Tarım
Koronavirüs günlerinin bize öğretmiş olduğunu umduklarımın başında “tarımın ve çiftçinin önemi” geliyor. Bu süreçte, açlık korkusunun virüs korkusunun önüne geçtiğini gördüm. O kadar ki iki günlük sokağa çıkma yasağı marketlere akın etmemize sebep oldu.
Uzatmayayım:
Ey yönetenler, çiftçiye gözünüz gibi bakın! Böyle bakın ki üretmeye devam edebilsinler. İşte içinde yaşıyoruz: Gün geliyor virüs sorunu oluyor, gün geliyor dolar yükseliyor; gün gelecek savaşlar olacak; işte sınırlar kapandı, kapanacak; paranız olsa bile tarım ürünü alamayabilirsiniz ki elan yaşıyoruz, maalesef paramız da çok sınırlı…
Ey ülkemin güzel insanları! Çiftçiye sahip çıkmayan siyasetçilerin üzerine kalın bir çizgi çekin. Çekin ki bundan böyle kimse güzelim topraklarımızın üzerini beton yığınlarıyla dolduramasın; zeytinliklerimizi talan edemesin; ormanlarımızı mermer yataklarına dönüştüremesin; yayla-mera-otlaklarımızı hayvancılık dışında amaçlarla kullandırtamasın; akarsu, göl ve denizlerimizin kirletilmesine ve yok edilmesine göz yumamasın vs.
Gıda fiyatları
Enflasyonun, Koronavirüs’ten nasıl etkileneceği konusundaki görüşler muhtelif. Talebin düşeceğini dolayısıyla enflasyonun da düşeceğini söyleyenlerin yanında, özellikle dövize bağlı maliyetlerin artmasının ve talebin düşmesinin enflasyonu artıracağını söyleyenler de var.
Ben, genel enflasyonun düşeceğini öngörmüyorum ama toplu döviz bulunursa ne âlâ. Gıda enflasyonu için öngörüm daha net. Yıllardır ifade ettiğim gibi ifade edeyim:
“Gıda fiyatları düşer mi? Cevap veriyorum: Düşmez.”
Yine hayvan ithal ettik
Tüm Süt Et ve Damızlık Sığır Yetiştiricileri Derneği (TÜSEDAD)’ın Şubat ayı bülteninden öğreniyoruz ki Türkiye, Ocak ayında 462 başı damızlık, 64 bin 616 başı besilik olmak üzere canlı hayvan ithalatına devam etmiş. Bu ithalata ödediğimiz para 63 milyon 484 bin 473 dolar (Bugünkü kurla yaklaşık 444 milyon 391 bin 311 TL).
Son on yılda 560 bin damızlık, 3 milyon 780 bin baş besilik ve 785 bin baş kesimlik olmak üzere 5 milyon 125 bin baş büyükbaş; 3 milyon 8 bin 163 baş küçükbaş hayvan ithal etmiş.
Ayrıca 300 bin ton da karkas et ithal edilmiş. Bu da yaklaşık 180-200 bin canlı büyükbaşa karşılık geliyor.
Bu ithalatlara ödediğimiz toplam para yaklaşık 8 milyar 515 milyon dolar (61 milyar 7 milyon TL). Bir de şöyle ifade edeyim ki bu paranın ne kadar büyük bir miktar olduğunu daha iyi anlatabileyim: Hükûmetin, kriz tedbirleri kapsamında açıkladığı ekonomiyi destekleme paketi 100 milyar TL.
Ocak ayında yapılan ithalat bu rakama dâhil değil.
Bitmedi:
Millî Gazete’de yayımlanan Sadettin İnan imzalı habere göre 12 Nisan Pazar günü İskenderun Limanı’na Brezilya’dan gelen Polaris 2 isimli bir gemi yanaşıyor. İçinde 10 bin büyükbaş var. Malum sokağa çıkma yasağı var ama yine de hayvanlar hızla tırlara yüklenip ithalatçı firmanın Şanlıurfa’daki çiftliğine taşınıyor. Bütün bunlar olurken basının görüntü alması da yasaklanıyor.
Niye görüntü aldırılmıyor, niye ithalat izni “tek” firmaya verilmiş sorgulamıyorum. Sizler yorumlayacaksınız zaten.
Sadece Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin Kasım 2018’de, Ege Ekonomik Forumu’nda söylediği şu sözleri hatırlatmak istiyorum:
“2021 yılı içinde biz artık ‘Türkiye bu konuda (hayvan ve et ithalatında) ithalata bağımlı olmaktan kesinlikle çıkacaktır.’ diyebiliyoruz.”
Virüs
Birçok viros gibi Koronavirüs’ün de laboratuvarda üretildiği söyleniyor. Gerçekten böyle mi? Bilmiyorum ama insanlar bunun dedikodusunu yapmaya bayılıyorlar. Aslında bu yeni bir bilgi değil. Virüslerin üretilebiliyor veya doğal olarak var olanların üzerinde çalışılıyor olması bilimin ulaştığı nokta bakımından çok uzun süredir bilinen bir gerçek.
Asıl soru şu: Muhtelif sebeplerle kasten mi yayılmış?
Büyük çoğunluk, öyle olduğunu söylüyor. Üstelik bu defa suçlamalar en üst düzeyden devlet yöneticileri tarafından dillendiriliyor. Birbirlerini suçluyorlar. Esas oğlanlar, Donald Trump ve Şi Cimping.
Bütün bunları okuyup dinleyince Mevlana’ya atfedilen şu muhteşem söz geldi hatırıma:
Kula bela gelmez Hak yazmadıkça
Hak, bela vermez kul azmadıkça
Maske 1
Bu defa görünür maskeler taktık. Üstelik arkasında ne olduğunu da biliyoruz: Korku!
Maske 2
14 Nisan günü Bloomberg HT’de Dünya gazetesinin sahibi ve ekonomi gazetecisi Hakan Güldağ’ı dinledim. Dedi ki:
“Ayda 2 milyar adet maske üretebilme kapasitemiz var. Ayda 1 milyar avro ihracat yapma şansımız var. “
Sağlık çalışanları için üretilecek kişisel korunma kıyafetlerini de ekleyin. Buyurun size, hem de peşin paralı, devasa bir pazar.
Biz bunu kısa sürede yapabilecek durumdayız da niçin örneğin İngiltere, İspanya, İtalya, Fransa bizim kadar yüksek kapasiteyle yapabilecek durumda değil?
Tekstil, Türkiye’nin önemli ihracat kalemlerinden ve emek yoğun bir sektörü fakat çok üretmekle birlikte katma değeri düşük ürünler üretiyoruz. Tabiri caizse sürümden kazanıyoruz. Hatta birkaç istisna marka dışında “Hamallık yapıyoruz.” bile denebilir. Bu doğal çünkü gelişmiş ülkeler, üretimlerini katma değeri çok daha yüksek ürünlere kaydırırken, harcıâlem tekstil üretimi gibi işleri gelişmekte olan veya geri kalmış ülkelere yönlendiriyorlar.
Gelin görün ki hep sorgulanan bu durum, Koronavirüs günlerinde avantajımız hâline geliverdi.
Madem böyle bir avantajımız var, bu avantajı niçin değerlendirmiyoruz; önce kendi ihtiyacımızı karşılamak şartıyla, niçin hızla organize olup üretimimizi arttırıp ihraç etmiyoruz?
Dolar
2014’ün başında dolar başını hafifçe kaldırdığı günden beri uyarmaya devam ediyorum: Dolara dikkat edin.
Niye?
En basit şekilde şöyle anlatayım:
Çünkü insanlar gibi ülkelerin de travmaları var: ABD’nin travması “hisse senedi piyasasındaki beklenmedik gerilemeler”, Almanya’nın travması “yüksek enflasyon”, Türkiye’nin travması “yüksek dolar”.
Doların TL karşısında kontrolsüz bir şekilde değer kazanması Türkiye’yi her zaman krize sokmuştur. Yüksek enflasyonun sebebi de yüksek faizin sebebi de budur.
Dolar sarmalından kurtulmanın tek yolu, millî üretimin (yerli değil) yeteri kadar desteklenmesidir. Millî üretimin tek yolu, bilimin desteklenmesidir. O kadar ki:
Yüzde yüz yerli solunum cihazı
Aşağıdaki metin ASELSAN Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Prof. Dr. Haluk Görgün tarafından yayınlandı:
“Gurur duy Türkiyem, bu mücadelede dünyaya biz nefes olduk! Başarımız tarihe altın harflerle kazınacak. %100 yerli imkânlarla ve sadece 14 gün içerisinde dünyanın en gelişmiş teknolojik yoğun bakım solunum cihazı @biyovent’i, BİOSYS@Baykar_Savunma@arcelik ile birlikte ürettik.”
Önce “ASELSAN’la ve adı geçen şirketlerimizle gurur duyduğumu” belirteyim.
Yine de şu soruyu sormadan edemeyeceğim (Sorunun muhatabı ASELSAN değil.):
Şimdiye kadar hastanelerimizde kullanılan yoğun bakım solunum cihazlarının menşei nedir?
Dünyanın en gelişmiş teknolojik yoğun bakım solunum cihazını 14 gün içinde üretebilecek bilgi ve teknolojiye sahipsek ve buna rağmen yıllardır kullandıklarımız ithalse, bunu birinin bu millete izah etmesi gerekmez mi.
Bilimi desteklemek
21 Nisan Salı günü, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’tan “Tarihi bir istihdam hamlesi” sloganıyla Yeni Ekonomi Programı (YEP) Eylem Planı kapsamındaki İstihdam Projeleri içinde yer alan “1 Milyon Yazılımcı” projesi ile ilgili bir açıklama geldi. Albayrak, projenin, “kendilerini en çok heyecanlandıran proje” olduğunu da söylemiş.
Açıklamasının satır başları söyle:
“• Bu proje ile gençlerimize online eğitimle yazılımcı olma imkanı sağlayacağız. • (Yazılım alanında) Nitelikli ara eleman açığımız bulunuyor. Türkiye olarak büyük ideallerimiz ve hedeflerimiz var. Yazılımcılık alanında büyük bir sıçrama sağlarsak inanın hedeflerimize ulaşmamız çok daha kolay olacak. “
Şurasını anlayamadım:
Bu, ara eleman ihtiyacını karşılayacak bir istihdam projesi mi, Türkiye olarak yazılım yoluyla büyük ideal ve hedeflerimizi gerçekleştirmemizi sağlayacak bir proje mi?
İkincisi olmadığı açık. “Dolar” ara başlığı altında “Bilimi destekleyin.” derken kastım bu değildi.
Malumunuz belediyeler çok uzun yıllardır neredeyse her alanda -uzaktan da değil ha- yüz yüze kurslar düzenliyor. Bilmeyenler için sayayım ama eminim listeyi okuduğunda bildiğini sananlar bile şaşıracak:
- Yabancı dil • Bilgisayar • Kuaförlük • Diksiyon • İşaret dili • Senaryo yazarlığı • Müzik • Telli, üflemeli ve vurmalı sazlar • Drama • Tiyatro • Halk oyunları • Dans • Nefes terapisi • İletişim teknik ve yöntemleri • Okuma yazma • Çocuk gelişimi • Sağlıklı beslenme • Etkili iletişim • Heykel yapımı • Çini işleme • Fotoğrafçılık • Karakalem resim • Cam boyama • Resim • Etkili ve hızlı okuma • Keçe yapımı • Nakış • Seramik biçimlendirme • Tel kırma • Dekoratif ev aksesuarları hazırlama • Kırkyama • Takı tasarım • Antep işi • Örgü bebek • Kadın giysileri dikimi • Mefruşat • Dekoratif ahşap süsleme • İpek kozası el ürünleri• Abajur yapımı • Gümüş kazaz örücülüğü • Biçki dikiş • Şiş örgü • Taş boyama • Patcwork • İğne oyası • Mozaik • Bakıcı anne • Modelistlik • Aile eğitimi kursları • Stilistlik eğitimi • Kağıt rölyef • Plates • Yoga • Step aerobik • Satranç
Dahası da var da yoruldum. Hepsi de ücretsiz “yaygın eğitim” programları yani meslek edindirme kursları. Ana amaç bu. Bitiren herkese sertifika veriliyor.
“1 milyon istihdam” programının bunlardan ne farkı var? Bana göre hiçbir farkı yok. Evet, adı üzerinde zaten, nitelikli eleman açığını kapatmak ve gençlerin iş bulmaları için kesinlikle işe yarar, yapılsın elbette ama biz bu programla “Türkiye’nin büyük ideallerini ve hedeflerini” gerçekleştireceğiz deniyorsa ki deniyor, “yine büyük laflar edip küçük işler yapıyoruz” demektir.
Keşke bu kadar basit olsaydı!
Yazılımcılığın “Türkiye’nin büyük ideallerinin ve hedeflerinin” gerçekleştirilmesinde önemli bir yeri olduğu düşünülüyorsa bunun yolu online veya yüz yüze kurs açmak değildir. Nasıl yapılacağını anlatmak bana düşmez fakat yolun “planlı örgün eğitim ve yeterli kaynak”tan geçtiği de açık.
İlgilenen gençlerimiz projeye “1milyonistihdam.hmb.gov.tr” adresinden müracaat edebilirler. Bu fırsatı kaçırmayın. Sadece bunu değil, belediyelerin kurslarını da kaçırmayın. Hayatınızda mutlaka olumlu yönde değişikliğe sebep olacaklardır.