Turgut GÜLER
Türk dîvân edebiyâtının kadın şâirleri arasında zirveye çıkmış isimlerden biri Fıtnat Hanım’dır. XVIII. asırda ömür süren Fıtnat Hanım’ın asıl adı Zübeyde’dir. 1780 yılı içinde kaybettiğimiz bu büyük san’atkâr, “Fıtnat”mahlâsı ile yazdığı şiirlerinde, bizdeki hikemî tarzın parlayan yıldızları arasına girmiştir. Fıtnat Hanım’ın şiir vâdîsindeki en büyük desteği, Koca Râgıb Paşa olmuştur. Siyâsî hayâtı kadar, şiirdeki kudreti ile de adından söz ettiren Koca Râgıb Paşa, Fıtnat Hanım’ın san’at mâdenini keşfeden bir mevkide durmaktadır. Heccâv Haşmet gibi, Fıtnat Hanım’ı da Türk edebiyât târîhine hediye eden kişi, hiç şüphesiz, Koca Râgıb Paşa’dır. Hem anne, hem de baba tarafından şeyhülislâmlar yetiştirmiş köklü âilelere dayanan Fıtnat Hanım, şeceresindeki bu ulemâ pâyelerine rağmen, Koca Râgıb Paşa’nın ev sâhibi olduğu san’at sohbetlerine katılmış, devrinin, hattâ çağının ötelerine kulaç atmıştır. Fıtnat Hanım, damarlarında dolaşan san’at usâresinin verdiği güç ve kuvvetle, bize Türk kadınının aydınlık yüzünü göstermeyi başarmıştır. Bu ışıklı manzarada, Koca Râgıb Paşa’nın payını da ihmâl etmemek lâzımdır.
Bunca sözü söylememizin sebebi, sizlerle paylaşmak istediğimiz bir beyittir. Bu beyit, tahmîn edeceğiniz gibi, Fıtnat Hanım’a âittir ve bizi haftalardır evlerimize hapseden korona virüsüne karşı söylenmiş gibidir. Fıtnat Hanım, kendisinden iki buçuk asır kadar önce yaşamış Cihân Pâdişâhı Kaanûnî Sultan Süleyman Hân’ın söylediği:
“Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Olmayâ devlet Cihân’da bir nefes sıhhat gibi”
beytinden aldığı yüksek ilhâmla şöyle diyor:
“Tabiat rûşen olmaz olmadıkça dîde-i hak-bîn
Alır mı beyt-i bî-revzen ziyâ Hurşîd-i envârdan”
Fıtnat Hanım, bu hikmet yüklü mısrâlarında, bugünün dili ile şunları söylüyor:
“İnsanda hakîkatleri görüp idrâk edebilecek göz olmazsa, rûh da huzûrdan ve hakîkat nûrundan mahrûm kalır. Penceresi olmayan eve Güneş ışığı girer mi?”
Fıtnat Hanım, bu beytinde “tabiat” kelimesini birden fazla mânâda kullanmıştır, yâni tevriye yapmıştır. Bu san’ata, eskiler “îhâm”da derlerdi.Bu şekilde mısrâ içine alınan kelimenin, herkes tarafından bilinmeyen en uzak mânâsı kasdedilirdi. Tabiat, etrâfımızı saran Dünyâ manzarası demekse de, onun başka mânâları da vardır. Bunlardan biri de rûhdur. Tabiatın göze hitâb etmesinin aksine, rûhun kalbe ve gönüle yöneldiğini biliyoruz. Penceresiz eve nasıl Güneş ışığı girmezse, hakîkati görecek gözü, yâni gönül gözü olmayan kişinin rûhu da karanlıklar içinde kalır.
Habîs bir virüs, yaşadığımız şu günlerde, bütün Dünyâ’yı esîr aldı. Kaç gündür, evlerimizden dışarı çıkamıyoruz. Bilmem farkında mısınız, çoğumuzun kaldığı ev tipi, apartman dâiresi şeklinde. Bahçeli, kuyulu, cümle kapılı eski Türk evleri, nâdirâttan oldular. O tarzdaki evlere, artık târîhî eser nazarıyla bakıyoruz. Fıtnat Hanım’ın yakındığı karanlıkta kalan rûhun, penceresiz evde durması gibi, bizim apartman dâirelerimiz de, Güneş ışığına hasret yapı manzûmeleri hâlindedirler. Bu dâireler, elbette penceresiz değildir, ammâ mevcut pencerelerin Güneş’le münâsebetinin, ecdâdın rûh genişliğinden mahrûm olduğu da ortadadır. Korona günlerinde, beden rahatsızlıkları kadar, rûhî sıkıntılarımız da konuşulmaya başladı. İşte Fıtnat Hanım rahmetlinin demek istediği husûs, rûhî sıkıntılarımızdır. Bu sıkıntıların ilâcı Güneş ve gönül gözüdür. Fıtnat Hanım, bu hârikulâde beyitinde, hasta beden ile hasta rûhun reçetesini yazmıştır. Elbette, anlayana, anladığından ışık huzmeleri çıkarabilene…