Duygu TANIDI
Tarih, yaratılmış zaman içinde yaratılmış insanın yaşamış olduğu maceralardır. Bireysel ve toplum bazında sevap ile günahlarıyla, belirli bir süreçte gördüğümüz insanın faaliyetleri konusunu oluşturur. Tarih, insanın zamanla en açık ilişki biçimidir. Bizim bazı nefsani zaaflarımızdan dolayı geç olarak addettiğimiz veya tam vaktinde olduğunu düşündüğümüz bir anda hakikat ayan olur. Bu demektir ki; kaçamayacağımız bir sahadır. M.Ö. 5. Yüzyıldan başlayarak kayıt altına alınan insanlık faaliyetleri uzun soluklu bir gelecek mirasını oluşturmuştur. Bu miras kıyamete kadar eklemlenip sürecektir.
Tarih, empati kurduran entelektüel bilgi alanıdır. İnsan denen varlık, caddede, sokakta, iş yerinde, evde vs. diğer insanlardan hem etkilenir, hem de onları etkiler. Tarih okuru da bu açıdan bakarsak tarihi figür ve onların fiiliyatlarından etkileniriz. Bu da insan denen varlığı daha yakından, daha çok boyutlu ve derinlemesine tanımamızı sağlayan bir zemin oluşturur. Çünkü burada bir ilişkilendirme durumu vardır.
Bu düşünceye paralel bakış toplum açısından da düşünülebilir. Çağlar boyu toplumlar birçok badireler atlatmış, zorluklarla sınanmış ve şu anı oluşturan bir dünyaya, insanlığın hak ettiği ölçüde evirilmiştir. Bu değişim girift bir tecrübe ile açıklanabilir ve şer ile hayır olarak iki boyutu vardır. Kimi zaman savaş, doğal afetler, yıkımlar, hukuksuzluk, zulüm vs. gibi ağır ve zorlu süreçlerden geçilmiş; kimi zaman ise bereket ve bolluk ile rahatlamış bir süreç izlenmiştir. Bu verileri ve yorumları sağlayan şey de işte hem yapılan, hem de yapılanın yazıldığı tarih ilmi olmuştur.
Tarih, doğru okunabildiği takdirde, bize bazı varoluşsal gerçeklerimizi de gösteren bir mecradır. Bunlardan bir tanesi de insanın nefsine (egosuna) uyduğu zaman yaşadığı ve yaşattığı hezimetleridir. Bunun önlenmesi için Yaradan, insana, peygamberler, azizler ve ermişler gibi önderler göndererek kılavuzsuz bırakmamıştır. Doğru yaşamın ve ölümün nasıl olması gerektiği ayan edilen bu örnek şahsiyetler ile ideal toplumun ipuçları da verilmiştir. Buradan hareketle, nefisten hakikate gidecek formüller bulunup sıhhat ve afiyete ulaşılacak kanallara varılabilir.
Tüm bu söylenenlerin ışığında modern sonrası Batılı tarihçiler için geçerli olmayan “tarihe ibretlik gözüyle bakmak gereksiz bir faydacılıktır” görüşüne ters bir durum yarattığı görülür. Çünkü bizler sadece tarih değil, geçici olan bu dünyadaki her şeye ibretlik gözü ile bakmak lüzumu duyuyoruz ki; hikmete ulaşabilelim. Tarih de bu anlamda ibretlik bir seyran alanıdır. İbret gözlüğü takmak da müminin ferasetinin gereğidir. Feraset ve idrak da kurtuluşa ermiş bireyler olmakta ve bu bireyler de iyi toplumları oluşturmada bir etkendir. Fertler düzelmedikçe toplum da düzelmeyeceği için bireysel kurtuluşu şiar edinebileceğimiz bir alan olan tarihi nesnel ve doğru okumak gerekir. Bu bağlamda tarih, insana ayna tutar. Onu, ona vicdanlı anlatır veya anlatması beklenir.
Tarih işte bu ilişkiler ve tecrübeler halkasında, insanın yaşadıklarıdır. Dünya çapında ve ülkemizde çoğu düşünür kendi hayatını, yaşadıklarını yazıp kitaba dönüştürür. Bu da kişisel tarihtir. Otobiyografik eserlerden, toplumun önde gelen kesimleri için hazırlanan anı kitaplarına bakınca da tarihin psikolojik bir boyutu olduğunu görürüz. Çünkü insana akıl verilmiştir. İnsan bu lütuf sayesinde anlamak, anlatmak, çözümlemek, sormak ve cevap bulmak ister. Bu bağlamda tarih hem bir ifade biçimi, hem de insanın sorduğu sorulara cevap verdiği bir alanlardan biridir. Hem de kendisini ve toplumunu en çok ilgilendiren alandır. Çünkü kendisinin de içinde şekillendiği ortak geçmişi olan insanlarla beraber bu alanı oluştur, bu alanda oluşmuştur. Bu açıdan yazılmış her şey de tarihi bilgiyi oluşturur. Darbe anıları, modernleşme sancıları ya da dünya ekonomik bunalımının büyük dedelerimize etkisi hakkında hepimizin bir çift kelamı vardır. Bu da önemli bir ortaklıktır.
Bu zihin hareketliliğinden sonra özetle söylenebilecek şey, Allah zamanı yarattı, zamanda insanı yarattı ve insan da kendisi ile soydaşları için tarihi yaptı, yazdı. Kıyamete kadar yapacak, yazacak…