Ahmet URFALI
Teoloji, metafizik ve felsefe yaradılış konusunu farklı bakış açılarıyla açıklamışlardır. Kur’an-ı Kerim insanın yaradılışını : ‘’ “And olsun ki biz, insanı çamurun özünden yarattık.’’ ayeti ile ifade eder. İnsan bedeni, dört ana unsurun birleşmesiyle vücut bulmuştur. Toprak, su, hava ve ateş Yaradan, insan bedenine ‘’ruhundan ruh üfleyerek’’ onu ölümsüz kılmıştır.
Yunus Emre;’’ Yunus öldü diye selâ verirler
Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez’’ derken ruh taşıyan insanın ölümsüzlüğüne işaret etmiştir.
Kaygusuz Abdal;
‘’Bu adem dedikleri
El ayakla baş değil
Adem manaya derler
Suret ile kaş değil’’ söyleyişiyle yine aynı sonsuzluğa vurgu yapmıştır.
Şeyh Galip’in; ‘’Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen.’’ İfadesi de ruhun Yaradan tarafından sadece insana verildiğini ve insanın ‘’eşref-i mahlûkat’’ olduğunu pekiştirir.
Âşık, mana ve zübde-i âlem… sözleri ruhun insan varlığını kattığı üstün değerlerdir.
Mevlana’nın ölümü; şeb-i arus (düğün gecesi) olarak tanımlaması, insanın bir ruha sahip olması ve bu ruhun da ölümsüzlüğünden dolayıdır.
Ruh kavramı sözlüklerde; ‘’hayatın özü, canlılığı sağlayan, maddesel olmayan varlık, ölümsüz sayılan töz, ilke.’’ anlamlarını taşımaktadır.
Buradan hareketle insan, her şeyden önce kendi bilmek zorundadır. Bilmek ile tanımak farklı kavramlardır. Bilmek, daha genel, tanımak ise, kişiye özeldir. Ayrıca tanınmayan bir şeyin bilinmesi de beklenemez. İnsanın önce kendini tanıması, sonra da tanıdığı kendisini, bilmesi gerekir. Yunus Emre, bu olguyu şöyle açıklamaktadır:
‘’İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır’’
Kendini bilmek, insanın içindeki kibir ve gururu kırmak için değil, kendi öz değerini de bildirmek içindir.” “Kendini Bilme” yolunda atılan her adım, kendi başına büyük bir cesarettir. Peygamberimiz; “Kendini bilen Rabb’ini bilir” hadisi de insanın kendini bilmesinin gerekliliğine işaret eder.
Sokrat; “Hayatta en büyük facia insanın kendinin farkına varmamasıdır”İnsanın kendisinin farkına varmasının yolu ise, ancak insanın varlık sebebini bilmesi ve fiziksel- ruhi özelliklerini tanımasıyla mümkündür.İnsan olmanın yolu; inançta, törede, adalet düşüncesinde insan severlikte, hayatı yorumlayış biçiminde, âlem-şümûl değerlerde, devlet kuruculuğunda, âdil yönetimde ortaya çıkar. Bunlardır uzun ırmakların pınar kaynağı.
Batı düşünce sistemi; insanı henüz bilmekten ve tanımaktan çok uzaklardadır. Zira Batı uygarlığı, insanları; marka düşkünü, mal esiri ve tüketim çılgınlığı arasında bocalandırmakta ve bir türlü çıkış yolu gösterememektedir. Halbuki Türk kültür vadisi içinde yetişen nice ulu kişi, insanlığın kendini bilmesi ve tanıması açısından yeni önermeler ileri sürmektedir. Bütün hadise, çağdaş Türk düşünce adamlarının bu sistemi işleyerek anlatması ve tanıtmasına bağlıdır. Dün Türkistan’dan göçle gelen ışık Anadolu’yu, Anadolu’dan ise bütün dünyayı aydınlatacaktır. Anadolu’dan yayılan ışık huzmeleri aydınlatacak dünyayı göçerek. Günümüzün narsistik, bencil, sıkıntılı, bunalımlı, mutsuz, yalnız, hedefsiz kişilerini; insanı yaratılmışların en şereflisi sayan, hoşgörü, barış ve sevgiyi esas alan Türk Çağı iyilik ve güzelliklere ulaştıracaktır. Çünkü, “Allah, insanı o derece yüceltmiştir ki, en yüksekten en aşağıya kadar göklerde ve yerlerde olan her şeyi onun emri altına vermiştir.”
Niyazi Mısri’nin, “Çün nefsin bilen kişi Allah’ı bilirmiş.”
Ve Hacı Bayram Veli’nin, “Sen seni bil, sen seni.”
Hacı Bektaş Veli’nin, “Sakin ol, kimsenin gönlünü yıkma.” tavsiyesiyle
Seyrani’nin, “Gönül beytullahtır yıkma Seyrani.” dizesi arasındaki benzerlik aynı kültür ortamının insana ve onun gönlüne verdiği önem vurgulamaktadır.
İnsan bütün âdemin özü olduğu için onun hakikati gönlüdür.
“Bizim Peygamberimizin yolu aşk yoludur. Biz aşkın çocuğuyuz. Aşk da bizim annemiz.” diye Mevlana, “gel, gel” çağrısı ile mutsuz, umutsuz insanların sığınağı olmuştur.
O, bir kubbe-i hadradır ki, altında tıpkı Oğuz Han’ın otağı gibi bütün insanlara yer bulunur.
Sen gönlünü yücelt, göçünü kutlu kıl.
“Allah’ın sana lütfettiği şefkat ve merhametledir ki, sen etrafındakilere tatlı dilli, güler yüzlü, yumuşak huylu olabildin. Eğer sen, sert mizaçlı, kaba dilli, katı yürekli olsaydın, insanlar etrafından dağılıverirlerdi ve kimseyi bulamazdın.” (Al-i İmran Sr. Ayet: 159)
Seyit Ahmet Arvasi’nin konuya yaklaşımın esasını; ‘’İnsan idrakinde kabuk, öz, cevheri bir arada yakalayan tek varlıktır. O, dış dünyayı ve etkide kaldığı âlemi, duyularla algılar, idrakle düzenler ve şuurda anlamlandırır. Böylece duyumlar, algılar ve kavramlar doğar. İdrak bir yönü ile somutu diğer yönü ile soyutu yakalar. Duyuların somutladığını şuur soyutlamaktadır.’’ sözleriyle belirtir.
Ruhun sadece insana bahşedildiğinin şuur ve idrakine kavuşanlar dünyayı güzelleştireceklerdir.