Ahmet URFALI[i]
Yazıyı Sümerler icat etti. Ölümsüzlüğün ifadesi olan yazı, önce taş, kil tablet, tahta ve deri üzerine yazıldı. Mısırlılar papirüs yaprağından kâğıda benzer bir nesne buldular, Zaman, M.Ö 4000’di, insanlık yazıyı icat ettikten bin yıl sonra kâğıdın ilk atasıyla tanıştı. Çin’de bugünkü kâğıdın bir benzeri yapıldı. Ardından Semerkant ve Bağdat’ta imalathaneler açıldı. Batı, kâğıdı Doğu’dan alıp öğrendi.
Farsça, kağaz kelimesi Türk sesinde kâğıt biçimini alırken bir incelikle beraber bir esatire de bürünmektedir. Onun etrafında yüzlerce kavram, kelime, terim, deyim, atasözü dönüp durmaktadır. Kâğıt, bütün dillerde en saltanatlı, en görkemli kelimesi olsa gerektir. Kâğıt, insanoğlunun bütün duygu ve düşüncelerinin buluşma yeridir. Bütün bunlar birbirine ne kadar çelişkili, kavgalı da olsa kâğıt üzerinde barışırlar. Ona yazılmayan hiçbir duygu ve düşüncenin doğru şekliyle hayatını sürdürmesi mümkün değildir. Kâğıda geçirilmeyen her şey zaman içerisinde hurafe olmaya mahkûmdur. Kalemin de hakkını teslim etmek zorundayız.
Tanrı, insanla ilişkisini ‘’söz’le kurar. Her vahiyde Tanrı, insana sözle seslendi. İnsanda dile gelen söz, Yaradan’ın iradesidir. Söz, insanlara verilen en büyük bağıştır. Vareden, insanı muhatap aldı, onunla konuştu.İlahi kitapların mesajı doğrudan insan içindir. Yazı, sözün koruyucusudur. Yazı, sözün al ipekten gelinliğidir. Yazının mekanı, köşkü, sarayı kâğıttır. O cilt cilt, tomar tomar kâğıtların içinde aşikar olanla saklı olan iç içedir.
Kâğıt; insanlık tarihinin aydınlık bilinci, özgür düşüncenin ana sığınağı, uygarlık yolunun yapıcı öğesidir. Asurlar tarafından dünyada ilk defa kurulan Ninova kütüphanesi bir kültür hazinesi olarak varlığını hâlâ sürdürmektedir. Buna karşılık, kâğıda ve onun üzerine yazılanlara düşmanlar da hiç eksik olmamıştır.’’Ham softa, kaba yobaz’’lar, barbar istilacılar, kitapları yakmış, kütüphaneleri yıkmışlardır.
Bir örnek olması bakımından Yunus Emre şiirlerinin yazılı olduğu kâğıtları yakan, Sakarya’nın suyuna atan Molla Kasım’ı vermek uygun olacaktır. Molla Kasım, Yunus Emre’nin üç bin şiirinin yazılı olduğu Divan’ı okumaya başlamış, ancak kendi dini anlayışına aykırı bulduklarını yakmış ve suya atmıştır. Şiirlerden bini gökyüzüne, bini suya karışmıştır.
Molla Kasım;
“Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyle,
Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir’’ beyitini okuyunca irkilmiş ve şiirleri yakmak ve suya atmaktan vazgeçmiştir.
Dileğimiz, hür düşüncenin her türlü baskı ve yasaklamaya maruz kalmamasıdır.
Molla Kasım olayı gönlümüzün taşkınlığında şiire dökülmüştür:
Bir ikindi vaktidir Sakarya’nın Porsuk’u konuk aldığı zaman
Gölgelerin ötesinden gelir sancılı doğuşların müşfik sesleri
Evcil hüzünler dolaşır Anadolu yaylasının duygu arılığında
Muradını alamamış girdaplarda ince sızılar döner durur
Münzevi karanlıkların içinde kaybolur insan çoğu kez
Bir isyan çığlığı kırılır inkârın çukurunda kör fitnenin kanadı
Mahcup pişmanlıkların içinde depreşir kayıp hüviyetli şehirler
Şüphen kurtuluş müjdesi olsun kuşa balığa ve insana
Ey Molla senin elindeyse dört kapının ışıktan anahtarı
Durma dört kapıdan gir içeri sırasıyla ve ürkmeden
Kâğıda kutsiyet atfederek onu yücelten aziz milletin evlatları olarak, ak kâğıda ve onun üzerine yazılan her yazıya saygı ve hoşgörü göstermenin bilinciyle dünyanın daha güzelleşeceğini unutmayalım. Büyük İskender’e atfedilen söz, kalemle kılıcı karşılaştırır: “Dünya iki şeyin üstündedir: Kılıç ve kalem. Kılıç, kalemin altındadır. Kalem, öğreticilerin sermayesidir. Uzak ve yakında bulunan bütün insanların görüşü onunla bilinir. İnsanın zamanı dardır, kitaplara bakmazsa olgun bir akla sahip olamaz. Şayet kılıç ve kalem olmasaydı dünya ayakta kalamazdı”
Divan edebiyatı şairlerinden Ahmedi, ‘’Kasîde fî-bahsi’s-seyf ve’l-kalem’’ şiirinde kılıçla kalemi karşılıklı konuşturur:
“Çün demür ile kamışı kıldı Hâlik âşikâr
İtdi kılıçla kalem çoh dürlü bahs ü kâr-zâr.”
Halk türküsünde; “hem okudum hemi de yazdım” diyen kişi “yalan dünya”dan bezmesinin sebebini acaba okuyup yazmaya mı bağlamaktadır? Okuyan ve yazan insan “bilen insan” dir. Bilmek, bir sorumluluk gerektirir k o da çok ağır bir yüktür.
Şeyh Mehmet Vasfi, edebiyatımızda da sıkça karşılaştığımız sevgilinin kaşlarını kaleme benzetir:
“Bir kalem kaşlı mürekkep saçlı kâtip dilberi
Halkı mecnûn ide yazdı sahn-ı Kâğıthânede
Nakş-ı vaslı hakk olunmaz safha-i endîşeden
Açsa şakk gezlek-i hicrân dil-i divânede.”
Türk edebiyatında, bağlama çalmayan, okur-yazar şairlerin genel adı; “Kalem şuarası”dır.
Yüce kitabımız Kalem sûresinde “Nun (hokka), kalem ve onunla yazanlara and olsun ki…” ve Alak sûresinde “Oku, kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabb’in en büyük kerem sahibidir.” ayetleriyle kalemin önemini vurgulamıştır. Divan şiirimizde de ‘’kalem’’ önemli bir metafor olarak yer bulmuştur. Helâki, kalemin üstünlüğünü şöyle ifade eder:
“Erbâb-ı kalem terbiyet-âmûz-ı ümmedir,
Âdâb-ı ümem mâ-hasal-ı feyz-i kalemdir.”
(milletleri terbiye edenler kalem erbâbıdır, milletlerin ilim ve edebi, kalemin feyizleridir.)
Mustakim-zâde Süleymen Sadeddin Efendi’nin beyiti duvarlara anlamı bakımından duvarlara asılacak güzelliktedir:
“Delîl-i izzet erbâb-ı hatta kâfidir,
Ki hurde-i kalemi zîr-i pâye dökmezler.”
(Yazı ile uğraşanların büyüklüğüne delil, kalem kırıntılarını ayak altına dökmemektir.)
Kâğıt, halk ağzında haber almak, haber göndermek anlamında da kullanılır. Kâğıdı gelmek, kâğıdı çıkmak, kâğıt göndermek deyimleri buna birer örnektir.
Ahmet Paşa, kâğıt-kalem ikilisine bir başka boyut kazandırır:
“Ahmed sözünü yazıcak özüm köyünür kim,
Kâğıt tutuşup odlara yanar kalem ey dost.”
(Ahmet Paşa, sözünü yazıya dökünce özü yanmakla kalmaz, kâğıt tutuşur, kalem de yanar.)
Sayı temeline dayalı, sayısal, sayı ile ilgili anlamları taşıyan dijital kelimesi, yeni bir çağın ön adı olmuştur. İnsanlığın geldiği bu yeni dönem, düşünür ve bilim adamları tarafından dijital çağ olarak tanımlamaktadır. Bilgi ve iletişim teknolojileri birleşerek bilişim teknolojileri kullanılmaya başlanmıştır.
Yazımızın konusu açısından bakacak olursak, kalem ve kâğıdın durumu dijital çağda nasıl olacaktır? Kalem ve kâğıt yerini elektronik araçlara mı terk edecektir? Yüzyıllardan beri insanlığa hizmet eden ve birer vefalı dost bildiğimiz kalem ve kâğıtla üretilen değerler ne olacaktır? Kalem ve kâğıt için bütün bu sorulara olumlu cevap vermek mümkün gözükmemektedir.
Yazımızı Sümmâni’nin bir dörtlüğüyle bitirelim:
“Ervah-ı ezelde levh-i kalemde,
Bu benim bahtımı kara yazmışlar,
Gönül perişandır devri âlemde,
Bir günümü yüz bin zara yazmışlar.”
[i]Eğitimci-Yazar, Eğitim Yöneticisi