Cahit GÜNAYDIN
MUHTEŞEM ŞAİR MUHİBBİ -KANUNİ-adlı İskender Pala’ nın kitabı elime geçince şair bir padişah ne demiş diye şiir hakkında ki şiirlerini araştırdım ve sizler ile paylaşıyorum.
Muhteşem şair muhibbi sayfa 80 .7 beyit
“Muhibbi harc kıl söz gevherini
Tükenmez çünki bu dil kana benzer”
İskender Palanın tercümesiyle ” Muhibbi söz cevherini bolca harca, çünkü senin dilin bir maden ocağına benzer, oradan çıkanlar tükenmez ” der.
Herkes şiir yazıyor Gerçek şairin dili maden ocağı olduğundan bu gün yazdıklarına değil, Muhibbi gibi zamana kalıyor ise değerlidir. Arkanızda bir söz kalıyor ise Ölümsüz olursunuz tıpkı Yunus Emre , Aşık Veysel, Ali Şir , Mehmet Akif Ersoy …….gibi. Bireysel aşk dan, ilahi aşka, doğa sevgisinden , tarih bilincine insana ait her duygu ve düşünceyi dile getiren bir şair her daim olacaktır. Şiir ve Şair ;Şuur dan gelir. Tıp doktoru ve ozan Dr. Hilal Karahan ın sözü ile Ozan bilinç dışından –gönlünden-çıkarır şiirini. Kam özün sözünü söyler , türkü böyle doğar. Türk türkü söyler. Yazar ise divan olur. Halk ve Divan şiiri birbirinden ayrılmaz. Türkçenin sahipkıranı Ali Şir Nevayi nin tüm şiirlerini bilir Kanunu Sultan Süleyman. Kanuni olmasının nedeni Muhibbi mahlasıdır. Mahlası Düşünür olmasındandır. Muhteşemden daha anlamlıdır. Kamların damarından gelir beyitleri.
Muhteşem şair muhibbi- sayfa 102-3 nolu beyitler
“Bir güzel mahbubdur yüzden nikabın almazam
Kıymetin bilmezlere göstermeye didar şiir”
İ.Palanın tercümesiyle şiir güzel bir sevgilidir de ben onun yüzündeki peçeyi açmıyorum. Eğer açarsam değer bilmezlere yüz göstermesinden endişe duyarım.
KAM –ozan, şair- insanlığın duygu-düşüncesinin dile getirir. Kor-Kut Ata ise Kamların atasıdır. Kam lar gönül gözü ile görür. Kam derken Pir Sultan Abdal, Aşık Veysel, Karacaoğlan , Mehmet Akif Ersoy un gönül gözü ile görebilen bilgeleri kast ediyorum. O ozanlar Türklerin kolektif bilinci hep yaşar, kam dan kama geçer. Ozan sözcüğü Kam sözcüğünden gelir. Kam özüne düşer, düşünür. O kamlardan biri olan Mühendis felsefe prof. Ahmet İnam türkülerin felsefesini bu anlamda yapıyor.
“Nasıl olur, bir kültürden beslenerek ana felsefe ırmağına akan dereler, ırmaklar oluşturmak?
O kültürün yaşama dünyasından, dil bahçesinden, düşünce mimarisinden, sanat çiçeklerinden, inanç müziğinden, bilim ağacından, yaşam toprağından beslenen bir ırmak olarak ana damara kavuşmak demek.Her kültürün düşünce mimarisi vardır: Bu mimari, folklordan, törelerden, sanat yapıtlarından, edebiyat ürünlerinden oluşabilir. Felsefi düşünmeye kaynaklık edebilecek, onu besleyecek bir felsefe öncesi yapıdır. Bu yapıyı işleyip, bu hammaddeden, ana ırmağa dökülebilecek felsefe ırmakları oluşturabilmek, o kültürün felsefecilerinin, filozoflarının bir başarısı olacaktır. Felsefeyi besleyen yaşama dünyamızı keşfetmek için, bu dünyayı görmemizi engelleyen dil kalıplarının, düşünce kalıplarının kırılmasıdır”
Düşünmek nedir ? sorusuna Heidegger Şiir bir düşünme tekniğidir diye kısa bir yanıt vereyim önce , sonra onun sözlerinden alıntı yapayım. “Düşünmeye sıçrama bizi şiir ve düşünmenin mithos ve logos kaynak zemine götürür. Şiir ifadesi ile düşünülen ifade zaman zaman aynı şey olurlar. Bu durum şiirin; yüksek bir şiir, düşünmenin ; derin bir düşünme olduğunda gerçekleşebilir. Bu tür zamanlarda şiir ve düşünme arasında yarık ve kesin olarak aralık yarı açık kalır”
Derin düşüncelerde bir gezinti yapalım şimdi.
Sana dün bir tepeden baktım aziz istanbul dizesi ile Yahya Kemal, akşam yine akşam, yine akşam dizesi ile Ahmet Haşim, güzelliğim on para etmez, bende ki bu aşk olmaz diyen Aşık Veysel, ne söyler su dağa çoban çeşmesi diyen Faruk Nafiz Çamlıbel, zaman sanki bir rüzgar ve bir su gibi aksın diyen Enis Behiç Koryürek, ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında diyen Ahmet Hamdi Tanpınar, gurbet o kadar acı ki ne varsa içinde diyen Kemalettin Kamu, açılan bir gülsün yaprak yaprak, ben aşkımla bahar getirdim diyen Ahmet Muhip Dranas, şebnem gibi doğ ve öl, yıldızlı bir gecede diyen Necip Fazıl, ne renk gerek bana ne de renksizlik diyen Asaf Halef Çelebi, ne bir dost,ne bir sevgili, dünyadan uzak bir deli,beni sarar melankoli diyen Sabahattin Ali, bir güneş istiyorum gece bende kalacak diyen Behçet Kemal Çağlar, ne doğan güne hükmüm geçer,ne halden anlayan bulunur diyen Cahit Sıtkı Tarancı, ne zaman bir türkü duysam şairliğimden utanırım diyen Bedri Rahmi Eyüpoğlu, türkçem benim ses bayrağım diyen Fazıl Hüsnü Dağlarca, bir dert ki dayanılır değil diyen Orhan Veli Kanık, ben böyle adam değilim,boynum büküldü doğrusu diyen oktay rıfat, ona bir kitap vereceğim rahatını kaçırmak için , bir öğrensin aşkı ağaç o vakit seyredin diyen Melih Cevdet Anday, ya da yalnız bir kızın sildiği dudak boyasında diyen behçet necatiğil, bir damla düştü gözlerime geçen bulutdan diyen Cahit Irgat,ben uyandım bir aşk demekti bu dünyada diyen İlhan Berk, benim dudaklarım çatlaktır öp biraz diyen Cahit Külebi, konu diye insanlık sevgini alırsan büyük şair olursun diyen salah birsel ,uyumaktan başka bir isteğim yok diyen Necati Cumalı, şimdi şu akşam saatinde dönüyorum,görmüş,geçirmiş,atlatmış diyen Özdemir Asaf, ben sana mecburum diyen Attila İlhan, ben yalnız tarlada mı başak denizde mi balığım yoksa diyen Arif Damar, vakitsiz uykularımdan uyandır beni diyen Turgut Uyar, eski bereket kalmadı şiirlerde diyen Metin Eloğlu, sevişelim bütün kara parçalarında afrika dahil diyen Cemal Süreyya.…………………………………….
Diyen KAM-OZAN- ları okumaya başladığınızda düşünmeye başlarsınız. Şiirin derinliği şairini aşar. Çünkü gerçek şiir insanlığın evrimsel ortak kültür genlerinden-mem- bilinç altından gelir. BENGÜ Türk taşlarında Kam özün sözünü kazımıştır. Özüne düşüp, düşünmüştür.
Zamanın ruhunu yakalamak için zamana adapte olmak gerekir. Zamanın ozanı hayatın anlamını arayan okurlara, hayatı algılamaya çalışan gençlere, iş hayatında tükenmiş sendromundan bunalan yogi, reikiki yapan milyonlarca umutsuza KOR-KUT ATA gibi yol gösterebilir , binlerce yıl önce ozanların yaptığı ruhsal liderlik gibi. Zamanın ruhunu okumak ve sosyal medyanın gücünü kullanmak gerek. Türk mitolojisinde zaman ve mekân kavramları açısından yine diğer mitoslardan veya dinsel düşünce biçimlerinden bir fark daha göze çarpmaktadır. Dünyanın birçok bölgesinde hareket kavramı ile zaman iç içe düşünülmüş ve mekânın hareket ile kat edilirliği zamana karşılık gelir. Hatta modern fizik kuramında bile hız ya da bizim ilgilendiğimiz manada hareketin niteliği,yolun zamana, yani mekânın zamana bölünmesi ile elde edilmektedir. Ancak Türk mitolojisinde zaman ve mekân kavramları bu açıdan fizik ötesi âlemde bile ele alınırken bu dünyadan bağımsız noktalara da atfedilmektedir.
Orhun Kitabelerinde “Zamanı Tanrı yaşar, insanlar hep ölmek için türemiş”ifadesi bitimli bir zamanı, zaman olarak kabul etmeyip, en az Tanrı kadar ezeli ve ebedi bir başka varlık olan zaman kavramını karşımıza çıkarmaktadır. O halde ontolojik olarak zaman kavramı başlı başına bir izdir. dengenin bozulmaması adına süreklilik ve bitimsizlik, Türk mitolojisinin ontolojik temel temasıdır. Bitimli insan hayatı ise geçici olduğu oranda ontolojik bir değer taşımamaktadır. Bu da zaman ve mekanı insani kılan diğer mitlerin tersine, insanın içinde bulunduğu zaman yerine, insana aşkın ve insana ait olmayan bir zaman kavramını meydana getirmiştir. Nesimi, Nefi ve Baki Ozanlarına dörtlüklerim ile selam gönderiyorum. Onlar Zamansız Kamlar…
NESİMİ-1404-HALEP nerde ise ölüm orda.
Divanın Yunus’uydu, Nesimi
Dipsiz denizlerde yüzdü
Hallaç Mansur gibi öldü
Dünyaya bakmadan geçti.
NEFİ-1635-ÖLÜMÜN HİCİVİ OLUR MU-Tulug
Sultanların sofrasında okudu, kasidelerini
Alçak paşaları yerin dibine soktu, kasideleri
İdam fermanı oldu kasidelerinden biri
Fikir ehli insanlar unutmadı Nefi yi
BAKİ-1600-ECEL BULUR MÜDERRİSİ, Mekke de
Aşkın muhteşem şairi.
Gönlü bilgi madeni.
Kanuninin kılıcı oldu; Bakinin kasideleri
Göz yaşından döküldü; tarihe geçti