Ayşe KIDIR
Son zamanlarda dünya; depremler, orman yangınları, seller ve virüs salgını gibi felaketlerle karşı karşıya. Köhne dünyanın buğulu penceresinde olayları izleyen ve olaylara tanık olan biz insanlar… Sadece olaylara tanık olup bu dünyadan göçüp gitmek mi, yoksa henüz yaşarken bu felaketlerin özündeki mesajı almak mı insan vasfına layık?
Bu olayların bize mesajı ne olabilir? Bunun cevabını vermek için kendimizin de tanık olduğu bir konuya değinelim. Son günlerde zihnimizi oldukça meşgul eden covid-19 salgınını ele alalım.
Dünyadaki çoğu insan hızlıca yayılan covid-19 için oldukça endişeli ve adeta diken üstünde yaşıyor. Covid-19 bize hangi duyguları hissettirdi? Korku, endişe… İnsanlar korona virüsüne yakalanıp, hastalanmaktan ve salgın sebebiyle ölmekten korkuyor.
Bizdeki korku ve endişenin süresi, salgının bitiş süresine kadar; peki ömürleri boyunca kendi evinde dahi güven içinde olmayan, bıçak sırtında yaşayan Uygur Türklerinin korku ve endişelerinin süresi ne kadar? Orada yaşayan çocukların da endişeleri bir gün biter mi? Uygur Türklerindeki çocuklar güne korku ile uyanıyor, binlerce insan eğitim kamplarında eziyet ve işkence görüyor; ölmekten hatta yaşamaktan korkuyorlar…
Doğu Türkistan’da Mihrigül Tursun gibi pek çok genç kız eziyet görmektense ölmek için yalvarıyor, yaşamak istemiyorlar. Peki dünya; Kudüs, Arakan, Keşmir, Hindistan ve Myanmar’da zulüm gören insanların feryatlarını da duydu mu?
Dünya korona virüsü için pek çok önlem aldı, ilk önlemlerden birisi eğitimi belli bir süreliğine durdurmak oldu. Avustralya, Çin, Amerika, İtalya, İran, Güney Kore, İspanya, Almanya, Hindistan ve kendi ülkemiz dâhil olmak üzere pek çok ülkede okullar tatil edildi. Şimdi savaştan eğitimine ara vermiş; hatta belki hiç okula gidemeyecek Suriyeli bir çocuğu düşün… Belki de tek hayali okuyup, çalışıp ailesini sefaletten kurtarıp mutlu bir yaşam ise; kırılmış, tuz buz olmuş o hayali hangi acı gerçek onarabilir?
Şimdi belki de o Suriyeli çocuğun hüzün dolu mesajını aldık.
Virüsten ötürü seyahatlerin engellenmesiyle, yıllardır Filistinli insanların özgürlüğüne zincir vuruluşunun nasıl bir his olduğunu anladık.
Bizim seyahatimiz sadece virüs salgını bitene kadar, fakat Filistinliler bir bölgeden diğer bölgeye seyahat edemediği gibi seyahat izni almaları da neredeyse imkânsız…
Ömürleri boyunca seyahat etme hayaliyle bir bölgede adeta hapsolmuş insanları düşünün. Çocukların uçurtmalarını dahi gökyüzünde özgürce uçuramadığı diken üstünde bir yaşam düşünün…
Korona virüsü için dünyadaki çoğu insan, yiyeceklerini eve depoladı. Şimdi de Afrika Cumhuriyeti’nde günlerce aç kalmış, ölmemek için heybesinde son lokmasını saklamış çocuğu düşünün…
Afrika, Güney Sudan, Etiyopya, Yemen ülkelerinde insanların çoğu, değil bir ay, bir haftalık gıdasını bile depolayamıyor. Afrika, Yemen’deki çocuk ölümlerinin %60’ı açlıktan ve saatte 300 çocuk açlıktan ölüyor… İnsanlık ise geçici bir süre için gıdaları evine depoluyor, hatta marketleri yağmalıyor… Afrika’daki çocukların mı yoksa biz insanların mı gözü, gönlü aç? Hangimizin gönlü tok?
Şüphesiz ki çikolatanın tadına hiç bakamamış melek kalpli çocukların gönlü tok, biz insanların gözü de gönlü de aç…
Sevdiğimiz restaurant ve cafeler bir süreliğine kapatıldığı için üzülürken; hayatında hiç restaurantta yemek yiyememiş, pamuk şekerin tadına hiç bakamamış, bu dünyadan kuş misali göçmüş Sudanlı bir çocuk için üzüldük mü?
Covid-19 salgınına yakalanan insanlar kendi aile fertlerini karantina altında göremediklerine üzüldükleri kadar, Irak’ta annesinden koparılmış, sütten yeni kesilmiş bebeğin ağlamalarına üzüldü mü?
Doğu Türkistan’da çocukların ailelerinden koparılıp demir telden örülü yetimhanelere konulduğuna, anne ve babalarının gözlerinin önünde acımasızca öldürülmesine üzüldü mü?
Yoksa sınanmadığımız acıların dilsizi, âmâsı mıydık? Yoksa bunları hiç mi duymadık? Dünya sofrası, önümüze ne serdiyse onu mu yedik, onu mu gördük ve ona mı doyduk?
Dünya, metabolizması olmayan küçük bir virüsten bahsedip; avaz avaz bağırıp sesi yankılanırken; körpe yetim çocukların feryatlarını, çığlıklarını da duydu mu? Duymadı, belki de hâlâ çoğu insan kulaklarını tıkayacak, üç maymunu oynayacak, gözleri ve gönülleri mühürlendiği için ne duyacak ne görecekler…
Ama biz duyalım, görelim. Her şerden çıkan bin hayır var, bu şerden de nice hayırlar çıkacak.
Elbette ki yaşadığımız bu süreç geçici; geçecek, geçerken de unuttuğumuz şeyleri idrak ettirecek, üzerimizdeki gaflet tozlarını silkeleyecek, özümüze döndürecek. Hakikatin mesajını alıp, insanların gönül yaralarına merhem, körpe yetime gönül aşı, annesine hasret yetime yuva olmak nasip olur belki de…
Mesajı alıp, ders çıkarıp, özümüze dönüp insan vasfına yakışır şekilde yaşamak dileğiyle…