz, bu başarısızlığın sebeplerinden birincisi, eğitimin o hedefleri gerçekleştirecek nitelikte işgücü yetiştiremiyor olmasıdır.
ÜNİVERİSİTELERİMİZ NEREDE?
Son olarak CWUR (Center for World University Rankings) adlı kuruluşun üniversiteler sıralaması yayınlandı. Bizim birinci üniversitemiz, CWUR’da 582. sırada yer alıyor, dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasında bizden bir üniversite yok. En iyi 1000 üniversite denildiğinde bizden 10 üniversite var. Bir önceki yıl bu sayı 13’tü; kalıcı bir gerileme işareti değildir inşallah.
Başka bir ölçüm kurumu THE (Time Higher Education) adlı kuruluştur. THE sıralamalarında biraz yukarılardayız ama yine de iç açıcı bir durumda değiliz.
YÖK Başkanı Prof. Yekta Saraç, vakıf üniversitelerine, gelirlerinin yüzde en az 1’ini Ar-Ge harcamalarına ayırmaları kuralını getiriyor. Saraç üniversite sınavlarında kaliteyi yükseltecek, öncelikli dallarda doktora çalışmalarını destekleyecek uygulamalar başlattı.
Devlet üniversitelerinin durumu daha iyi olmadı gibi, sorun çok daha geneldir.
KALİTEDE GERİLEME VAR
World Economic Forum (WEF) her yıl “Küresel Rekabetçilik Raporu” yayınlıyor. 2008 raporunda Türkiye ilk ve ortaöğretim alanındaki “kalite” sıralamasında 146 ülke içinde 91. sıradaydı.
2018 raporunda ise Türkiye “eğitim sisteminin kalitesi”nde 101. sıraya inmiş; karşısına aşağı doğru grafik işareti konulmuş.
2018 yılında temel eğitimde 105. sıraya düşmüşüz; karşısında yine gerileme işareti var. Matematik ve fen bilimlerinde 104. sıraya inmişiz; grafik çizgisi yine aşağıya doğru. (WEF, World Competitivness Report 2018, s. 293)
Eğitimin kalitesi böyle. Yargı bağımsızlığında ise 104. sıradayız; utanç verici bir durum!
Yollar, köprüler, havaalanları, sağlık tesisleri, görkemli kamu hizmet binaları gibi “alt yapı” söz konusu olduğunda çok başarılıyız, dünyada 50. Sıradayız. Ama değerler ve kalite söz konusu olunca diplere yakın vaziyetteyiz!
MADDİ PLANDA İYİ…
WEF raporunda Türkiye okullaşma oranında başarılıdır. Çok şükür okulsuz yerleşim birimi kalmadı. Hatta “her şehirde üniversite” var, en az bir tane…
Ama kalitenin gerilerde olması ekonomiye de zarar veriyor. Ekonomide krizler gelir ve geçer. Gelişmiş toplum olmanın şartı, iyi eğitimli insandır.
Yine WEF raporunun Türkiye bölümünde kalkınmayı frenleyen faktörler sayılıyor: En başta gelen üç fren şu: İstikrarsızlık, finansman yetersizliği ve işgücünün eğitimce yetersiz olması! (Sf. 292)
Ama mesela bizden iyi kalkınan Müslüman Malezya’ya ilişkin WEF göstergelerinde, kalkınmayı frenleyen faktörler sayılırken işgücü eğitiminin yetersiz olmasından bahsedilmiyor, bürokrasinin etkinsiz, verimsiz olmasından bahsediliyor. Orada eğitim bizdekinden kaliteli.
Okuduğumuzu iyi anlamamak, derslerde öğrenmekten ziyade ezberleyip unutmak, böylece zihnimizde “bilgiler arası ilişki” oluşmaması veya yetersiz kalması gibi bir sorunumuz var.
Asırların ezberci eğitiminden geliyor bu.
1939’daki Maarif (Eğitim) Şurası’nda da dile getirilen esaslı sorunlardan biri buydu.
BÜYÜK SLOGANLAR
PISA sınavlarındaki üzücü halimiz malum. Okuduğumuz Türkçe metni anlayıp tahlil etmede zorlanıyoruz! Biz yazarlar aldığımız olumlu ve olumsuz tepkilerden görüyoruz ki, bazıları yazdığımızı anlamamış, anlamadan hüküm vermiş…
Böyle olunca “anlayarak” davranmak yerine, bir gruba, tarikata, örgüte, partiye bağlanarak, bir ünlünün peşine takılarak davranmak çok yaygın oluyor. Siyasi kutuplaşma bu bağları keskinleştirerek eleştirel analitik düşüncenin gelişmesine pek de müsait olmayan bir iklim yaratıyor. Bugün böyle dün de böyleydi.
Temeldeki sorun elbette eğitim tarzıdır.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk “bilgi kuramı” derslerini öneriyor, “nasıl?”ın cevabını araştıran bir eğitim tarzı…
Sorgulayan, verileri denetleyen, sınayan, tahlil eden bir zihniyet… Bu olmadan “gelişmiş toplum” olmayız, sadece büyük sloganlar atarız.
—————————————-
Kaynak:
https://www.karar.com/yazarlar/taha-akyol/en-buyuk-alarm-11002#