Duygu TANIDI – Ayşegül KARAPINAR
Ne hatırlatır sana Allah’ı? O hatırlatan her ne ise, bir olay, bir düşünce, en güzeli de bir insan, onu bırakma. Elbette böylesi bir hatırlama için önce bulmak lazım. Bul O’nu.
Bu yazıda yazılanlar O’nun yolunda olanlar için yazılmıştır. İnanmayanlara suskun olmak ve onlar için rahmet dilemek öğretilmiştir bizlere. Yönel mümin kişi. O seni gözetiyor ve sen de yeryüzünün halifesisin. Unutma.
Modernizme karşı değerlerini (değer kavramı da modernizmle yaşıt olduğu ve beşere, insan olma yolundaki erdemleri unutturduğu için daha doğrusu insan adına gerekli olan erdemlerini/faziletlerini) unutma, inadına yaşat. Süslü püslü ve bu yüzden tehlikeli ama aynı zamanda yalan dolanla örülmüş binlerce katmanı aşarak git hedefe! Sana muhafazakâr diyebilirler, dinci diyebilirler: Üstelik sen onların iyiliklerini isterken. Sen çabalarsın oysa onlar şöyle derler: “Ne kolay her şeyleri belli; bizim gibi felsefe yapıp kılı kırk yarmıyorlar.” Oysa sen gerçeğe yaklaştıkça zorluk artar. Ağırlık artar. Bunu bilmezler. Bu dünyada yalnızlığı tattırırlar ama ortak dili yaşatabilme gayreti verirsin sen. Bunu görmezler. Ben her akıllı müminin yaptığı gibi hiç konuşmayarak, beni ben yapan şeyler hakkında, onlarla aramdaki sınırı koruyorum. Ve kaybetmediğimi zannediyorum. Allah herkese bir kapı açar çünkü. Ve hiç kimse hakir görülmeyecek kadar değerlidir. Sadece insan olduğu için. Zaten buna ihtiyacımız yok mu? Yani insana insan olduğu için değer vermeye, ona sırf insanlık hasletleri yüzünden saygı göstermeye?
Ben bu dünyada bir yol seçtim. Düştükten sonra kalktım. Şimdi içimde bir iman yanıyor. Bu hisler beni Yaradan’a yaklaştırıyor. Beni Allah’a en çok yaklaştıran şeylerin başında; dünyanın geçiciliği ve hiçbir kişinin hiçbir düşünce ya da sanatın, o derindeki boşluk ve özleme yeterli cevap verememesi gelir. Zayıflığımı ve korkularımı erkenden keşfetmem de bunda etkili olmuştur. Tüm bunların yanında, en çok önemsediğim sebeplerden biri de niyettir elbette. “İnanmayacağım” veya “inanmamaya daha yakınım” diyerek İlahı kelamı okumak ancak küfrü arttırır. Yeterli mi tüm bunlar İslam’ı düstur edinmeye? Değil. Hiç değil. Allah’ın ilham vermesi olmasa her çaba boşa çıkar. Kur’an’da dediği gibi: “Biz kime istersek ona hidayet veririz.” Sakın yanlış anlaşılmasın ve hadsizlik olmasın. Ben hidayete erdim demek istemiyorum. Ben “girdiğim yolda gidiyorum gerçeğe” demek istiyorum. Eksik ve günah boynumuzun borcu yoksa biliyorum ve her Müslüman gibi bende de hesap günü korkusu ve kaygısı filizlenmiş vaziyettedir. Cehenneme gitmemek ve o güzel tasvirlerle tarif edilen cennet istediği için ve hatta yoğun cennet iştiyakıyla içim için için heveslenmektedir. Her mümin gibi ben de cennete gitmek ve kurtuluşa ermek için yaşıyorum. Reca ve korku arasında gergin bir ipte cambazlık yapıyorum. Son söz ve takdir Allah’ındır. Öte yandan inanan ve İslam’ı seçen ya da herhangi bir diğer dini düşünce ve inancı içinde yerleştiren kişilerin sahip olduğu anlamlılık ve netlik imrenilecek kadar güzeldir. Daha da somutlaştırırsam, ben hayatın anlamı ve yaşama gayem bana bildirildiği için anlamlar denizinde bir katreyim. İslam’a göre insanlar ve cinler, Allah’a kulluk etsinler diye yaratılmışlardır. Allah’a ibadet etmek ve Allah’ı anmak esastır. Her şey bitti mi? Sorular, arayışlar? Hayır. Allah’ın takdir ettiği bu yön dâhilinde ne yapmam lazım? Bunların derdindeyim. Allah’ı zikretmek (veya anmak hangisini isterseniz kullanın) ne demek, hangi cümlelerle, hangi koşullarda, hangi hallerde yapılabilir ve nedir ibadet dediğimiz? Müminin sorumluluğu ve hatta hesaba çekileceği namaz, hac, oruç, zekât dışındaki ince çizgiler nelerdir? Aklıma hemen kul hakkı geldi. Ama benim kul hakkının gözetilmesinden anladığım sadece karşı tarafın değil kendi hakkımın da gözetilmesi. Kur’an bunun da güzel bir sınırını çiziyor ve diyor ki, Allah’a bırakırsan daha efdal. Ne zor ya Rab! Bazen susmak ve bazen konuşmak… Ben çalışırken de ibadet etmiş olmam mı? Ya da anneme yardım ederken. Bamya soyarken zikir yapabilirim mesela. İlim yaparak da ibadet etmiş olmam mı? Çünkü tefekkür ediyorum. Farzları terk etmeden yapılan zikir Allah katında sevimli değil midir? Güzel değil midir? Allah anılmak, unutulmamak ve bilinmek istiyor. O zaman Allah’ı düşünüp yapılan her şey ibadet zikir değil midir ve zaten zikir anmak demek değil midir? Bu yazı da Yüce Yaradan’ımı anıyor ve O’nun şanını büyüklüyor, yüceltiyorum. Peki, bu ibadet değil mi? Yoksa zikr etmek ve ibadet ayrılıyor mu? Allah bizi satır aralarında da ziyaret etmez mi?
Şöyle diyor bir dostum: “Bu yaşıma kadar edindiğim tecrübelerimde ne kadar isabet ettim bilmiyorum, en doğruyu Rabbimiz bilir. Yine de seninle paylaşayım vardığım sonucu. “Allah’ı anmak esastır” dedin ve doğru da dedin. Anmak; hatırlamak, hatta hiç unutmamaktır. Her ne yaparsan yap, Allah’ın seninle, hatta senden bile sana yakın olduğu bilinciyle, O’nu hiç unutmadan yap, O’nun adıyla başla ve O’nun gözetiminde yaşa, O’na hamd ve şükürle bitir işlerini de ve İnşaAllah son nefesini de. Özünün aradığı ince çizgi bu olsa gerek. Bu bilinci kalbinin en sevgili görevi eylemeyi başardığın zaman, namazın Ankebut suresi 45. ayette belirtildiği gibi fahşa ve münkerden koruyucu olacağı gibi, her an hatırında tuttuğun ve tek dostun bildiğinin huzurunda huzur bulduğun anın olur, şükrün olur, tövben olur, canın olur. Her an Allah’ın huzurunda olduğunu kalbine yerleştiren kişi kul hakkı üstlenemez, zaten hak sahiplerinin haklarını iade etmek için titiz davranır. İki namaz arasını yanlışlarla değil doğrularla ve doğruları en güzel şekilde yapmaya çalışarak doldurmaya çalışır. Nefsine zulmetmemeye çalışacağından da kendi hakkını gözetebilmek için elinden geleni yapar. Yeri gelir ihtiyacı olduğu halde kardeşini nefsine tercih edebilir. Nefsine yapılanlara affetmeyi seçebilir. Allah’ı unutmadan, O’nu anarak ve O’nun rızası gözetilerek yapılan her eylemi ibadet olur; yemesi, içmesi, uyuması bile. Merhametli olmak kalbinde kaynayan bir pınardan taşarcasına ahlakı da olur, kendisi de merhamet edilenlerden olur. Her an sevgili ölüm meleğiyle karşılaşabileceğini unutmadan yapar seçimlerini. Ölümü; ayrılık değil, aksine ayrılığın bitiş anı bilir. Kendisine emanet edilen tüm nimetlerin iade edildiği ve o nimetlerle Allah’ın rızasını kazanmak için neler yapmışsa, o amelleriyle huzur-u İlahi’ye dönüş olarak görür. Bu nedenle de emanetlerin hepsini Emanet edenden dolayı hıyanet etmeden sevmeye, gözetmeye ve değerlerini bilerek şükretmeye çalışır.”